Van Atatürk Lisesi Yılları
Yunus Türkoğlu yazdı...
Geçen akşam gönlüme dokunan bir rüzgâr esti derinden! İçimdeki Van Atatürk Lisesi öğrencisi olduğumuz yıllara ait hüzünle duran duygularımı depreştirdi birden. Kendi kendime dedim ki; paylaşsam bunları dostça sizinle. Ve hissetsem gönlümde yanan kor ateşi sonsuz sevgiyle… Gelir misiniz benimle 1977'lere, 78'lere, 79'lara? Kaybolsa içimdeki kaygılar ve içimi döksem derin hatıralara! Yine yeniden bir şeyler yazsak diyorum o kara tahtalara…
Nasıl geçti anlayamadık! Sanki dün gibi…
Bahçe kapısından giriyorum, karşımda muhteşem görüntüsüyle Van Atatürk Lisesi duruyor. Duvardaki mermerin üzerinde okulumuzun adı, kuruluş tarihi (1948) yazıyor. Birkaç adım yürüyüp, merdivenlerden çıkıp sütunların arasından geçip demir kapıyı usulca açıp içeri giriyorum.
Geniş kare şeklinde bir salon, sol tarafımızda uzun koridor ve yola bakan tarafta derslikler var. Sağ taraftaki kısa koridorda müzik sınıfı, resim atölyeleri ve öğrenci yurdunun olduğu tarafa açılan kapı vardı.
Solumuzda nöbetçi öğrenci masası, sınıf ve karşımızda çift kanatlı kapısıyla Konferans Salonu bizi karşılıyor. Burada daha çok konferans, şiir dinletileri, sergiler, yılsonu etkinlikleri ile okul idarecilerinin bilgilendirme toplantıları yapılırdı. Bilgilendirme toplantıları genellikle cuma günleri son derslerde olurdu. İlk önce okul idaresi duyuruları yapar, sonra bizim istek ve dileklerimizi dinlerdi. Konuyla ilgili sorularımızı müdür muavinleri ile okul müdürümüz Dadaş bizzat cevaplandırırdı. Arada çok güzel diyaloglarda yaşanırdı.
Sağ tarafımızda yukarı çıkan merdivenlerin altında camekânın içinde okulumuzun maketi vardı. Geniş merdivenlerin korkulukları metalden üst tarafları ise ahşap kaplamaydı. Çıkmaya başladık, sağa döndük, tekrardan sağa dönünce üst kattayız ve karşımızda müdür odası duruyor…
Sert duruşunun altında şefkat ve babacanlık, uzun boyu ve kendine has giyinişi olan son derece disiplinli, herkesin Dadaş diye bildiği müdürümüz merhum Servet Aydınoğlu…
Ders zili çalınca hemen sınıflara girer ders araç-gereçlerini çıkarır, kapı açık öğretmenimizin gelmesini beklerdik.
Dadaş'ın o gün dersi varsa çok dikkatli olmak zorundaydık!
Branşı Fransızcaydı, derse genellikle ilk giden olurdu. Elinde teyp ve kasetler, koltuğunun altında kitaplar koridorda yürürken ayak sesinden tanırdık çıt çıkarmadan göz ucuyla onu izlerdik! O'da bizi…
Dikkatli olmak zorundaydık; çünkü, Rahmetlinin derse gidişi sırasında koridorda olmak yürek isterdi
!?.
Dersimize girmiyordu, yabancı dilimiz İngilizceydi ve dersimize Abdullah Gün hocamız girerdi.
Mustafa Atilla anlatıyor; Birkaç arkadaş bir gün dersten kaçarken rahmetli Dadaş bizi gördü. Dönüşte hiçbir şey olmamış gibi derse gitmemizi istedi. Bizler konunun kapandığını zannetmiştik. Aradan on beş gün gibi bir zaman geçmişti. Yekta Haydaroğlu'nun dersindeydik. Nöbetçi öğrenci elinde liste ile sınıfa geldi. İsimlerimizi okudu.“-Müdür bey ilgili öğrencileri istiyor.” dedi ve hocamız bizleri gönderdi. Odasına gidince ifadelerimizi bir güzel aldı!..
