Saklı Hazine 5

Ertesi gün Antalya istikametine doğru yola çıktılar. Kararlıydılar. En son nota kadar defineyi aramaya devam edeceklerdi. Yol kenarında Selçuklulardan kalma bir kervansaray, hemen yanında ise eski bir değirmen gördüler. Bir ninni gibi şırıl şırıl akan su, binlerce yıldır akmış, binlerce yıl daha akacaktı…

Ertesi gün Antalya istikametine doğru yola çıktılar. Kararlıydılar. En son nota kadar defineyi aramaya devam edeceklerdi. Yol kenarında Selçuklulardan kalma bir kervansaray, hemen yanında ise eski bir değirmen gördüler. Bir ninni gibi şırıl şırıl akan su, binlerce yıldır akmış, binlerce yıl daha akacaktı… Osmaniye, Adana, Karaman'ı bir solukta geçip muz bahçelerini aştıktan sonra Alâeddin Keykubat'ın şehri Alanya'ya geldiler. Yeni krokiye göre hazine, heybetli Alanya Kalesi'nde idi. Her zamanki gibi burada da karşılarına yine bir not çıktı. Alışmışlardı artık. Yeniden yola koyulup Torosların eteklerinde mola verdiler. Az ötelerinde Yörük çadırları gözüküyordu. Hayvan otlatan yanık yüzlü çocuklar, kamıştan uçurtma yapmış, uçuruyorlardı. Gökyüzü ebemkuşağı gibi renkten renge bürünmüştü.

Bir sonraki molayı bir sahil kasabasında, iğde ağaçlarının altında verdiler. Uçsuz bucaksız bir merada yaşlı bir kadın yanık bir türkü çığırıyor, yanı başına çömelmiş çoban, kavalıyla eşlik ediyordu. Sesi duyan tavuklar gıdaklıyor, civcivler koşturup annelerinin kanatlarına sığınıyor, koyunlar başlarını kaldırıyor, birbirlerine toslayan iki inatçı keçi didişmeyi bırakıp kulak kabartıyor, kuzular aşinası olmadıkları bu sese meleyerek karşılık veriyorlardı. Derken tozu dumana katan bir araba yanaştı. Ağaçlara tünemiş sığırcıklar gelen arabayı izlerken iki kumru nöbetleşe yumurta bekledi, daha ötelerde bir yusufçuk öttü. Yaşlı kadının eline bir miktar para sayan şoför, güğümlere doldurulmuş sütleri arabaya yükleyip şehrin yolunu tuttu. Yaşlı kadın güvençle alnındaki terleri silerken koyunlar dik dik otlağa doğru yürüdüler.

Yolculukları neşeyle sürüyordu. Bir şehrin girişinde kocaman harflerle 'Gitmediğin yer senin değildir.' diye yazıyordu. Sıra sıra dağları arkalarında bırakırken, türküler dinleyip çam sakızı çiğnediler. Nefesleri kocaman bir orman kokmuştu. Muğla'da çiftçiler pantolonlarını çemremiş, alınlarında domur domur terle çalışıyorlardı. Onlar çalışmaya, toprak ise ürün vermeye doymuyordu. Efeler diyarı Aydın'ın Karpuzlu'sunda meydana sinema kurulmuş, halk ailecek sinema izliyordu. Ayhan Işık'ın 'Reca ederim bu bahsi kapayalım…' repliğini duyunca "Acaba biz de şu hazine bahsini kapasak mı?" diye söyleşip gülüştüler.

İki kardeş az gidip, uz gidip dere tepe düz gittikten sonra Kral Midas'ın yıkandığı Tabak Çayı'na bile vardılar. Serin çayda ellerini yüzlerini yıkayıp her biri altından da değerli leziz meyvelerden yediler. Nihayet son notu da buldular. Manisa Merkez Efendi Camii'nin bahçesinden çıkan notta, aynen şöyle yazıyordu: "Evlatlarım; hayatımın büyük bir kısmını define aramakla geçirdim. Gitmediğim şehir, kazma vurmadığım kasaba kalmadı. Hiç de define bulamadım. Fakat bu aramalarımda asıl hazinenin, bağrından çıktığımız güzel ülkemiz, eşsiz Anadolu'muz olduğunu anladım. Yıllardır yurt dışında yaşayan siz yavrularımın da bu gerçeği anlaması için sizi de böyle dolaştırdım. Hakkınızı helal edin…" Murat notu yavaşça katlayıp usulca öptü.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Bakmadan Geçme