“SOL İSLAMIN DEVAMIDIR“

Laiklik ülkenin olmazsa olmazı olduğunu, laikliğin ekonomik yönün düşünülmediğini ifade eden gazeteci yazar Soner Yalçın yaptığı söyleşide Sol'un İslam'ın devamı olduğunu iddia etti.

Gazeteci Soner Yalçın, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden, Türkiye'yi sarsan yeni kitabı 'Kayıp Sicil'e kadar bir çok konuda Aydınlık Kitap'a değerlendirmelerde bulundu. Yalçın söyleşisinde yeni tartışmalara neden olacak açıklamalar yaptı.

Yalçın, Aydınlık Kitap'ın 'Yaklaşık 1 ay var seçimlere 3 aday var malum Siz tercihinizi MHB hangi yönde kullanacaksınız?' sorusuna 'Sandığın Türkiye'yi gericileştirdiğini biliyordum ama CHP'nin de bu kadar gericileşmesine isyan ettim. Türkiye'de yükselen bir mücadele ivmesi vardı; bunun bölünmesine kahroldum. 'Acaba' dedim, 'sokaktan korktukları için mi böylesine bir aday dayatması' yaptılar? Gezi insanlarının ruhlarını iğdiş ettiler! Benim mücadelem sandığa endeksli değildir; ben Gezi'ye inanıyorum. Oyum Gezi'yedir.' yanıtını verdi.

'Benim iddiam CHP kendi tarihini bilmiyor. Bu nedenle kafa karışıklığı yaşıyor. 1940'ların ikinci yarısında yaşanılanları CHP aynen tekrarlıyor; inanılacak gibi değil. Ve, yazık! Sanılıyor ki kültürel haklar ile sorunlar çözülür; evet kültürel haklar verilsin; insanlar tabii ki inancını öğrensin, özgürce ibadetini yapsın, nasıl giyinecekse giyinsin. Ama bir de laik devlet anlayışı var; hiçbir inanç günlük yaşama, ekonomiye, kültüre ya da son dönemde örneklerini yaşadığımız dış politikaya kendini dayatamaz.' sözleriyle CHP'nin kafa karışıklığı yaşadığını ifade eden Yalçın 'Bu ülkenin olmazsa olmazıdır laiklik Laikliğin ekonomi yönü hiç ele alınmıyor; örneğin bu ülkede başörtüsü denince akla ilk gelen, üniversiteli kızlar değil; merdiven altında sosyal güvencesiz üç kuruşa çalışan kadınlar olmalıdır. Bakın konuşulacak çok konu var, CHP'nin çizgisi devrimci Hz. Muhammed'in devrimci çizgisidir; burada kafa karışıklığına gerek yok; CHP, tıpkı Hz Muhammed gibi köhnemiş cahiliye dönemini yıkmış bir partidir. Çizgi aynı çizgidir. Sol, İslam'ın devamıdır. Bu temel politik anlayışlar bilinmeden üst yapıdaki basit yüzeysel icraatlar ile halkın güveni kazınılmaz Halk aydınlatılarak kazanılır, gericileştiren siyasete ortaklık ederek değil Aslında yapamamalarının nedeni, mücadelenin güç ve zaman alıcı olmasıdır' diye konuştu.

SONER YALÇIN'IN AYDINLIK KİTABA VERDİĞİ SÖYLEŞİNİN TAM METNİ ŞÖYLE;

-Sohbetimize kitabınızın hazırlık aşamasıyla başlamak istiyorum. “Bize komplo kuranlar, insanların evlerine sözde ‘delil' koyanlar, ‘ileride lazım olur' diye kim bilgi ve belgeleri de çalmış olamaz mı? Bal gibi olur. Eminim; o dosyayı ve o defteri çalanlar bize komplo kuranlardı” diyorsunuz. Yıllarca araştırıp hakkında özel bilgiler edindiğiniz Tayyip Erdoğan'a ait defter ve dosya polis araması sırasında çalındı. Bu ‘paralel yapı'nın işi diyebilir miyiz? Ne için çalmış olabilirler dosyanızı?

Ergenekon-Balyoz kumpaslarında ilk kez benimle ortaya çıktı ki, Cemaat polisleri evinize-işyerinize sözde belge koymuyorlar; evimizden gerçek belgeleri de yürütüyorlar! Kitapta ayrıntılı yazdım; Cemaat artık Erdoğan'ı kendi silahıyla yani Ergenekon yalanıyla vuracaktı. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanmasını o günlerde biz hiç bu açıdan düşünmedik. Kitapta ayrıntılı yazdım. Keza MİT'e yönelik operasyon Odatv operasyonu üzerinden olacaktı; Kaşif Kozinoğlu'nun amansız ölümü bunun önüne geçti ve MİT'e KCK üzerinden gittiler. Kitaptaki olgulara baktığınızda şu gerçek ortaya çıkıyor; Erdoğan'ın ipini çekenler Cemaat-Abdullah Gül'lü AKP'den kopanlar ve CHP ile bir iktidar alternatifi hazırlıyorlardı.
Benim evimden çalınan belgeler/özel bilgiler bu amaçla kullanılmak istendi. 17 Aralık ve 25 Aralık'ta kullanılmadı; bakalım ne zaman gün yüzüne çıkacak? Fakat ben yine de -elimdeki belgeler gittiği için- satır arasında yazacağımı yazdım. Anladığım kadarıyla okuyucu bunu hemen kavrıyor.