Yönümüzü güneye çevirdik karşımızda öğretmenler odası var.
Ellerinde çantalar, yazılı kâğıtları, kitaplar ve güler yüzlü, şık giyimli öğretmenlerimizin odaya giriş-çıkışlarını görürdük. Bunun yanı sıra öğrencilerin kapı önünde öğretmenlere sordukları sorular, memurların resmi evraklarla ilgili görüşmeleri ve arada velilerle görüşen hocalarımız olurdu. Öğretmenler Odasının önünde sürekli bir telaş olurdu vesselam…
Müdür Yardımcıları ve memur odalarının olduğu solumuzdaki kısa koridor idare bölümüydü.
Karşı taraftaki uzun koridordayız. Caddeye doğru sınıflar var. Arka cephede kütüphanemiz ve Laboratuarlar vardı. Kütüphane sorumlusu Bayram ağabeye selam ediyorum.
Bizler Edebiyat bölümündeydik üç yıl caddeye bakan taraftaki sınıflarda eğitim gördük. Bize edebiyatı sevdiren edebiyat öğretmenimiz Mustafa Akyol'du… Tabi Bilimler sınıfında olan arkadaşlarımız ise laboratuarların olduğu arka bahçeye bakan tarafta okudular.
Koridorun bitiminde tekrar kare şeklinde salon, karşıda Spor Odası ile aşağıya doğru inen merdivenlerden kare salona iniyoruz. Solda wc ve tam karşımızda Spor Salonumuz vardı. Beden Eğitimi Öğretmenimiz Reşit Göğüş' ün sesi sanki salondan yankılanıyor;
“-Hadi hadi… Canlan be oğlum…”
“-Güzel, oldu işte bu…”
Van Sporlu Nizamettin Tatar'daki sporculuk kabiliyetini ilk keşfedenlerden biri Reşit Hoca'mızdır. Neşe dolu bir insandı.
Teneffüslerde okulumuzun önündeki bahçe şenlenirdi, Gruplar halinde bir aşağı, bir yukarı koyu muhabbetler ederek yürürdük. Erken çıkanlar okula göre sol tarafta bulunan akasya ile çam ağaçları, küçük bir süs havuzu ve çiçeklerin olduğu bahçedeki banklarda oturma ayrıcalığını elde edebilirdi. Muhabbet konumuz daha çok dersler, öğretmenlerimizin ne dediği, yazılı sonuçları, yapılacak imtihanlar, çıkabilecek sorular, okuldan sonra neler yapılacağı vs…
Yaz demeden, kış demeden okulun önündeki kavakların altında seyyar arabasıyla bize hizmet eden Hoca'nın yanındayız. Yarım ekmek içinde domatesli, peynirli ekmek alacağız mevsimine göre de bir içecek olurdu. Sıcak havalarda ev yapımı cam şişede plastik kapaklı nefis limonatadan çok içerdik. Domatesli ekmekte, limonatada çok lezzetli olurdu. Hoca'ya sağlık ve sıhhatler diliyorum. Buna bağlı olarak okulumuzun batı tarafında da bir bakkal dükkânı vardı her teneffüs oradan da alışveriş yapılırdı.
Müdür yardımcımız Burhanettin Müküs, son sınıfta Rehberlik dersimize girerdi. Yıl boyunca değişen sınav sistemleri konusunda bizleri bilgilendirirdi. Yılsonunda gireceğimiz imtihanla ilgili sorular çözer ve önceki yıllarda çıkan soruların analizini yapardık.
Müzik derslerinde yaşadığımız etkileyici bir anekdotu paylaşarak bitirmek istiyorum.
Müzik sınıfındayız, Aydın Şanal hocamız derse başladı; “Naneci naneci naneci naneci naneci naaaaa…” nakaratıyla ses açma çalışmaları sonrası derse başlardık. Birinci ders bitti. İkinci dersin son beş-on dakikasında artık konu bitmiştir. Hocamız kemanını çalmaya başlar ve müziğin büyüsüne kapılıp giderdi. Biz onu görürdük fakat O, bizi görmezdi!
Ölenlere Allah rahmet eylesin, kalanlara sağlık ve sıhhatler dilerim.
Selametle kalınız…