Tatil
Bu hafta milyonlarca öğrencinin tatil heyecanı var. Aslında 'Karne Heyecanı' diyecektim lakin internetin yaygınlaşmasına bağlı olarak hayata geçirilen e-okul sistemi sayesinde, bu heyecan, heyecan olma vasfını yitirmiş durumda. Çünkü interneti olan her öğrenci, dönem başından itibaren öğretmenlerinin girdiği notları, anında görebilmekte hatta varsa bir sıkıntı, itirazını da aynı ivedilikle yapabilmektedir. Böyle olunca da okul yıllarının en heyecanlı nesnesi durumunda olan karne, maalesef sıradanlaştı ve öğrencinin günler önceden bildiği alelade bir bilgisayar çıktısı haline geldi.
Bu hafta milyonlarca öğrencinin tatil heyecanı var. Aslında 'Karne Heyecanı' diyecektim lakin internetin yaygınlaşmasına bağlı olarak hayata geçirilen e-okul sistemi sayesinde, bu heyecan, heyecan olma vasfını yitirmiş durumda. Çünkü interneti olan her öğrenci, dönem başından itibaren öğretmenlerinin girdiği notları, anında görebilmekte hatta varsa bir sıkıntı, itirazını da aynı ivedilikle yapabilmektedir. Böyle olunca da okul yıllarının en heyecanlı nesnesi durumunda olan karne, maalesef sıradanlaştı ve öğrencinin günler önceden bildiği alelade bir bilgisayar çıktısı haline geldi.
Elbette teknolojinin geldiği nokta ve yine şeffaflık açısından bakıldığında bu durum, kaçınılmaz bir sonuçtur ve bu konuda hemfikiriz. Fakat eski karne heyecanlarını iliklerine kadar yaşayan bizler, şimdiki neslin bu heyecandan mahrum oluşuna üzülmediğimizi söyleyebilir miyiz? Gerçekten bizim zamanımızda karne günü, tam anlamıyla bir heyecan fırtınasına vesile olurdu. Çünkü notumuzun ne olacağı, tam bir muammaydı ve buna bağlı olarak takdir veya teşekkür alıp alamayacağımızı bile karne gününe kadar bilemezdik. Hatta bir vesile ile yazmıştım; İlkokulu okuduğum ve kendimi başarılı sandığım bir yılın sonunda sınıfta kalmıştım ve bu gerçeği, karneyi aldığım gün ancak öğrenebilmiştim. İşte karne; böyle sürprizlere gebe bir şeydi ve inanın karnesini alabilmek için oturduğu sıradan öğretmen masasına kadar giden bir öğrenci; bir kalbi olduğunu tam da o zaman diliminde idrak ederdi.
Bizim karneler; 'Eti senin, kemiği benim' diyerek okula emanet edilen çocukların, görmüş oldukları talim ve terbiyenin esaslı bir belgesi olmak bakımından sadece okulda değil ailede hatta tüm sülalede büyük bir değer görür, bir sevgili gibi yolu gözlenir, günlerce üzerinde lakırdılar edilirdi… Velev ki; temizlik alışkanlığı kısmında 'Pekiyi' değil de 'Orta' yazılmış ise başta çocuğun ilk mürebbisi olan anne babası olmak üzere ablalar, abiler hatta birinci derece akrabalar bile zan altında kalabilirdi. Zira tırnakların itina ile kesildiği, bit ve pire misafir olmasın diye saçların üç numara kazıtıldığı ve yine siyah önlüğün ön cebinde muhakkak surette dörde katlı, işlemeli mendilin bulundurulduğu bir öğrencinin temizlik alışkanlığı kötü olmak şöyle dursun, böyle bir şeyin tasavvuru bile olmazdı.
Karne, her kısmı itibariyle dikkat kesilen bir belge olmakla birlikte zannımca en heyecanlı bölümü, sınıf öğretmeni tarafından kaleme alınmış olan 'Öğretmen Görüşü' bölümü idi. Bir düşünsenize; gözünüzde adeta ulaşılmaz bir noktada olan öğretmeniniz, sadece size özel bir yazı kaleme alıyordu. Kanaatimce bu yazı, platonik aşk yaşadığınız birinden ansızın gelen aşk mektubundan daha az heyecanlı değildi. Gerçi yazılan şey, çoğunlukla 'Başarılarının devamını dilerim.' Gibi gayet kısa bir cümle olurdu fakat sağ tarafa yazılan bu kısacık cümle, sol taraftaki notlarla birlikte ele alınarak aile içinde günlerce tartışılır ve öğretmenin vermek istediği mesaj alınmaya çalışılırdı. Şimdilerin aksine günlerce süren değerlendirmenin ardından daha fazla yıpranmasına engel olmak babından, annemizin çeyizi olmak bakımından evin en değerli eşyası olma payesine sahip camlı büfeye itina ile yerleştirilir ve uzunca bir süre orada bekletilirdi.
