Sanki ben yazmışım gibi

Bekir Coşkun yazarken yüreklere dokunarak yazar. Okursunuz, duygulanırsınız ve okuduğunuz yazı bir süre peşinizi bırakmaz, düşündürmeye başlar.

Tıpkı hemşerisi büyük öykü ve roman yazarı Bekir Yıldız gibidir… Hani; Harran, Beyaz Türkü, Bedrana, Halkalı Köle, Dünyadan Bir Atlı Geçti, Alman Ekmeği, Kara Vagon, Evlilik Şirketi, Sahipsizler ve diğer yapıtların yazarı Bekir Yıldız…

Harran'ın iki Bekir'inin özelliği duyarlılıkları, yalın dileri, müthiş gözlemleridir.

Sözcü'de köşe yazılarını sürdüren Bekir Coşkun'un son yazılarından biri Kayıp Mahalle'de geçmişle bugün arasında bağ kurarak bugünün Türkiye'sinin geldiği noktanın altını kalın çizgilerle çiziyor.

Hani okuduğunuz zaman 'Sanki ben yazdım' Diyeceğiniz o güzel yazıyı Sayın Coşkun'un izniyle okurlarımla paylaşmak istiyorum. Biliyorum okuduktan sonra sosyal medyada paylaşacak belki de Kayıp Mahalle köşe yazısını kesip cüzdanınızın içine koyarak, eş, dost ve ahbaplarınıza okuyacaksınız.

O güzel yazıyı duygu ve düşünce dünyanıza sunuyorum.

Kayıp mahalle

Kimi zaman sokağa girdiğimdeki o yemek kokusu gelir burnuma…

İçime çekerim…

Hangi evde pişerse pişsin, birazdan kapı çalınır, bacım kapıyı açar, ufak kız 'Annem gönderdi' diyerek uzatırdı tabağı…

Sofralarımız öyle yakındı…

*

Babam mahallenin bütün çocuklarını tanırdı…

O sert adam gülümser, başlarını okşar, selam gönderirdi babalarına… Babam arkadaşlarımı sevdiği için gururlanırdım…

Mahallenin bütün çocukları sanki babamındı…

Birisi düşüp dizini kanatsa, birisi hastalansa, birisi sınıfta kalsa, tüm mahallenin anneleri çat kapı koşardı…

Şefkatlerimiz öyle yakındı…

*

Bir cenaze olduğunda mahallede…

Hiçbir evde radyo çalmazdı…

Müzik sesi duyulur, ayıp olur komşuya, acısı varsa paylaşılırdı hangi evde olursa olsun, tüm mahalle yas tutardı…

Şehrin caddesinden bir cenaze geçtiğinde, Arap, Kürt, Sünni, Alevi, sağcı, solcu, sarhoş, ayık, inanan, inanmayan… Esnaf kapının önüne çıkar, gücü olanlar koşup bir ucundan tutup da tabutu, dualar farklı olsa da uğurlarlardı…

Acılarımız öyle yakındı…

*

Ne yaptınız böyle…

Çocukları vuracak kadar…

Annelerin elinden yavrularını alacak kadar…

Babaları hücrelere kapatacak kadar…

Ölümlerden sevinecek kadar…

Cenazeleri yuhalayacak kadar…

Kendi askerimizi düşman, kendi aydınımızı hain, kendi yaşamlarımızı haram görecek kadar…

Nasıl yaptınız?…

*

Düşman bunu yapamazdı…

Terör, PKK, IŞİD, yabancı parmağı falan diyorsun ama, bizim sevgimiz, saygımız, ortak duygularımız, kimsenin yıkamayacağı kadardı…

Bunu yapsa yapsa ancak biz yapardık…

Yüreklerimizdeki duyguları yıkmak için, ancak onun kadar güçlü bir şeye ihtiyaç vardı…

İşte; 'Din, iman, Allah, peygamber, Kuran' diye diye yaptınız bunu…

*

Hâlâ o camlardan güzel yemek kokuları gelir burnuma…

Barışa aç, güvene aç, şefkate aç, huzura aç, gülümsemeye aç, sevince aç, burnumu çeke çeke giderim…

Bir viraneye döndü mahalle…

Nefret bu kadar mı yakındı?..

Bakmadan Geçme