Rüzgâr gibi geçti
Kim bilir 1956 Ocak ayının 16'sında Van'da dünyaya merhaba derken soğuk bir kış günüydü ve tek gözlü kerpiç duvarlı, toprak damlı evimizde yaşananlar ilk evlatlarına hoş geldin demelerinin heyecanını yaşıyorlardı bizimkiler.
Kim bilir 1956 Ocak ayının 16'sında Van'da dünyaya merhaba derken soğuk bir kış günüydü ve tek gözlü kerpiç duvarlı, toprak damlı evimizde yaşananlar ilk evlatlarına hoş geldin demelerinin heyecanını yaşıyorlardı bizimkiler.
Her şeyin yaşandığı o tek odamızda, tavandaki merteklerden birine salıncak gibi sallandırılan beşik hazırlanmış, nenemin dualarıyla asılmış olmalıydı.
Sultan halamızın oğlu, bütün akrabaların ağabeyi Zeynal Güven, Beşyol'da müşteri bekleyen faytonlardan birini koşup getirmiş, sokağımıza adını Veren Van Devlet Hastanesine yetiştirilen anacığım doğumhanede ilk evladını sunmuştu.
Takvim yaprakları hızla düşerken ve ömrümüz zamandan gün alırken ne fırtınalar atlatmıştı ülkemiz.
27 Mayıs İhtilal'ı, limanlarımıza her demir attığında yürekli yurtsever 68 Kuşağı gençlerin Go Home (Evine Dön) protestolarıyla sarsılan 6.Filo, Kırat simgeli parti dönemi, İnönü'nün yol verdiği Bülent Ecevit'in siyasi yükselişi, sokaklarda ülkücü, devrimci kapışması…
Kıbrıs'ta Makariyos zulmü estirildiğinde de çember çeviren çocuklar arasındaydım. Kartonlara çizdiğimiz papazı protesto ederken ve temsilen ilk kibriti çakan ağabeylerimizin yanı başında yer alandım. Kıbrıs çıkarmasında Ecevit'in adının dağlara Karaoğlan diye yazıldığında kafasının içindeki sorulara yanıt arayan da bendim. Ve üç selvi için darağacı kurulduğunda çocuktum. Onlar için Allahsız, kitapsız diyenlerin akan zaman içinde gerçek hainler olduğunu da fark edenlerdendim.
İlk gençlik yıllarımda Yüksek Deniz Van Gölünün içinde trenin feribot marifetiyle geçirildiği günü de unutmadım. İran Şah'ının Van İskelesindeki törene katılışı da belleğimde silinmeyen bir film karesi gibi duruyor.
Ve 12 Mart'ta çocuk olan bizler 12 Eylül 1980 yılının gençleriydik.
Hani ne zaman halkın heyecanlı sesi yükselse, ardından gelen darbe dönemlerini de yaşadım. Hasan Mutlucan'ın zafer türkülerini darbelere yakıştıranların tek bahanesi hep “Vatan Elden Gidiyor” Savı üzerine kuruluydu. Ve her darbe ne yazık ki ülkemiz için tıpkı mehteran takımının bir adım ileri, iki adım geri duruşu gibiydi.
Akrebin arkasından hızla koşan yelkovan ve takvimlerden düşen gün yaprakları, değişen mevsimler yılları ömrümüzde biriktirdi.
Sadece sosyal anlamda sarsıntılar yaşamıyorduk. Doğal olaylar da vuruyordu adını deprem diye yazdırarak ömrümüzün kalın defterine.
Derken yeni görevler alıyorduk hayat öğretmeninden. Van Adliyesinde zabit kâtibi olurken, içimizdeki gazetecilik tutkusu da hep devam ediyordu. Ve derken öğretmenlik… Harran Ovasının hudut köyünde başlayan, Van'ın Gürpınar ilçesinin köylerinde devam eden, kent merkezine kadar yayılan ve son olarak Antalya'ya kadar gelip dayanan öğretmenlik biriken yıllarımız oluyor.
Ve şimdi yeni bir yaşın çentiğini daha alıyor ömrümüz.
Geriye bakıp da eksileri ve artıları tartmak gerek.
Yüreğim diyor ki yorgunsun. Kırıldığın, gücendiğin, avum avum olduğun çok zamanların oldu. Onların hesabını yap. Ben de diyorum ki kırılganlığım bir kenara, kırıp, gücendirdiklerim varsa af eyleye.
Kim bilir? Ne zaman nokta koyulur hayat denen yolculuğumuzun sonuna bilinmez. Bazen bir yaş alımı özeleştiri, belki de hakkınızı helal edin yazısı olabilir dostlarım.
Benden sizlere hakkım helal, sizlerden de helallik isterim bilesiniz…