ERBAKAN'IN GÜCÜ ERDOĞAN'I DURDURMAYA YETMEDİ

-Erdoğan'ın dünyasını tüm ayrıntılarıyla gözler önüne sermişsiniz. Oluşturulan o ‘güçlü', ‘dört dörtlük' vb. Erdoğan algısını yerle bir ediyorsunuz. Yalanları ifşa ediyorsunuz. Sizce nasıl doğdu Tayyip Erdoğan. O'nu emperyalist kuvvetler keşfedip, elinden tutup mu iktidara taşıdı yalnızca. Burada kendi çabası, örgütçülüğü ve fırsatçılığının etkisi var mıdır?
-Bu toprakların tarih yazım geleneğinde vakanüvislik var; iktidarın gölgesinde yaşayanlar padişahlara övgüde yarışıyor. Bugün bu tarih yazımını gerçek sananlar tarihimiz üzerine ahkam kesiyor. Bundan 5-6 yıl önce, Erdoğan'la ilgili yazılmış kitapları okuyunca ileride benzer bir hatanın olacağını düşünerek, Erdoğan'ın biyografisini yazmaya karar verdim. Kuşkusuz benim portre çalışmalarım, ilgili kişinin nerede doğduğu, nerede okuduğu vs. ile pek ilgili değil. Erdoğan'ı ortaya çıkaran toplumsal-siyasal koşulları ele alıyorum. Perde arkasındaki siyasal stratejilere projektör tutuyorum. Sorular soruyorum; örneğin Erdoğan'ın 'Fethullah Gülen'in eline düşmesinde' Nakşibendi Mahmut Esat Coşan'ın Avustralya'da tuhaf bir trafik kazasında ölmesinin ne kadar payı var? Bunun üzerinde duruyorum. Aslında Kayıp Sicil kitabı 'Erdoğan'ın gizli ajandası yok' diyenlere yanıt olarak da yazılmıştır.
Rahmetli Hasan Yalçın'ın bir tespiti vardı: Biz yanıldık sanıyorduk ki, emperyalist güçler birini alıp yetiştiriyor ve iktidara taşıyor. Hayır tersi geçerliydi; birileri kendini emperyalist güçlerinin önüne atıyor ve 'beni kullanın beni kullanın' diyordu. Erdoğan, 1979'lerin sonundan itibaren yolunu çizmişti; önce İran İslam Devrimi'ne sempatiyle bakan kimi Akıncılar'ın karşısında Suudi Arabistan çizgisini savunarak göze girdi. Anti-kapitalist ve anti-emperyalist İslamcılar ile yolunu ayırdı. Ve bu çevre tarafından o günden itibaren bir imaj çalışması yapıldı. Düşünün ki aslında Erdoğan'ı en iyi tanıyan rahmetli Erbakan bile bu oyunu bildiği halde bozamadı; gücü yetmedi. Aslında ta 1990'ların başında Erdoğan'ın kim olduğunu çok iyi tahlil etmişti Erbakan! ABD-İsrail çizgisine geldiğini görmüştü. Sonunda korktuğu başına geldi, millici olan partisini parçaladılar.
Evet, Erdoğan fırsatçıydı, örgütçüydü ama sırtını dayadığı Suudi Arabistan'da, Kahire'de yetişen Fatih Camii cemaati gibi Nakşibendiler de vardı!

SOL İKTİSAT TEMELLİ DÜŞÜNMEYİ BIRAKTI, CAHİLLEŞTİ

-Cumhuriyetçilerin, solun, sosyalistlerin ‘siyasal islam'ın iktidara gelişinde dolaylı yoldan ‘katkıları' oldu mu? Olduysa nasıl gerçekleşti bu süreç?
Bilgi ve tecrübe kuşaktan kuşağa aktarılmadığında teoride ve pratikte yoksulluk başlıyor. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri solu cahilleştirdi. Mark-Engels'i unutanlar artık iktisat temelli düşünmeyi bıraktı; neredeyse merkez gazeteler tarafından kıskaç altına alındılar. Kuşkusuz bu olumsuz ruh halinin yaşanmasında Berlin Duvarı'nın yıkılması gibi büyük travmalar da vardı.
Tanzimatçı Türk aydını her dönem yaptığı gibi başını büyük kitlelerin göğsüne koymak için gerçeği eğip bükmeye; işine geldiği gibi yorum yapmaya başladı.Halkın ağzıyla söylersek halkını sattı!
Bir diğer yandan ise, Cumhuriyet'in elit kadroları (ki ben bunu 'Beyaz Türklerin Büyük Sırrı,Efendi' kitabımda açıklamaya çalıştım), halktan uzaklaştı; merkez güç çeperi saran büyük kitleleri görmemezlikten geldi. Hep aynı ailelerden sanayici, politikacı, aydın, sanatçı, futbolcu vs. çıkardılar. Halk yoksullaşmakla kalmadı; dışlanmasının ezikliğini yasadı. Ekmek yerine, özgürlük yerine ona sadece taşralı imamların bilebildiği kadarıyla dinini verdiler. Cumhuriyet kadroları/aileleri elitleştikçe halk dinine sarıldı ve gün geldi Erdoğan'ı umut sanarak merkez iktidara yerleşti.
Sol ne yazık ki Türkiye tarihinin en büyük iç göç olgusunun yaşandığı 1990'lı yılları bile yeteri kadar analiz edemedi.
Hala bu hastalık devam ediyor, dün AKP'ye yaklaşanlar bugün PKK'ye yakınlaşıyor; hep bir güç arıyor ve ona biat ediyor. Dedim ya Tanzimat aydını kafası bu. Oysa bize Mustafa Kemal'in gerçekçi, halktan yana kafası gerekiyor.

-Erdoğan'ın para ilişkileri... Kitabınız boyunca Erdoğan'ın gençliğinden bu yana sürekli para ilişkileri içinde olduğundan, parayı sevdiğinden ve akçeli işlerdeki usulsüzlüklerinden söz ediyorsunuz. Bu ilişkiler bilindiği halde, açığa çıktığı halde toplumun bir kesimi bunları olağan karşılıyor. Sizce neden?
Türkiye kısa bir (Atatürk-İnönü) CHP iktidarı dışında hep ne gördü; hırsızlık! İktidara gelmenin, siyaset yapmanın sebebi hırsızlıktı. Her iktidar kendi zenginini yarattı. Büyük yoksul kitlelerin siyasal bilincinde, 'hırsızlık olmadan politika olmaz' düşüncesi yerleştirildi. Yani siyasetin içi boşaltıldı; çünkü diğer türlüsü isyan demekti, devrim demekti; rejim değişikliği demekti. Halkın siyasetten soğutulması, koparılması neye yol açtı; 'ben de bir şey isterim!' Gücü kadarıyla aldı; gücü neye yetiyorsa onunla avundu; kimi makarnaya-kömüre-buzdolabına, kimi il genel meclis üyeliğine vs.
Tüm toplumunu düşüncede hırsızlığa ortak ettiler! 'Çalıyor ama yapıyor' anlayışı böyle doğdu.
Bu özellikle 'para'nın iktidar olduğu neoliberal politikaların uygulandığı 1980'lerden itibaren tüm dünyada böyle oldu. Berlusconi ile Erdoğan'ın kardeşliğinin temeli budur.
Bu büyük psikolojik bir tahribata yol açtı; 'yeni ortaçağ' bunun adı! Ortak özellik; para'ya tapıyor olmak. İnançlarını bile para için amaç haline getirdiler.
Olayın sevindirici yönü şudur; böylesine büyük kirliliği ancak devrim paklar!

'AKIL FUKARA OLUNCA FİKİR UKALA OLUR'

-Kitabınızın bir bölümünde ‘Bir cahil uzun adam' diyorsunuz. Erdoğan sizce cahil mi? Neden?
-Bunu yazdıktan sonra şunu düşündüm; dünya tarihinde Erdoğan gibi cahil kaç diktatör vardır? Erdoğan'ın cahilliğinin nedeni, yetiştiği siyasal iklimde gerçeğin olmaması, uhrevi bir hayatın olması ve burada merak'ın olmamasıdır. Verileni olduğu gibi kabul eden bir düşünce sistematiği ancak cahil yetiştirir. Kitap okuma kültürü yok; meşveret kültürüyle yetişmiş ve kafasında hep 'Asr-ı Saadet' dönemleri var; örneğin Osmanlı'yı öyle sanıyor. İçi boş bir yüceltmeye inanıyor. Her cahil gibi kendi doğrusuna inanıyor; cesaretle bunu savunuyor. Şu söz tam Erdoğan'ı özetliyor aslında; 'akıl fukara olunca fikir ukala olur!'

