Siyasetçinin de aydın kişi gibi olma koşulu...

Cahil toplumların yani aydınlanmamış beyinlerin vebalini/günahını aydınlar vicdanlarında duymadıkça o topluluklar dirlik/düzen adına zaaflar, sorunlarla boğuşur durur...

Cahil toplumların; yani aydınlanmamış beyinlerin vebalini/günahını aydınlar vicdanlarında duymadıkça; o topluluklar dirlik/düzen adına zaaflar, sorunlarla boğuşur durur...

Aydın bir kimlik sahibi olmanın anlamı da böyle başlar zaten...

Aydın kişinin, beyinsel zenginliği, eylemsel/söylemsel tutarlılığı yanında, "cesur olmak" gibi ayrı bir sorumluluğu da vardır ayrıca.

Ülkemizde "aydın kişi" olmanın sorumluluğu yanında "aydın olmanın zorluğu" da -maalesef- nicedir yaşanıyor...

"Tek Parti" döneminde "kuruluş" nedeniyle istenilen "tek seslilik"in; bugün yaşadığımız demokrasi algılarıyla "baskıcı" olduğu görülse/söylense de; ortada devlet adına "cumhuriyetçi" bir anlayışın varlığını sürdürme zorunluluğu -nedense- dikkate alınmıyor, söylenmiyor hiç...

O dönemde algı açısından, mevcut kadroların aydınların/hepsinin yeni düzenin kuruculuğunu yaptığı gerçeğini unutmamak gerek bu konuda... Böyle düşünüldüğünde elbette "farklı algı/yorum"un olmaması da anlaşılmış olur.

Yeni düzen/Cumhuriyet rejimi; işte böyle bir fikir birliğinin yarattığı güçle/inanla ülkede yeniliklere, hamlelere/atılımlara doğru hedef gösterdi ulusa...

"Çıktık açık alınla on yılda her savaştan" gururlu söylemi; işte, bu birlikteliğin yarattığı heyecanlı fikir oluşumundan doğdu.

Kurtuluş Savaşı'ndan yıkıntılarla çıkılmış olmasına, 1929'da dünyada yaşanan ekonomik buhrana, İkinci Dünya Savaşı'nın yarattığı krize karşın, yeni bir "devlet kurmanın heyecanı" yurttaşın benliğinde hiç eskimedi/tavsamadı.

Yeniliklerle hep canlı tutuldu.

Bez, şeker, çimento, demir/çelik, un fabrikalar; karayolları, demiryolları, havaalanları yapılırken bir yandan da Osmanlı'dan kalan borçlar ödeniyordu bu dönemde...

Şimdi kimi siyasetçilere sorsanız; - ki söylüyorlar bunu- " O zaman ne yapıldı ki?" inkarcı bir sorusuyla karşılaşırsınız.

Yaşamın devamı/sürekliliği bile bir şeylerin yapıldığının işareti değil mi?

xxx

Atalarımızın "İşi ehline ver" diye bir öğüdünü yaşamın böylesi durumlarında hep anımsarım.

Örneğin, şoför değilsiniz, ama bir taşıt aldınız. Kime teslim edersiniz? Şoföre değil mi? Tutup da, sürücü belgesi olmayana taşıt mı teslim edilir?

xxx

Ülkemizde siyaset anlayışı ; "zıtlaşma", bir diğerini karalama üzerine kurulunca, akıl/mantığın kabul etmeyeceği çekişmeler yaşanıyor nicedir...

Yürürlükteki Anayasamızda ilk dört maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesi teklif bile edilemeyeceği koşulu varken; bu konuyu TBMM'de sözlü olarak gündeme taşıyıp, zihin/akıl bulanıklığı yaratmak doğru bir düşünce mi?

Ya da "siyasetçi olmanın aydın kimliği/kişiliği bu mu?"

Yoksa bulanık su da balık avlamak özlemi/isteği mi?

xxx

Ulusları yönetenlerin "kendi siyasal amaçları" uğruna söylemlerde bulunmaları; o ülkede çeşitli nedenlerle demokrasi algısının henüz yerleşmemiş olmasından yararlanma fırsatçılığının bir kanıtı/işareti değil de ne?

Böyle ülkeler siyaset dünyalarını; gerçek demokrasi aşığı "aydın kişiler"e teslim etmedikçe kendilerine çıkar yol aramaları boşuna olur.

Bakmadan Geçme