Tabi tüm bu ifadelerimiz, iyi bir karnenin akisleri üzerinedir, sevgili okurlarım. Dilerseniz aksi durumu da bir parça irdeleyip yazımızı nihayete erdirelim. Şayet karne kötü ise o gün evin yolu kilometrelerce uzayıp giderdi. Çünkü öğrenci, kaçınılmaz sonu geciktirebilmek adına, ayağını sürüye sürüye evine gelir hatta iki adım ileri atarken bir adım da geri atardı. Havanın durumu nasıl olursa olsun kan ter içinde içeri girildikten sonra bir poşete sarılı karne, bir suç aletiymişçesine itina ile sehpaya konurdu. Karnelerin her zaman için ilk görücüsü olan anne, kısa bir göz gezdirmenin ardından vaziyeti anlar anlamaz sanki sobadaki bir koru tutuyormuşçasına hemen babaya uzatır ve 'Ne halin varsa gör!' formatına bürünürdü. Hatta dikkatle bakılırsa, birazdan başlayacak ve muhtemelen dram kategorisinde olacak diziyi izlemek için vaziyet aldığı bile rahatlıkla sezilebilirdi.
Baba kendisine kor bir ateş yahut da bulaşıcı bir virüsmüşçesine hızlıca uzatılan hatta fırlatılan karnenin derununu, annenin bu ani hareketi ile anlamış bulunduğundan bakmaya lüzum görmeden yemeğini yemeğe devam ederdi. İlginçtir böyle akşamlarda baba dışında kimse sofraya oturmaz, babanın yemek yerken çıkardığı homurtular dışında başka da bir ses olmazdı. Sessizliği bozan bu homurtular ve babanın ustalıkla alıp verdiği nefesler, ritmi her geçen dakika artan bir ürpertiyi tetikler ve böylece aile tadındaki dram filmimiz, 13+ yaş grubuna yükselmek suretiyle daha bir izlenme kıvamına gelmiş olurdu. Ayrıca yemek süresince, baba enerji depolarken, öğrenci de kendini birazdan olacaklara ruhen hatta bedenen hazır hale getirmeye çalışırdı. Gerçekten şimdi düşünüyorum da babalarımız tam bir pedagogmuş fakat ne biz bunun farkındaymışız ne de onlar farkında imiş. Düşünsenize; üzerine bir ağırlık çöker de uygulanacak terbiyeyi kameti kıymetince anlayamaz diye öğrenciye yemek dahi yedirilmiyordu. Acaba eğitime has böyle incelikleri, şimdilerde kaç pedagog biliyordur. Her yönüyle şanslı bir nesildik vesselam.
Tabi o gece yaşananları aile içi bir mesele olması ve bu nokta-i nazardan özel hayatın gizliliği ilkesi itibariyle es geçerek devamında yaşananlara geçip yazımızı hitama erdirelim. Öğrenci; gerekli talim ve terbiyeyi aldıktan sonra bir köşede sükût eder ancak bu sükût hali ilânihaye olmayıp yaklaşık bir saat sonra hiçbir şey olmamış gibi günlük yaşamına geri dönerdi. Anne ise sanki az önce babanın eline bizzat sopayı tutuşturan kendisi değilmiş gibi bir güzel süt kaynatıp getirir ve çocuğunu şefkatli bakışları ile teselli etmeye çalışırdı. Tabi ertesi gün konu komşu gelir ve karneyi görmek isterlerdi. Böyle durumlarda baba devreye girer ve 'Bizim için derslerden ziyade ahlak önemlidir! İnanır mısınız karneye bakma lüzumunu dahi duymadık!' yollu nutuklarla karne bahsini usulünce kapatmış olurdu…
Bu haftalık da bu kadar sevgili okurlarım; Tatile çıkan tüm öğrenci kardeşlerime ve eğitim camiasına tatlı bir tatil diliyorum. Allah'a emanet olunuz inşallah…