CHP KENDİ TARİHİNİ BİLMİYOR

-CHP ‘muhafazakârlığa yeşil ışık yakarak' ya da sağcılaşarak bu tabana şirin gözükmek adına benzer uygulamalar ve adaylarla büyüyebilir, iktidara gelebilir mi?
Sizin de belirttiğiniz gibi 1947'deki CHP Kongresi'nde bu adım atılmıştı. Başarılı olabildi mi ki?
Benim iddiam CHP kendi tarihini bilmiyor. Bu nedenle kafa karışıklığı yaşıyor. 1940'ların ikinci yarısında yaşanılanları CHP aynen tekrarlıyor; inanılacak gibi değil. Ve, yazık! Sanılıyor ki kültürel haklar ile sorunlar çözülür; evet kültürel haklar verilsin; insanlar tabii ki inancını öğrensin, özgürce ibadetini yapsın, nasıl giyinecekse giyinsin. Ama bir de laik devlet anlayışı var; hiçbir inanç günlük yaşama, ekonomiye, kültüre ya da son dönemde örneklerini yaşadığımız dış politikaya kendini dayatamaz. Bu ülkenin olmazsa olmazıdır laiklik. Laikliğin ekonomi yönü hiç ele alınmıyor; örneğin bu ülkede başörtüsü denince akla ilk gelen, üniversiteli kızlar değil; merdiven altında sosyal güvencesiz üç kuruşa çalışan kadınlar olmalıdır.
Bakın konuşulacak çok konu var; CHP'nin çizgisi devrimci Hz. Muhammed'in devrimci çizgisidir; burada kafa karışıklığına gerek yok; CHP, tıpkı Hz. Muhammed gibi köhnemiş cahiliye dönemini yıkmış bir partidir.
Çizgi aynı çizgidir. Sol, İslam'ın devamıdır. Bu temel politik anlayışlar bilinmeden üst yapıdaki basit yüzeysel icraatlar ile halkın güveni kazınılmaz. Halk aydınlatılarak kazanılır, gericileştiren siyasete ortaklık ederek değil. Aslında yapamamalarının nedeni, mücadelenin güç ve zaman alıcı olmasıdır...

-Türk milletinin kafasında muhafazakâr, mütedeyyin, her işin üstesinden gelen, ‘delikanlı' bir Erdoğan portresi var. Siz bu algıyı ve portreyi abartılı ve gerçek dışı buluyorsunuz. Neden?
Yanıtı basit, çünkü gerçek değil! Bu reklama inanmaya benziyor. Ben reklamcı değilim gazeteciyim; işim hakikatı halka ulaştırmaktır. Erdoğan'ın gerçek yüzünü öğrenmek isteyenler kitabı okusun. Burada benim söylemek istediğim; halk içinde abartılı sözler sarfediliyor; bunlar da gerçek değil. Oysa halk da vasatlaştırıldı; değersizleştirildi, bayağılaştırıldı. Gerçeklikle bağı kopartıldı; hakikat algısından uzaklaştırıldı; dogmatizm çukuruna atıldı. Görmek istediğini görüyor, duymak istediğini duyuyor; bilinci kaybettirildi. Erdoğan mesele değil, Başbakan Erdoğan iktidardan indirilir; önemli olan, artık her köşede gördüğümüz küçük Erdoğanlar'ı nasıl akıllı, sağ duyulu hale getireceğiz? Onları nasıl hayata döndüreceğiz; yani paranın iktidarını nasıl yok edeceğiz.

'CHP'NİN GERİCİLEŞMESİNE İSYAN ETTİM! OY'UM GEZİYEDİR'

-Biraz da güncele değinmek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı adaylığı süresince Ekmeleddin İhsanoğlu'nun kimliğinden, siyasal duruşundan söz ettiniz. Büyük tepkiler de aldınız. Yaklaşık 1 ay var seçimlere. 3 aday var malum. Siz tercihinizi hangi yönde kullanacaksınız?
Büyük tepkiler almadım; aksine büyük destek gördüm. Ama küçük bile olsa CHP içinde bu meseleyi/aday dayatmayı değerlendiremeyenlerin olması canımı sıktı. 'Demek bu kadar gericileşmişiz' dedim, üzüldüm. Sandığın Türkiye'yi gericileştirdiğini biliyordum ama CHP'nin de bu kadar gericileşmesine isyan ettim. Türkiye'de yükselen bir mücadele ivmesi vardı; bunun bölünmesine kahroldum. 'Acaba' dedim, 'sokak'tan korktukları için mi' böylesine bir aday dayatması yaptılar? Gezi insanlarının ruhlarını iğdiş ettiler!
Benim mücadelem sandığa endeksli değildir; ben Gezi'ye inanıyorum. Oyum Gezi'yedir.

'CHP ve MHP İSTESE ERDOĞAN ÇANKAYA'YA ÇIKAMAZDI'

-Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı şansını nasıl görüyorsunuz?
Soruya yanıt vermeden önce bazı tespitlerde bulunmam şart:
Ekmeleddin İhsanoğlu aday gösterilince ilk aklıma gelen, 'öğretilmiş çaresizlik' kavramı oldu. Türkiye özellikle Gezi Direnişi'yle bir gerçeği ortaya çıkardı: Recep Tayyip Erdoğan'ı sokak muhalefeti bitirmiştir! Erdoğan bu süreçten başlayarak artık Türkiye'yi yönetememektedir. Türkiye polis ve gazı yönetmektedir. Bu sür-git devam edemezdi. Ne yaptılar; Erdoğan'a can suyu ikram ettiler. Kim yaptı bunu; CHP ve MHP yaptı. Çünkü, bu partilerin liderleri sokak'tan ve mücadeleden gelmiyor! Tepeden inmeci siyaset mühendisliğiyle Erdoğan'ı alaşağı edeceklerini sanıyorlar. Oysa tersini yaptıklarını bilmiyorlar.
Hadi siyaseti bir yana bırakalım; seçimin teknik meselesi üzerinde düşünelim. Türkiye çok partili hayatla ilk kez iki turlu seçimi yaşayacak. Bizlerin ikinci turda yapmamız gereken tartışmaları bize neden birinci turda dayattılar? Geniş bir araştırma yapmadım ama Avrupa'da hiç görmedim; iki turlu seçimde partilerin aday göstermediğini! Yahu seçim niye yapılır; CHP ve MHP bunun bile farkında değil. Yazık ki, sadece sandık merkezli bir siyaset anlayışları var. CHP ve MHP istese idi; Erdoğan kesinlikle Çankaya Köşkü'ne çıkamazdı. Çıksa bile etkisiz olur ve yine ülkeyi yönetemezdi.

