Toprak ve Biz

İnsanoğlu doğar, yaşar ve ölür. Yani geçip gider. Arkada bıraktıkları geçmiş olur ve geçmişe mazi derler bu topraklarda. Burada sanki bir ufak geçiştirme bir atlama var. Neden derseniz? Çünkü aslında geçmiş geçmeyen bir şeydir. Geçmiş geçmez çünkü.. Şimdinin içinde şu ya da bu şekilde yaşar, sürer gider..

Bunun en belirgin işareti de anılar değilmidir? Onlar hep insanda yaşamaz mı? Bazılarını unutsak da bazıları unutulmaz. Bazen anlatır bazen yazarız onları. Bazen umdukların, hayal ettiklerindir yazdıkların, bazen de geçmişte yaşadıkların... Bu sırada toprağın gözü sendedir, toprak unutmaz, toprak affetmez, o hep sotada bekler.. Zaman gelip geçer, yaşlanırsın ve nihayet kaçış yok, sonunda toprağın kucağına düşersin. Toprak ki ölümün gözü, her yerde hep gözetler durur bizi. Sonunda yapacağını yapar verdiğini geri alır, alır götürür bizi.. Topraktan gelen toprağa gider.
Soru şudur: Geldin yaşadın göçtün gittin; peki ama geride ne bıraktın?
Gençlik ve Gelecek
Bunu gençken pek kimse aklına getirmez. Daha çok yaş geçerken akla gelir. Neden mi? Çünküleyim; artık arkada kalan zaman çoğalmış önündeki zaman ise iyice azalmıştır. İşte tam bu sırada telaşlanır insan. Eyvah, işte geldim işte gidiyorum. Ama ne kaldı geride. Niye geldim niye gidyorum? Ne anlamı var bu yaşamın? Madem ölecektim niye doğdum, madem doğdum niye ölüyorum? Madem hükmüm bu sorulara geçmez o zaman geride ne bırakıyorum? Zaman, istemediğin halde bir kuheylan gibi dörtnala koşturarak gelip geçmiş, sen sorularla baş başa kalmışsın.. Atı o saaten sonra durdurmanın mümkünü yok.. O anda birşey yapmanın da. Geçmiş ola.. sen onu daha evvel düşünecektin..
Yaşlanmak..
Ah yaşlanmak ah.. Yanık sesli ozan Aydın, “keşke ölüm olaydı da keşke yaşlılık olmayaydı” diye feveran eder, sevgilisi iki tel beyazı saçlarında görünce.. Her yaşın kendine göre güzellliği var. Ne ki kimse fazla yaşamış olmaktan ötürü yaşlanmaz. İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar. Halbüki yaşamadıkça yaşlanırlar.. Burda da fark yaratan cesarettir, umuttur, yaratıdır. İnsan ki cesareti derecesinde genç korkuları derecesinde ihtiyardır. İşte bu noktadan sonra en büyük korku ölmek değil, neden yaşadığını bilmeden geçip gitmektir bu darı dünyadan.. Bir değer yaratmadann.. Topluma, insanlığa bir nebze de olsa bir şey katmadan..
Zaten yaşlanmak başlı başına hüzünlü birşeydir. Geçen zaman çok, kalan azdır ya ve gittikçe de azalmakatadır, burukluğu bir tarafa telaşı vardır insanda.. Ne ki geçen zamanın çokluğu çokça tecrübe kazandırmıştır, kalan kısmının enerjisinin azlığına karşın. Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir, tırmandıkça yorulursun ama görüş açın genişler. Çünkü zirvede görüntü bambaşkadır. Gençlikte yüksek enrejiye karşılık tecrübe azlığı sözkonusuyken şimdi tersidir artık geçerli olan. Hayat böyle kendini denge de tutar. Sonra ölüm gelir, son eşik, son eşik olan ölümdür. Ee ne yaşadın? Neden yaşadın? Soruları dönenip durur peşini bırakmadan..

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Bakmadan Geçme