Üstün Şahsiyetler
Yunus Türkoğlu yazdı...
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır seferine giderken Ordu-yu Hümayun Gebze yakınlarından geçtiği yerler, hep bağlık-bahçelikti.
Sultan Selim Han;
'Acaba askerlerim, müsaadesiz elma ve üzüm koparıp yediler mi?' diye düşüncelere daldı…
Sonra yeniçeri ağasını huzuruna çağırdı.
'Ağa fermanımdır; Bütün yeniçeri, sipahi ve azap askerlerinin heybeleri yoklansın! Heybesinde bir elma veya üzüm salkımı çıkan asker olursa derhal huzuruma getirilsin' diye emretti.
Yeniçeri ağası hemen harekete geçerek heybeleri araştırdı. Daha sonra Sultanın huzuruna gelerek:
'Sultanım koparılmış hiçbir elma ve üzüm izine rastlamadık!...' dedi.
Padişah, bu habere çok sevindi. Üzerindeki ağırlık ve zihnindeki düşünceler kalktı. Sonra ellerini açarak;
'Allah'ım! Sana sonsuz hamd-ü senalar olsun! Bana haram yemeyen bir ordu ihsan eyledin!' diyerek dua etti ve ağaya:
'-Şayet askerlerim izinsiz meyve koparmış olsalardı, Mısır seferinden vazgeçerdim. Çünkü haram yiyen bir orduyla beldelerin fethi mümkün olmaz!.. dedi.
Musa Efendi Hazretleri, şu hadiseyi anlatırdı:
Gayr-i Müslim bir komşumuz vardı. Sonradan Müslüman olmuştu. Bir gün kendisine hidayete eriş sebebini sorduğumda şunları söyledi;
'-Acıbadem'de tarla komşum Rebi Molla'nın ticaretteki güzel ahlakı vesilesiyle Müslüman oldum. Molla Rebi süt satarak geçimini temin eden bir zattı. Bir akşam vakti bize geldi ve;
'-Buyurun bu süt sizin!' dedi şaşırdım;
'-Nasıl olur! Ben sizden süt istemedim ki!' dedim. O hassas ve zarif insan;
'-Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Sadece bugün değil o hayvanın yediği otların tamamen izalesi bitinceye kadar sütünü size getireceğim…' dedi. Ben.
'-Lafı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? Helal olsun!..'dediysem de Molla Rebi:
'-Yok yok öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkınızdır!..' deyip günlerce bize süt getirdi. İşte o mübarek insanın bu davranışı beni ziyadesiyle etkiledi. Neticede gözümden gaflet perdesi kalktı ve hidayet güneşi içime doğdu. Kendi kendime;
'-Böyle yüce ahlaklı birinin dini, muhakkak ki en yüce bir dindir. Böylesine zarif, hakşinas, mükemmel ve tertemiz insanlar yetiştiren dinin doğruluğundan şüphe edilmez!' dedim kelime-i şahadet getirip Müslüman oldum.
Hanımı Fatıma şöyle anlatır;
'-Bir gün Ömer Bin Abdülaziz'in yanına girdim. Namazghında oturmuş, elini alnına dayamış, durmadan ağlıyor, gözyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Ona:
'-Nedir bu halin?' diye sordum. Şöyle cevap verdi;
'-Ya Fatıma! Bu ümmetin en ağır yükünü omuzlarımda taşıyorum. Ümmet içindeki açlar, fakirler, hasta olup ta ilaç bulamayanlar, yalnız başına terk edilmiş kadınlar, hakkını arayamayan mazlumlar, küfür ve gurbet diyarında Müslüman esirler, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışma takatinden kesilmiş muhtaç yaşlılar ve aile efradı kalabalık fakir aile reisleri beni hüzne gark ediyor. Yakın ve uzak diyarlardaki kardeşlerimi düşündükçe yükümün altında ezilip duruyorum.
Yarın hesap gününde Rabim bunlar için beni sorguya çekerse, Resulullah -sallahu aleyhi ve sellem- bunlar için itab ve serzenişte bulunursa ben nasıl cevap vereceğim?!..'
Kendisine Cenab-ı Hak tarafından büyük tasarruf imknları lütfedilmiş olan Hazreti Süleyman; cinler, insanlar ve kuşlardan oluşan muhteşem ordusuyla bir mahalden geçiyordu. Orada bir karınca vadisi vardı. Karıncaların reisi, Hazret-i Süleyman ve ordusunu görünce;
'-Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! Hazret-i Süleyman'ın ordusu ve saltanatı çok büyük bir saltanattır, çiğnenirsiniz! Yuvalarınıza çekilin.' Dedi…(Neml Süresi, 17-18)
Cenab-ı Hakkın lütfüyle hayvanatın lisanını da bilen Hazret-i Süleyman bu sözleri duydu ve faniliği derinden idrak ettiğini gösteren şu cevabı verdi;
'-Hayır, benim saltanatım geçicidir! Bir kelime-i tevhidin getireceği saadet ve saltanat ise ebedidir!..'
Ve Allah-ü Tel, Kuran-ı Kerim'de Süleyman Peygamberi övdü;
'Süleyman, ne güzel kuldu…' (Sad Süresi, 30)
Ya Rabbi, bizleri haktan, hakikatten ve adaletten ayırma!
Hosça kalınız...