'ERDOĞAN'A KARŞI HAPİSLERİ GÖZE ALARAK MÜCADELEYİ EKMEL BEY ÇANKAYA'YA ÇIKSIN DİYE YAPMADIK!'
CHP kendi gücünün farkında değil; 13 milyonluk bilinçli-mücadeleci bir kitle Erdoğan'ı bu ülkeden kaçırtırdı.
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli tarihi hata yaptılar ve maalesef Erdoğan'ın elini kolunu sallaya sallaya Çankaya Köşkü'ne çıkmasına neden olacak zemini yarattılar. Biz bunları yazınca, 'Tayyip'in ekmeğine yağ sürüyorsunuz' diyorlar. Sorgulamayan cahil, sorgulatmayan zalimdir. 12 yıldır Erdoğan'a karşı hapisleri göze alarak mücadeleyi biz Ekmel Bey Çankaya Köşkü'ne çıksın diye yapmadık. Biliyoruz ki, bu insanoğlunun uzun yürüyüşüdür ama kimileri doğrularla değil, algılarla hareket etmekte ısrar ediyor. Bir de dalkavuklar var ki onlara girip kimilerinin canını yakmak istemiyorum.

-“Kayıp Sicil” ve diğer yazılarınız usta, önemli bir gazeteci olmak için nasıl ayrıntılı çalışmak gerektiğini ortaya koyuyor. Yine de başka bazı özellikler olmalı, genç gazetecilere bu konuda klasik öneriler dışında öneriniz var mı?
Her olağanüstü dönemde neden gazeteciler öldürülür; neden hapse atılır ya da neden işsiz bırakılır? Çünkü 'soru'nun öldürülmesine göz yummazlar. Mürit-kul yetiştiren dogmatizmin can düşmanı 'soru'dur. İstenir ki, verileni sorgulamadan olduğu gibi kabul et. Gazetecinin yaşam iksiri ise soru'dur. Soru yoksa gazetecilik ölüdür.
Türkiye'de iki türlü gazeteci vardır; yılmadan-usanmadan sorularının peşinden giden gerçek aşkıyla dolu gazeteciler. Ve, gazeteciliği amaç değil; -zenginleşmenin, şöhret sahibi olmanın- aracı olarak gören, ve sorularla değil propagandayla ilgili gazeteciler vardır.
Özellikle 12 Eylül askeri darbesinden sonra -ve dünyadaki neoliberal dalganın etkisiyle- gerçeği tanınmaz hale getiren ikinci tür gazetecilerin sayısında patlama yaşandı. Bu tür gazeteciler medya plazalara sokularak halktan uzaklaştırıldı; gazetecilik iktidarın ve sermayenin yedek lastiği yapıldı. Tek amaç vardı; halkın algısını değiştirmek! Haber gerçek bağından koparıldı; kurgulandı.
Ortada soru olmayınca basit-yüzeysel köşe yazarlığı dönemi başladı. Bu Picasso ile sokak ressamı arasındaki farktı.
Bakınız: Yandaş ya da merkez medyada bulunan köşe yazarlarının kitapları neden hiç okunmuyor? Çünkü halkın onlara hiçbir güveni yok. Tamam kişisel ilişkilerle köşe yazarlığı yapabilirsiniz ama okunmak için bu yeterli değildir. Türkiye'de okunmayan köşe yazarları ordusu vardır. Bu da artık bitmektedir. Ben sabahlara kadar araştırıp köşe yazısı yazıyorsam; elimden geldiğinde bir örnek oluşturmaya çalışıyorsam bunun bir nedeni de halkına yalan söyleyen bu tür köşe yazarlarının idam fermanını yazmak içindir.
Mesleğin için, gerçek için bedel ödenecek ise ödeyeceksin kardeşim; bunun başka yolu yok. Ya da bu işi yapmayacaksın. Yani halkına yalan söylemeyeceksin. Nokta.

-Kayıp Sicil kitabınızın bu kadar kısa sürede 150 bin satmasını neye bağlıyorsunuz?
Halkın gerçeğe duyduğu özleme. Öyle bir sahte imaj oluşturdular ki, halk hakikate susadı. Gerçekleri okuyunca günde ortalama 100 kadar mail alıyorum; 'biz Erdoğan'ı tanıyoruz sanıyorduk' diyorlar.
Üzüldüğüm dünyada itibarı kalmayan Erdoğan'ı, CHP ve MHP'nin elbirliğiyle Çankaya Köşkü'ne çıkarmasıdır. Mücadeleyi kolay sanıyorlar; masabaşı stratejisiyle -bir sihirbaz marifetiyle- Erdoğan'ı yok edecekleri yanılgısı içindeler. Sorunları kavramsallaştırmamanın sonuçları bunlar; kişiselleştiriyor ve kişi yok edilince sorun ortadan kalktı sanıyoruz. bilmiyoruz ki Özal hala hayatta ve adı Erdoğan! Ve Erdoğan'ın ikiz kardeşi de Ekmeleddin!
Ama... Ben umutluyum arkadaş; mücadeleye başlangıç için 150 bin kişi hiç de az değildir!

-‘Ne olacak CHP'nin hali?' gibi belki alışılagelmiş bir soru sormak istiyorum. Cumhuriyetçi, ilerici güçlerin, Gezi ayaklanmasının devasa kitlelerinin talepleri, mücadele kararlılıkları niçin ana muhalefete yansıyamıyor. CHP sinmişlikten, siyasetsizlikten neden kurtulamıyor?
Hep yazıyorum; CHP'nin inancı yok! CHP'nin bugünkü kadroları mücadeleden gelmiyor. CHP'nin bugünkü kadrolarının teorik ve pratik bilgileri zayıf. CHP siyasi olarak bugün 'Ortanın Soluyum' diyen İnönü kadar bile cesaret sahibi değildir. Buradan kastettiğim 'solcu' vurgusu değildir; devrimciliktir, halkçılıktır, laikliktir, ulusalcılıktır. Meseleyi 'sağcı' ya da 'solcu' diye isimlendirmiyorum; ama adında 'halk' olan bir parti neoliberalizme boyun eğemez. Hele hele 2007'den itibaren can çekişen neoliberalizme karşı; Fransız Sosyalist Parti'den İngiliz İşçi Partisi'ne kadar Avrupa Solu tekrar K.Marks'ı tartışırken bunun Türkiye'ye sirayet etmemesi mümkün değildir. Ama bakıyorsunuz CHP üst kadroları devlet bürokrasisinden gelmektedir. İçlerinde kişisel olarak sevdiğim-saydığım insanlar vardır ama bunları sGazeteci Soner Yalçın, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden, Türkiye'yi sarsan yeni kitabı 'Kayıp Sicil'e kadar bir çok konuda Aydınlık Kitap'a değerlendirmelerde bulundu. Yalçın, Aydınlık Kitap'ın 'Yaklaşık 1 ay var seçimlere 3 aday var malum Siz tercihinizi MHB hangi yönde kullanacaksınız?' sorusuna 'Sandığın Türkiye'yi gericileştirdiğini biliyordum ama CHP'nin de bu kadar gericileşmesine isyan ettim. Türkiye'de yükselen bir mücadele ivmesi vardı; bunun bölünmesine kahroldum. 'Acaba' dedim, 'sokaktan korktukları için mi böylesine bir aday dayatması' yaptılar? Gezi insanlarının ruhlarını iğdiş ettiler! Benim mücadelem sandığa endeksli değildir; ben Gezi'ye inanıyorum. Oyum Gezi'yedir.' yanıtını verdi.

