Tandır dumanı ve aşırı tuz kanser riskini artırıyor
Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ) Van Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapılan bir araştırma sonucunda tandır dumanı ve yemeklerde aşırı tuz kullanımının kanser riskini artırdığı belirtildi.
İkinci sağlık hizmetleri bölgesinde yer alan SBÜ Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, çevre illerle birlikte yaklaşık 3 milyon kişiye hizmet veriyor. Son zamanlarda doğru tanı, tedavi ve takiple bölge halkına hizmet veren hastane, Ankara ve İstanbul gibi metropol şehirlere hasta gidişini ciddi ölçüde azalttı.
Hastanede son dönemlerde yapılan tanılar neticesinde yemek borusu ve mide kanseri vakalarında artış yaşandığı gözlemlendi. Bunun üzerine hastane bünyesinde mide ve yemek borusu kanserinin risk faktörleri üzerinde bilimsel bir çalışma yapıldı. Hastane bazlı yapılan çalışma sonucunda; tandır ekmeğinin yaygın olarak tüketilmesinden dolayı, özellikle kadınların tandır dumanına maruz kalması nedeniyle yemek borusu kanserine yakalandıkları tespit edildi. Diğer taraftan, bir beslenme alışkanlığı olarak aşırı derecede tuz tüketilmesi de mide kanseri riskini önemli ölçüde tetiklediği ortaya konuldu.
“Kadınlarda yemek borusu kanseri daha fazla”
Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan SBÜ Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Sebahattin Çelik, yemek borusu ve mide kanseri vakalarının engellenmesi için bölge insanının beslenme alışkanlığına ve yaşam tarzına dikkat etmesi gerektiğini belirtti. Tandır dumanı ve aşırı tuz tüketilmesini bir risk faktörü olarak gördüklerini ifade eden Başhekim Çelik, “Dünya genelinde daha çok akciğer, prostat ve meme kanseri ilk sıralardayken, bu bölgede yapılmış bilimsel çalışmalarda yemek borusu ve mide kanseri vakaları çok fazla olduğu tespit edilmiştir. Dünya genelinde bakıldığı zaman yemek borusu kanseri erkeklerde daha fazla görülmektedir. Ancak Van Gölü Havzası'nda durum tam tersidir. Maalesef kadınlarda yemek borusu kanseri, erkeklere oranla iki kat daha fazladır. Hastane bazlı çalışmalarda risk faktörü olarak kadınların tandır dumanına maruz kaldığını ve aşırı tuzlanmış salamura dediğimiz yiyeceklerin tüketilmesinden kaynaklandığını tahmin ediyoruz. Van Gölü Havzası'na baktığımızda otlu peynir, tuzlu balık ve yemeklere aşırı tuz ilave edilmesi söz konusudur. Erkeklere nazaran kadınlarda tandır dumanının bir risk faktörünün olduğunu düşünüyoruz” dedi.
Hastane bünyesindeki onkoloji ünitesinin bölgede yıllık olarak 100 ile 200 arası yeni tanı kanser vakası alındığını dile getiren Çelik, “Bu da çok ciddi bir orandır. Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak bu hastalarımıza tanı, tedavi ve takip hizmetleri veriyoruz. Hastanemizde endoskopi ünitemiz mevcuttur. Gastroenteroloji uzmanlarımız tarafından endoskopi, kolonoskopi ve ERCP yapılabilmektedir. Bu hastalarımıza endoskopiyle tanı koyuyoruz. Daha sonra patologlar tarafından en geç 10 gün içinde patolojik tanısı söyleniyor. Tanı konulduktan sonra evreleme için radyoloji, tomografi ve MR gerekmektedir. Bunlar da merkezimizde rahatlıkla yapılıyor. Evreleme yapıldıktan sonra tedavi aşamasına geçiliyor. Bu aşamada onkoloji çok önemlidir. 3 onkoloji uzmanımız var. Yeni açılışını yaptığımız onkoloji ünitemizde de tedavi verebiliyoruz. Tabi daha sonra gerekirse cerrahi tedavi yapıyoruz. Cerrahi tedavi için uzman sayımız da yeterlidir” diye konuştu.
“Beslenme alışkanlıklarımız ve yaşam tarzımız bu kanserleri azaltabilir”
Kanser hastalarının tedavisinin çok uzun sürdüğünü ve bu sürecin de maliyetli olduğuna dikkat çeken Çelik, 2015 yılında yapılan bir çalışmada; bir yemek borusu kanseri hastasının tanı, tedavi ve takibi süresine kadar 40 bin dolar maliyeti olduğunu söyledi. Bu yüzden bu tür kanser hastalıklarının engellenmesi gerektiğinin altını çizen Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bunun engellenmesi, koruyucu hekimlikle olur. Beslenme alışkanlıklarımız ve yaşam tarzımız bu kanserleri azaltabilir. Dünya Sağlık Örgütü'nün bir verisine göre, kanser hastalarının yaklaşık yüzde 70'i önlenebilir. Dolayısıyla kendi bölgemizde bunun nedenlerinin beslenme ve yaşam tarzıyla ilişkili olduğunu düşüyoruz. Eğer bunları değiştirirsek koruyucu hekimlik adına önemli bir iş yapmış oluruz.”