Taş mektuplar
İnsanoğlu yazıp çizmeyi bulmadan önce duygularını anlatmak için doğaya sığınmış.
En kolayı taşlarmış… İçindeki duyguların ve düşüncelerin temizliği için pürüzsüz taşları kullanmış. Ya da kırgınlıkları, incinmişlikleri için yumru taşları… Çok acı çekmişse keskin, kıvrımlı, tırtıllı taşları. Ve sevdikleri için bir avuç içine sığacak kalbe benzeyen taşları.
Taş mektupların öyküsünü bir Japon filminde öğrenmiştim.
Mutlu günlerinde babası ona çok sevdiği kalbi andıran bir taş vermiş ve anlatmış insanların çok ama çoook eskiden taş haberleşmenin öyküsünü. O da o çocukça yüreğiyle babasına pürüzsüz bir taş armağan etmiş.
Hayat bu... Yaşanılanların yarattığı fırtınalar gün gelmiş anne ve babası arasında ayrılığı getirmiş. Baba alıp gitmiş başını bir daha dönmemecesine.
Büyümüş oğul. O mutlu zamanlarda babasının öğrettiği viyolansı (çello) onu müzik dünyasına itmiş. Usta bir çello sanatçısı olsa da içindeki baba eksikliği hep var olmuş.
O kara rüzgârlar esmeye devam etmiş. Japonya'nın sıkıntılı günlerinde görev yaptığı orkestrası dağılmış ve işsiz kalmış.
İşsizliğin yoksulluk olduğunu anlatmamış çok sevdiği eşine. Ve sonunda bir iş bulmuş.
O iş son veda hazırlığı yapan cenaze evlerinden biriymiş. Ölüleri yıkayıp temizleyecek, en güzel makyajlarını yaparak geride bıraktıklarının üzerinde son hatırasını oluşturacaktır. Yani çello sanatçılığından cesetleri güzelleştirme organizasyonuna geçiş
Zorlanmış. Ancak işsizliğin nasıl bir melanet olduğunu bildiği için o işi yapmayı sürdürmüş. Durumu öğrenen güzel eşi müthiş bir tepki göstererek onu terk etmiş.
Zaman içinde alışmış. Ölenleri temizlemek, pamuk tıkamak ve ardından makyajlarını yaparak ailelerine göstermek artık rutin işi olmuş.
Terk eden eşi bir zaman sonra hamile olduğunu fark edince çello sanatçısına geri dönmüş. Eşine ölümün de hayatın bir parçası olduğunu anlatmış.
Günün birinde gelen bir mektupta babasının öldüğü ve ona kimsenin sahip çıkmaması halinde düşkünler cenaze evinde töreninin yapılacağı ve her cenaze gibi onun da naşının fırınlarda yakılarak küllerinin savrulacağı yazılıymış.
Habere kayıtsız kalmaya çalışsa da eşi mutlaka babası için son görevimi yapması gerektiğini ve son görevini yapmazsa ileride iç dünyasında büyük fırtınalar yaşayacağı konusunda onu ikna etmiş.
Babasının öldüğü kente hanımıyla giden çello sanatçısı; ölenler için son veda töreni yapan cenaze evi görevlilerinin özensiz yaklaşımları karşısında isyan edince, araya eşi girmiş ve onlara kocasının da meslektaşları olduğunu anlatmış.
Çello sanatçısı, babasının naşını son yolculuğa özenle hazırlamaya başlamış. Tam o sırada sıkılı avuçlarından birinden ayakuçlarına yuvarlanan taşla irkilmişler. İşte o taş babasına bir zamanlar armağan ettiği sevginin simgesi pürüzsüz taştır.
O ana kadar babasına duyduğu nefret ve öfke kaybolup gitmiş, babasının cesedine sarılarak ağlamış.
Taş mektupları zaman içinde yazılı çizili biçim aldı. Ve gün geldi mektup oldu, telgraf, telefon, telsiz oldu. Şimdilerde ise elektronik posta dediğimiz iletiye dönüştü. Ama hiçbir zaman insanın dokunduğu ve dokunarak hissettiği yoğun duyguların odaklaştığı taş mektupların yerini alamadı.
Zamanınız olursa o Japon filmini Son Veda'yı izlemenizi öneririm.