'Benim iddiam CHP kendi tarihini bilmiyor. Bu nedenle kafa karışıklığı yaşıyor. 1940'ların ikinci yarısında yaşanılanları CHP aynen tekrarlıyor; inanılacak gibi değil. Ve, yazık! Sanılıyor ki kültürel haklar ile sorunlar çözülür; evet kültürel haklar verilsin; insanlar tabii ki inancını öğrensin, özgürce ibadetini yapsın, nasıl giyinecekse giyinsin. Ama bir de laik devlet anlayışı var; hiçbir inanç günlük yaşama, ekonomiye, kültüre ya da son dönemde örneklerini yaşadığımız dış politikaya kendini dayatamaz.' sözleriyle CHP'nin kafa karışıklığı yaşadığını ifade eden Yalçın 'Bu ülkenin olmazsa olmazıdır laiklik Laikliğin ekonomi yönü hiç ele alınmıyor; örneğin bu ülkede başörtüsü denince akla ilk gelen, üniversiteli kızlar değil; merdiven altında sosyal güvencesiz üç kuruşa çalışan kadınlar olmalıdır. Bakın konuşulacak çok konu var, CHP'nin çizgisi devrimci Hz. Muhammed'in devrimci çizgisidir; burada kafa karışıklığına gerek yok; CHP, tıpkı Hz Muhammed gibi köhnemiş cahiliye dönemini yıkmış bir partidir. Çizgi aynı çizgidir. Sol, İslam'ın devamıdır. Bu temel politik anlayışlar bilinmeden üst yapıdaki basit yüzeysel icraatlar ile halkın güveni kazınılmaz Halk aydınlatılarak kazanılır, gericileştiren siyasete ortaklık ederek değil Aslında yapamamalarının nedeni, mücadelenin güç ve zaman alıcı olmasıdır' diye konuştu.

SONER YALÇIN'IN AYDINLIK KİTABA VERDİĞİ SÖYLEŞİNİN TAM METNİ ŞÖYLE;

-Sohbetimize kitabınızın hazırlık aşamasıyla başlamak istiyorum. “Bize komplo kuranlar, insanların evlerine sözde ‘delil' koyanlar, ‘ileride lazım olur' diye kim bilgi ve belgeleri de çalmış olamaz mı? Bal gibi olur. Eminim; o dosyayı ve o defteri çalanlar bize komplo kuranlardı” diyorsunuz. Yıllarca araştırıp hakkında özel bilgiler edindiğiniz Tayyip Erdoğan'a ait defter ve dosya polis araması sırasında çalındı. Bu ‘paralel yapı'nın işi diyebilir miyiz? Ne için çalmış olabilirler dosyanızı?

Ergenekon-Balyoz kumpaslarında ilk kez benimle ortaya çıktı ki, Cemaat polisleri evinize-işyerinize sözde belge koymuyorlar; evimizden gerçek belgeleri de yürütüyorlar! Kitapta ayrıntılı yazdım; Cemaat artık Erdoğan'ı kendi silahıyla yani Ergenekon yalanıyla vuracaktı. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un tutuklanmasını o günlerde biz hiç bu açıdan düşünmedik. Kitapta ayrıntılı yazdım. Keza MİT'e yönelik operasyon Odatv operasyonu üzerinden olacaktı; Kaşif Kozinoğlu'nun amansız ölümü bunun önüne geçti ve MİT'e KCK üzerinden gittiler. Kitaptaki olgulara baktığınızda şu gerçek ortaya çıkıyor; Erdoğan'ın ipini çekenler Cemaat-Abdullah Gül'lü AKP'den kopanlar ve CHP ile bir iktidar alternatifi hazırlıyorlardı.
Benim evimden çalınan belgeler/özel bilgiler bu amaçla kullanılmak istendi. 17 Aralık ve 25 Aralık'ta kullanılmadı; bakalım ne zaman gün yüzüne çıkacak? Fakat ben yine de -elimdeki belgeler gittiği için- satır arasında yazacağımı yazdım. Anladığım kadarıyla okuyucu bunu hemen kavrıyor.

ERBAKAN'IN GÜCÜ ERDOĞAN'I DURDURMAYA YETMEDİ

-Erdoğan'ın dünyasını tüm ayrıntılarıyla gözler önüne sermişsiniz. Oluşturulan o ‘güçlü', ‘dört dörtlük' vb. Erdoğan algısını yerle bir ediyorsunuz. Yalanları ifşa ediyorsunuz. Sizce nasıl doğdu Tayyip Erdoğan. O'nu emperyalist kuvvetler keşfedip, elinden tutup mu iktidara taşıdı yalnızca. Burada kendi çabası, örgütçülüğü ve fırsatçılığının etkisi var mıdır?
-Bu toprakların tarih yazım geleneğinde vakanüvislik var; iktidarın gölgesinde yaşayanlar padişahlara övgüde yarışıyor. Bugün bu tarih yazımını gerçek sananlar tarihimiz üzerine ahkam kesiyor. Bundan 5-6 yıl önce, Erdoğan'la ilgili yazılmış kitapları okuyunca ileride benzer bir hatanın olacağını düşünerek, Erdoğan'ın biyografisini yazmaya karar verdim. Kuşkusuz benim portre çalışmalarım, ilgili kişinin nerede doğduğu, nerede okuduğu vs. ile pek ilgili değil. Erdoğan'ı ortaya çıkaran toplumsal-siyasal koşulları ele alıyorum. Perde arkasındaki siyasal stratejilere projektör tutuyorum. Sorular soruyorum; örneğin Erdoğan'ın 'Fethullah Gülen'in eline düşmesinde' Nakşibendi Mahmut Esat Coşan'ın Avustralya'da tuhaf bir trafik kazasında ölmesinin ne kadar payı var? Bunun üzerinde duruyorum. Aslında Kayıp Sicil kitabı 'Erdoğan'ın gizli ajandası yok' diyenlere yanıt olarak da yazılmıştır.
Rahmetli Hasan Yalçın'ın bir tespiti vardı: Biz yanıldık sanıyorduk ki, emperyalist güçler birini alıp yetiştiriyor ve iktidara taşıyor. Hayır tersi geçerliydi; birileri kendini emperyalist güçlerinin önüne atıyor ve 'beni kullanın beni kullanın' diyordu. Erdoğan, 1979'lerin sonundan itibaren yolunu çizmişti; önce İran İslam Devrimi'ne sempatiyle bakan kimi Akıncılar'ın karşısında Suudi Arabistan çizgisini savunarak göze girdi. Anti-kapitalist ve anti-emperyalist İslamcılar ile yolunu ayırdı. Ve bu çevre tarafından o günden itibaren bir imaj çalışması yapıldı. Düşünün ki aslında Erdoğan'ı en iyi tanıyan rahmetli Erbakan bile bu oyunu bildiği halde bozamadı; gücü yetmedi. Aslında ta 1990'ların başında Erdoğan'ın kim olduğunu çok iyi tahlil etmişti Erbakan! ABD-İsrail çizgisine geldiğini görmüştü. Sonunda korktuğu başına geldi, millici olan partisini parçaladılar.
Evet, Erdoğan fırsatçıydı, örgütçüydü ama sırtını dayadığı Suudi Arabistan'da, Kahire'de yetişen Fatih Camii cemaati gibi Nakşibendiler de vardı!

