Serin sulu bulaklar
Sevgili kardeşim Bak Hele Bak Yusuf Konak sosyal medyada güzel bir fotoğraf paylaşmış.
Bir çocuk, eğildiği su gözesinden kana kana su içiyor. Fotoğrafa güzel bir ibare de bırakmış:
'Bir kez bile olsa böyle su içtiniz mi?' Diye sormuş.
İçimden:
-Biz serin sulu bulaklardan kana kana su içerek büyüdük. Diye konuştum.
Aklıma çocukluğumun geçtiği dere geldi…
Hanı orta yerinden askeri kışla yönünden akıp gelen dere, üstünde Erek dağından kopup gelmiş kerhizin olduğu dere.
Salkım söğütlerin arasında kaynayan bir bulağımız vardı. Öyle soğuktu ki suyu kurbağalar yanına varamazdı. Kudreti yerin katmanlarından süzülüp gelen lezzetli bir suydu. Öyle ki bulanmasın diye üstü yeşil çimenlerin üzerine uzanır, dudaklarımızı yüzümüzün yansıdığı bulağa dayar içerdik. Hani bir cahillik edip suya dokunduğunuzda etrafını çevreleyen kumlar ve lilden hemen bulanırdı. Bir daha berraklaşması için beklemek zorunda kalırdınız.
Bizim bulağa zaman içinde şişeci ağabeyler dadandı. Şarabını ve diğer alkollü içeceklerini koltuklarına vuranlar, üzümlerini, kavun karpuzlarını da alıp dereye inerlerdi. O suyun ince akan ağzına kavunlarını, karpuzlarını, şişelerini yatırır soğuturlardı. Sonra da lingo lingo şişeler ve çakır keyif olduklarında türküler söylerlerdi. Dere bizim şermikçilerin açık hava restoranına dönerdi.
Önceleri karışmadık… Ama zaman içinde şişeci sayısı çoğaldığında ve türkülerin arasına ufak çaplı küfürlü kavgalar karışınca mahalleli olarak rahatsız olduk. İş yassı taşların dereye savrulmasına, kuşatanların fora edilmesine kadar sürdü.
Durumun vahametini anlayan şişeciler aşağıdan yukarıya doğru:
'Vilen verdeçeler etmeyin, eylemeyin boş şişeleri size bırakacağız, satar yolunuzu bulursunuz.' Demeye başladılar.
Sonunda anlaştık kimisiyle… Küfür ve kavga olmayacaktı ve bulak başına zarar vermeyeceklerdi. Ağır ağabeylerin hoşuna gitse de bu anlaşma, yeni yetme şişeciler bize kinlendi. Derken mahallemizin delikanlı ağabeyleri yeni yetme şişecilere iyi bir meydan dayağı atınca bulak başı kurtuldu.
Serin sulu bulaklarımız zaman içinde ayakaltında kaldı. Arada bir kurudu bazen de bir yol bulup farklı bir noktada kaynamaya başladı. Ancak kırdan göç, dere yatağının üstündeki alanın yapılaşmasına yol açtı. Ve o güzelim salkım söğütlü, yemyeşil kavak ağaçlarının örttüğü dere bozuldu, serin sulu bulaklar kaybolup gitti.
Bir zamanlar Türkiye'ye yerleşen Sanatçı Huşeng Azeroğlu Size Selam Getirmişem türküsünde serin sulu bulaklardan söz etmişti. Bulaklar konu olunca onu da anmadan geçemedim.
Zevzeklik
Değerli okurlarım. Uzun bir süreden beri memleketimle ilgili anılar yazıyorum. Hiçbir anı yazımda suni bir hayal ürünü yoktur. Yaşadıklarımdır, gözlemlediklerimdir.
Arada bir zevzeklik eden, egosu aklının önüne geçen tıyneti bozuklar yorum aralarına hayal ürünü yazılar olduğu iması yerleştiriyorlar.
Benim yazı hayatım ne dündür, ne bugündür. Elim kalem tuttuğu günden bu yana güzel şeyleri yazmaya çalışırım. Arada bir bizi adam yerine koymayan siyasileri de eleştiririm ki bu benim en doğal hakkımdır. İsteyen okur, istemeyen okumaz.
Bugün sadece yüzeysel olarak yoluma taş koymaya çalışan tuhaf ruhlu o imacıları eleştiriyorum. Emeğime saygısızlık ettikleri an isim vererek ve dünya âleme gerçek yüzlerini göstererek eleştireceğimi de bilmelerini isterim.
Yazar
'Ben yazarım.' Dedi.
-Ne yazarsın? Diye sordum.
'Adını yazarım her gidenin.' Dedi.
-İmza günün var mı? Diye sordum.
'Olmaz mı?' Dedi...
Devam etti...
'Her sala sonrası imza günümdür.'
Çıkardı cebinden kartvizitini…
'Al, bugün olmazsa yarın gerekir.'Dedi.
Kartvizitinde kısaca…
' Mezarcı' Ve parantez içinde…
'İsteyene mermer, isteyene granit…' Yazıyordu.