SOL İKTİSAT TEMELLİ DÜŞÜNMEYİ BIRAKTI, CAHİLLEŞTİ

-Cumhuriyetçilerin, solun, sosyalistlerin ‘siyasal islam'ın iktidara gelişinde dolaylı yoldan ‘katkıları' oldu mu? Olduysa nasıl gerçekleşti bu süreç?
Bilgi ve tecrübe kuşaktan kuşağa aktarılmadığında teoride ve pratikte yoksulluk başlıyor. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri solu cahilleştirdi. Mark-Engels'i unutanlar artık iktisat temelli düşünmeyi bıraktı; neredeyse merkez gazeteler tarafından kıskaç altına alındılar. Kuşkusuz bu olumsuz ruh halinin yaşanmasında Berlin Duvarı'nın yıkılması gibi büyük travmalar da vardı.
Tanzimatçı Türk aydını her dönem yaptığı gibi başını büyük kitlelerin göğsüne koymak için gerçeği eğip bükmeye; işine geldiği gibi yorum yapmaya başladı.Halkın ağzıyla söylersek halkını sattı!
Bir diğer yandan ise, Cumhuriyet'in elit kadroları (ki ben bunu 'Beyaz Türklerin Büyük Sırrı,Efendi' kitabımda açıklamaya çalıştım), halktan uzaklaştı; merkez güç çeperi saran büyük kitleleri görmemezlikten geldi. Hep aynı ailelerden sanayici, politikacı, aydın, sanatçı, futbolcu vs. çıkardılar. Halk yoksullaşmakla kalmadı; dışlanmasının ezikliğini yasadı. Ekmek yerine, özgürlük yerine ona sadece taşralı imamların bilebildiği kadarıyla dinini verdiler. Cumhuriyet kadroları/aileleri elitleştikçe halk dinine sarıldı ve gün geldi Erdoğan'ı umut sanarak merkez iktidara yerleşti.
Sol ne yazık ki Türkiye tarihinin en büyük iç göç olgusunun yaşandığı 1990'lı yılları bile yeteri kadar analiz edemedi.
Hala bu hastalık devam ediyor, dün AKP'ye yaklaşanlar bugün PKK'ye yakınlaşıyor; hep bir güç arıyor ve ona biat ediyor. Dedim ya Tanzimat aydını kafası bu. Oysa bize Mustafa Kemal'in gerçekçi, halktan yana kafası gerekiyor.

-Erdoğan'ın para ilişkileri... Kitabınız boyunca Erdoğan'ın gençliğinden bu yana sürekli para ilişkileri içinde olduğundan, parayı sevdiğinden ve akçeli işlerdeki usulsüzlüklerinden söz ediyorsunuz. Bu ilişkiler bilindiği halde, açığa çıktığı halde toplumun bir kesimi bunları olağan karşılıyor. Sizce neden?
Türkiye kısa bir (Atatürk-İnönü) CHP iktidarı dışında hep ne gördü; hırsızlık! İktidara gelmenin, siyaset yapmanın sebebi hırsızlıktı. Her iktidar kendi zenginini yarattı. Büyük yoksul kitlelerin siyasal bilincinde, 'hırsızlık olmadan politika olmaz' düşüncesi yerleştirildi. Yani siyasetin içi boşaltıldı; çünkü diğer türlüsü isyan demekti, devrim demekti; rejim değişikliği demekti. Halkın siyasetten soğutulması, koparılması neye yol açtı; 'ben de bir şey isterim!' Gücü kadarıyla aldı; gücü neye yetiyorsa onunla avundu; kimi makarnaya-kömüre-buzdolabına, kimi il genel meclis üyeliğine vs.
Tüm toplumunu düşüncede hırsızlığa ortak ettiler! 'Çalıyor ama yapıyor' anlayışı böyle doğdu.
Bu özellikle 'para'nın iktidar olduğu neoliberal politikaların uygulandığı 1980'lerden itibaren tüm dünyada böyle oldu. Berlusconi ile Erdoğan'ın kardeşliğinin temeli budur.
Bu büyük psikolojik bir tahribata yol açtı; 'yeni ortaçağ' bunun adı! Ortak özellik; para'ya tapıyor olmak. İnançlarını bile para için amaç haline getirdiler.
Olayın sevindirici yönü şudur; böylesine büyük kirliliği ancak devrim paklar!

'AKIL FUKARA OLUNCA FİKİR UKALA OLUR'

-Kitabınızın bir bölümünde ‘Bir cahil uzun adam' diyorsunuz. Erdoğan sizce cahil mi? Neden?
-Bunu yazdıktan sonra şunu düşündüm; dünya tarihinde Erdoğan gibi cahil kaç diktatör vardır? Erdoğan'ın cahilliğinin nedeni, yetiştiği siyasal iklimde gerçeğin olmaması, uhrevi bir hayatın olması ve burada merak'ın olmamasıdır. Verileni olduğu gibi kabul eden bir düşünce sistematiği ancak cahil yetiştirir. Kitap okuma kültürü yok; meşveret kültürüyle yetişmiş ve kafasında hep 'Asr-ı Saadet' dönemleri var; örneğin Osmanlı'yı öyle sanıyor. İçi boş bir yüceltmeye inanıyor. Her cahil gibi kendi doğrusuna inanıyor; cesaretle bunu savunuyor. Şu söz tam Erdoğan'ı özetliyor aslında; 'akıl fukara olunca fikir ukala olur!'

CHP KENDİ TARİHİNİ BİLMİYOR

-CHP ‘muhafazakârlığa yeşil ışık yakarak' ya da sağcılaşarak bu tabana şirin gözükmek adına benzer uygulamalar ve adaylarla büyüyebilir, iktidara gelebilir mi?
Sizin de belirttiğiniz gibi 1947'deki CHP Kongresi'nde bu adım atılmıştı. Başarılı olabildi mi ki?
Benim iddiam CHP kendi tarihini bilmiyor. Bu nedenle kafa karışıklığı yaşıyor. 1940'ların ikinci yarısında yaşanılanları CHP aynen tekrarlıyor; inanılacak gibi değil. Ve, yazık! Sanılıyor ki kültürel haklar ile sorunlar çözülür; evet kültürel haklar verilsin; insanlar tabii ki inancını öğrensin, özgürce ibadetini yapsın, nasıl giyinecekse giyinsin. Ama bir de laik devlet anlayışı var; hiçbir inanç günlük yaşama, ekonomiye, kültüre ya da son dönemde örneklerini yaşadığımız dış politikaya kendini dayatamaz. Bu ülkenin olmazsa olmazıdır laiklik. Laikliğin ekonomi yönü hiç ele alınmıyor; örneğin bu ülkede başörtüsü denince akla ilk gelen, üniversiteli kızlar değil; merdiven altında sosyal güvencesiz üç kuruşa çalışan kadınlar olmalıdır.
Bakın konuşulacak çok konu var; CHP'nin çizgisi devrimci Hz. Muhammed'in devrimci çizgisidir; burada kafa karışıklığına gerek yok; CHP, tıpkı Hz. Muhammed gibi köhnemiş cahiliye dönemini yıkmış bir partidir.
Çizgi aynı çizgidir. Sol, İslam'ın devamıdır. Bu temel politik anlayışlar bilinmeden üst yapıdaki basit yüzeysel icraatlar ile halkın güveni kazınılmaz. Halk aydınlatılarak kazanılır, gericileştiren siyasete ortaklık ederek değil. Aslında yapamamalarının nedeni, mücadelenin güç ve zaman alıcı olmasıdır...

-Türk milletinin kafasında muhafazakâr, mütedeyyin, her işin üstesinden gelen, ‘delikanlı' bir Erdoğan portresi var. Siz bu algıyı ve portreyi abartılı ve gerçek dışı buluyorsunuz. Neden?
Yanıtı basit, çünkü gerçek değil! Bu reklama inanmaya benziyor. Ben reklamcı değilim gazeteciyim; işim hakikatı halka ulaştırmaktır. Erdoğan'ın gerçek yüzünü öğrenmek isteyenler kitabı okusun. Burada benim söylemek istediğim; halk içinde abartılı sözler sarfediliyor; bunlar da gerçek değil. Oysa halk da vasatlaştırıldı; değersizleştirildi, bayağılaştırıldı. Gerçeklikle bağı kopartıldı; hakikat algısından uzaklaştırıldı; dogmatizm çukuruna atıldı. Görmek istediğini görüyor, duymak istediğini duyuyor; bilinci kaybettirildi. Erdoğan mesele değil, Başbakan Erdoğan iktidardan indirilir; önemli olan, artık her köşede gördüğümüz küçük Erdoğanlar'ı nasıl akıllı, sağ duyulu hale getireceğiz? Onları nasıl hayata döndüreceğiz; yani paranın iktidarını nasıl yok edeceğiz.

'CHP'NİN GERİCİLEŞMESİNE İSYAN ETTİM! OY'UM GEZİYEDİR'

-Biraz da güncele değinmek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı adaylığı süresince Ekmeleddin İhsanoğlu'nun kimliğinden, siyasal duruşundan söz ettiniz. Büyük tepkiler de aldınız. Yaklaşık 1 ay var seçimlere. 3 aday var malum. Siz tercihinizi hangi yönde kullanacaksınız?
Büyük tepkiler almadım; aksine büyük destek gördüm. Ama küçük bile olsa CHP içinde bu meseleyi/aday dayatmayı değerlendiremeyenlerin olması canımı sıktı. 'Demek bu kadar gericileşmişiz' dedim, üzüldüm. Sandığın Türkiye'yi gericileştirdiğini biliyordum ama CHP'nin de bu kadar gericileşmesine isyan ettim. Türkiye'de yükselen bir mücadele ivmesi vardı; bunun bölünmesine kahroldum. 'Acaba' dedim, 'sokak'tan korktukları için mi' böylesine bir aday dayatması yaptılar? Gezi insanlarının ruhlarını iğdiş ettiler!
Benim mücadelem sandığa endeksli değildir; ben Gezi'ye inanıyorum. Oyum Gezi'yedir.

'CHP ve MHP İSTESE ERDOĞAN ÇANKAYA'YA ÇIKAMAZDI'

-Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı şansını nasıl görüyorsunuz?
Soruya yanıt vermeden önce bazı tespitlerde bulunmam şart:
Ekmeleddin İhsanoğlu aday gösterilince ilk aklıma gelen, 'öğretilmiş çaresizlik' kavramı oldu. Türkiye özellikle Gezi Direnişi'yle bir gerçeği ortaya çıkardı: Recep Tayyip Erdoğan'ı sokak muhalefeti bitirmiştir! Erdoğan bu süreçten başlayarak artık Türkiye'yi yönetememektedir. Türkiye polis ve gazı yönetmektedir. Bu sür-git devam edemezdi. Ne yaptılar; Erdoğan'a can suyu ikram ettiler. Kim yaptı bunu; CHP ve MHP yaptı. Çünkü, bu partilerin liderleri sokak'tan ve mücadeleden gelmiyor! Tepeden inmeci siyaset mühendisliğiyle Erdoğan'ı alaşağı edeceklerini sanıyorlar. Oysa tersini yaptıklarını bilmiyorlar.
Hadi siyaseti bir yana bırakalım; seçimin teknik meselesi üzerinde düşünelim. Türkiye çok partili hayatla ilk kez iki turlu seçimi yaşayacak. Bizlerin ikinci turda yapmamız gereken tartışmaları bize neden birinci turda dayattılar? Geniş bir araştırma yapmadım ama Avrupa'da hiç görmedim; iki turlu seçimde partilerin aday göstermediğini! Yahu seçim niye yapılır; CHP ve MHP bunun bile farkında değil. Yazık ki, sadece sandık merkezli bir siyaset anlayışları var. CHP ve MHP istese idi; Erdoğan kesinlikle Çankaya Köşkü'ne çıkamazdı. Çıksa bile etkisiz olur ve yine ülkeyi yönetemezdi.

'ERDOĞAN'A KARŞI HAPİSLERİ GÖZE ALARAK MÜCADELEYİ EKMEL BEY ÇANKAYA'YA ÇIKSIN DİYE YAPMADIK!'
CHP kendi gücünün farkında değil; 13 milyonluk bilinçli-mücadeleci bir kitle Erdoğan'ı bu ülkeden kaçırtırdı.
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli tarihi hata yaptılar ve maalesef Erdoğan'ın elini kolunu sallaya sallaya Çankaya Köşkü'ne çıkmasına neden olacak zemini yarattılar. Biz bunları yazınca, 'Tayyip'in ekmeğine yağ sürüyorsunuz' diyorlar. Sorgulamayan cahil, sorgulatmayan zalimdir. 12 yıldır Erdoğan'a karşı hapisleri göze alarak mücadeleyi biz Ekmel Bey Çankaya Köşkü'ne çıksın diye yapmadık. Biliyoruz ki, bu insanoğlunun uzun yürüyüşüdür ama kimileri doğrularla değil, algılarla hareket etmekte ısrar ediyor. Bir de dalkavuklar var ki onlara girip kimilerinin canını yakmak istemiyorum.

-“Kayıp Sicil” ve diğer yazılarınız usta, önemli bir gazeteci olmak için nasıl ayrıntılı çalışmak gerektiğini ortaya koyuyor. Yine de başka bazı özellikler olmalı, genç gazetecilere bu konuda klasik öneriler dışında öneriniz var mı?
Her olağanüstü dönemde neden gazeteciler öldürülür; neden hapse atılır ya da neden işsiz bırakılır? Çünkü 'soru'nun öldürülmesine göz yummazlar. Mürit-kul yetiştiren dogmatizmin can düşmanı 'soru'dur. İstenir ki, verileni sorgulamadan olduğu gibi kabul et. Gazetecinin yaşam iksiri ise soru'dur. Soru yoksa gazetecilik ölüdür.
Türkiye'de iki türlü gazeteci vardır; yılmadan-usanmadan sorularının peşinden giden gerçek aşkıyla dolu gazeteciler. Ve, gazeteciliği amaç değil; -zenginleşmenin, şöhret sahibi olmanın- aracı olarak gören, ve sorularla değil propagandayla ilgili gazeteciler vardır.
Özellikle 12 Eylül askeri darbesinden sonra -ve dünyadaki neoliberal dalganın etkisiyle- gerçeği tanınmaz hale getiren ikinci tür gazetecilerin sayısında patlama yaşandı. Bu tür gazeteciler medya plazalara sokularak halktan uzaklaştırıldı; gazetecilik iktidarın ve sermayenin yedek lastiği yapıldı. Tek amaç vardı; halkın algısını değiştirmek! Haber gerçek bağından koparıldı; kurgulandı.
Ortada soru olmayınca basit-yüzeysel köşe yazarlığı dönemi başladı. Bu Picasso ile sokak ressamı arasındaki farktı.
Bakınız: Yandaş ya da merkez medyada bulunan köşe yazarlarının kitapları neden hiç okunmuyor? Çünkü halkın onlara hiçbir güveni yok. Tamam kişisel ilişkilerle köşe yazarlığı yapabilirsiniz ama okunmak için bu yeterli değildir. Türkiye'de okunmayan köşe yazarları ordusu vardır. Bu da artık bitmektedir. Ben sabahlara kadar araştırıp köşe yazısı yazıyorsam; elimden geldiğinde bir örnek oluşturmaya çalışıyorsam bunun bir nedeni de halkına yalan söyleyen bu tür köşe yazarlarının idam fermanını yazmak içindir.
Mesleğin için, gerçek için bedel ödenecek ise ödeyeceksin kardeşim; bunun başka yolu yok. Ya da bu işi yapmayacaksın. Yani halkına yalan söylemeyeceksin. Nokta.

-Kayıp Sicil kitabınızın bu kadar kısa sürede 150 bin satmasını neye bağlıyorsunuz?
Halkın gerçeğe duyduğu özleme. Öyle bir sahte imaj oluşturdular ki, halk hakikate susadı. Gerçekleri okuyunca günde ortalama 100 kadar mail alıyorum; 'biz Erdoğan'ı tanıyoruz sanıyorduk' diyorlar.
Üzüldüğüm dünyada itibarı kalmayan Erdoğan'ı, CHP ve MHP'nin elbirliğiyle Çankaya Köşkü'ne çıkarmasıdır. Mücadeleyi kolay sanıyorlar; masabaşı stratejisiyle -bir sihirbaz marifetiyle- Erdoğan'ı yok edecekleri yanılgısı içindeler. Sorunları kavramsallaştırmamanın sonuçları bunlar; kişiselleştiriyor ve kişi yok edilince sorun ortadan kalktı sanıyoruz. bilmiyoruz ki Özal hala hayatta ve adı Erdoğan! Ve Erdoğan'ın ikiz kardeşi de Ekmeleddin!
Ama... Ben umutluyum arkadaş; mücadeleye başlangıç için 150 bin kişi hiç de az değildir!

-‘Ne olacak CHP'nin hali?' gibi belki alışılagelmiş bir soru sormak istiyorum. Cumhuriyetçi, ilerici güçlerin, Gezi ayaklanmasının devasa kitlelerinin talepleri, mücadele kararlılıkları niçin ana muhalefete yansıyamıyor. CHP sinmişlikten, siyasetsizlikten neden kurtulamıyor?
Hep yazıyorum; CHP'nin inancı yok! CHP'nin bugünkü kadroları mücadeleden gelmiyor. CHP'nin bugünkü kadrolarının teorik ve pratik bilgileri zayıf. CHP siyasi olarak bugün 'Ortanın Soluyum' diyen İnönü kadar bile cesaret sahibi değildir. Buradan kastettiğim 'solcu' vurgusu değildir; devrimciliktir, halkçılıktır, laikliktir, ulusalcılıktır. Meseleyi 'sağcı' ya da 'solcu' diye isimlendirmiyorum; ama adında 'halk' olan bir parti neoliberalizme boyun eğemez. Hele hele 2007'den itibaren can çekişen neoliberalizme karşı; Fransız Sosyalist Parti'den İngiliz İşçi Partisi'ne kadar Avrupa Solu tekrar K.Marks'ı tartışırken bunun Türkiye'ye sirayet etmemesi mümkün değildir. Ama bakıyorsunuz CHP üst kadroları devlet bürokrasisinden gelmektedir. İçlerinde kişisel olarak sevdiğim-saydığım insanlar vardır ama bunları söylemek benim tarihe ve halka karşı sorumluluğumdur. CHP'nin ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı hala neoliberalizmi alkışlamaktadır. Türkiye'nin Washington eski büyükelçisi CHP dış politikasından sorumlu genel başkan yardımcısıdır. Dolasıyla Çankaya Köşkü adayları da Ekmeleddin İhsanoğlu olmaktadır! CHP Sovyetler Birliği'nin de yıkılmasına neden olan bürokratizmden kurtulmalıdır. CHP'nin ihtiyacı olan devrimci kadrolardır. Yoksa ülkeyi gericileştiren sandığa boyun eğen bir parti anlayışı Türkiye'nin ve CHP'nin sonunu getirecektir.
Ve ne yazık ki, CHP'nin halkçı-devrimci kadroları da tecrübesiz ve dağınıktır; bunu Çankaya Köşkü aday belirleme sürecinde gördük. Pratik zenginlikleri de yok maalesef.
Bu yeni de değildir; CHP'nin bu dağınık kafası meclisin bir dekor haline getirilmesiyle de sonuçlanmıştır.

Bunu söylemek benim tarihe ve halka karşı sorumluluğumdur. CHP'nin ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı hala neoliberalizmi alkışlamaktadır. Türkiye'nin Washington eski büyükelçisi CHP dış politikasından sorumlu genel başkan yardımcısıdır. Dolasıyla Çankaya Köşkü adayları da Ekmeleddin İhsanoğlu olmaktadır! CHP Sovyetler Birliği'nin de yıkılmasına neden olan bürokratizmden kurtulmalıdır. CHP'nin ihtiyacı olan devrimci kadrolardır. Yoksa ülkeyi gericileştiren sandığa boyun eğen bir parti anlayışı Türkiye'nin ve CHP'nin sonunu getirecektir.
Ve ne yazık ki, CHP'nin halkçı-devrimci kadroları da tecrübesiz ve dağınıktır; bunu Çankaya Köşkü aday belirleme sürecinde gördük. Pratik zenginlikleri de yok maalesef.
Bu yeni de değildir; CHP'nin bu dağınık kafası meclisin bir dekor haline getirilmesiyle de sonuçlanmıştır.

Bakmadan Geçme