Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


NE YAPMALI İNSAN

GÜLİSTAN AY

Bir tek seni sığdırabildiğim anı

başkasıyla yaşaman mıydı içimi deşen

seni kaybetmiş olmanın farkındalığı mı

ne yapmalı insan, söyle

izlemeli mi, kapatmalı mı gözlerini

hangisi daha çok deşer

Gözlerimi kapatmayı deniyorum

görmezden gelemiyorum, gözlerim anılarda

ne yapmalı insan, gitmeli mi

kalmalı mı, hangisi daha çok deşer

İzlemeyi deniyorum

görmezden gelemiyor yüreğim acımı

ne yapmalı insan, vaz mı geçmeli

kanamalı mı, hangisi daha çok deşer

Arafta kalmayı deniyorum

hortum misali çekiyor içine benliğin

ne yapmalı insan, söyle

ölmeli mi, yaşamalı mı

hangisi daha çok deşer

Söylesene, ne yapmalı insan

unutmalı mı, hatırlamalı mı

bir gün diner mi bu sızı

geçer mi gerçekten ya da alışılır mı

söylesene! hangisi daha çok deşer

varlığın mı yokluğun mu ?

IŞIK SAÇMAK İÇİN YANMAK GEREK

ABDULHAKİM ÇİFTCİ

Her sessizlik, söylenmemiş sözlerden oluşur diyor adını dahi telaffuzda zorlandığımız yabancı bir düşünür. Zaten kimin söylediğini bilip bilmemek önemli değil, önemli olan işaret ettiği anlam ve düşündürmek istediği mana. Sessizlik deyince insanın aklına ünlü ressam Vincent Van Gogh'un ‘'Çığlık'' adlı tablosu gelir en azından ellerini kulaklarına koymuş, avazı çıktığı kadar bağıran ama sesini kimseye duyuramayan kimseler için bu geçerli.

Aslında fazla uzağa gitmeye gerek yok. Hemen yanı başımızda doğmuş, hemşerimiz, edebiyatın ustalarından ve şiirinde ‘'yatarım yatarım yıl belli değil'' diyen Yaşar Kemal'de aynı şeyi söylüyor. Hatta ‘'Konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü, sonu felakettir'' diyor.Immanuel Kant bu konuda “ Söylediklerimizden çok, söyleyemediklerimize pişman oluruz. Dile getirilmemiş düşünce,gidilmemiş yoldur.” der Esasında üçü de aynı şeyi anlatmaya çalışıyor. Kimi tuvale döküyor kimi şiire kimi ise yazıya. Bir şekilde döküyorlar içlerinde birikmiş sessizliği. Çünkü onlar içinde anlatılmadan kalan bir hikayeye katlanmak kadar acı bir şeyin olmadığını ve o anlatılmamış hikayenin bir yolunu bulup söze dökülmediğinde derinlerde bir yerde sızlayıp durduğunu iyi bilirler. Onlar bunu becerebiliyorlar peki ya başaramayanlar? İçindeki sessizliği dışa vuramayanlar ne yapıyor, nasıl dayanıyorlar peki? Ben söyleyeyim ne yaptıklarını veya ne yapamadıklarını. Onlar melankolizmin dibini yaşıyorlar. Herkesin iştahla konuştuğu bu çağda susmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Tıpkı mum gibi ışık saça saça eriyorlar. Etrafına aydınlık vermek uğruna dibine ışık vermeden herkesin kandili oluyorlar ama tıpkı terzi misali kendi kör noktasını aydınlatamadan zamana yenik düşe düşe devam ediyorlar hayatlarına. Bazen bundan zevk alıyorlar bazen lanet okuyorlar. Çok geride kalmışlarına üzülüyorlar bazen, bazen de fazla ileriden mustarip hallerine şaşırıyorlar.

Hz Mevlana'nın “Işık yaradan sızar.” sözüne can-ı gönülden inanıyorlar. Yavaş yavaş piştiklerini sanıyorlar bir bakıyorlar ki kızarmış, kavrulup gitmişler de çiğ hallerine geri dönmek istiyorlar. İçlerindeki sessizliği ve içe kapanmışlığı, samimiyetsiz ve seviyesiz insanlara karşı bünyelerine bir koruma refleksi olarak kullanıyor, insanı sustuğu yerlerden tanıyorlar. Sükut yani sessizlik onlar için bir keyfiyet haline dönüşüyor başka bir deyişle sessizlik, onlar için cehaletin aksine bilginin bir işareti anlamına geliyor ve susan insanın bilgisizliği tezine asla katılmıyorlar.Onlar çok iyi bildikleri bir konuda susma yolunu tercih ediyorlar.Diğer söylenenleri dinliyor yanlış olduğunu bile bile zihnindeki asıl doğrunun keyfini çıkarıyorlar. Bir konuda fikir beyan etmeyenin o konuyu en iyi şekilde bildiğine inanıyorlar. Etrafta konuşulan saçmalıklara bıyık altından güler, bunu kimsenin ruhu bile duymadan yapıyorlar. Buna mecburlar çünkü içlerindeki sessizliği bir şekilde dışa vurmaya çalışıyorlar.Aksi halde bir yerlerde patlak vereceğini, onları iki adım atamaz hale getireceğini iyi biliyorlar. Zihinlerinin içinde hiçbir şey olmazsa zihnin kendi kendini öğüteceğini düşünüyor, bu yüzden zihinlerini boş bırakmak istemiyorlar. Buna karşın zihnin fazla kurcalanmaması ve sıkıntıya girmemesi gerektiğini de iyi biliyorlar. Çünkü zihnin bu gibi durumlarda bir çıkış yolu aradığını, içindeki girdabı bir yöne sevk ettiğinive rahatlamaya çalıştığını düşünüyorlar.

Tabii bu yönün genellikle insanın kendi bedeni olduğunu, İbn-i Sina'nın Kitab-un Nefs adlı eserinde dediği gibi ruhsal durumun beden üzerinde etkisinin olduğunu ve vücudun zihinden dolayı arıza vermeye başladığını, zihninde bununla meşgul olarak bir nebze olsun rahatlamaya çalıştığını belleklerinde saklıyorlar. Ve fakat buna modern dönemde Sigmund Freud'un bedenselleşme dediğini, modern dünyanın bunu sanki yeni ortaya atılmış dahiyane bir fikir olarak lanse ettiğini, bu tezin kökünün bin sene öncesine dayandığını ve islami geleneğin tüm dünyaya ayar verdiği döneme kadar gittiğini çok iyi biliyorlar. Sessizliğin bir modern çağ musallatı olduğuna inanıyor ve dâhi post-modern dünyanın önce hasta ettiğini sonra tedavi etmeye çalıştığını düşünüyorlar.Onlar; çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz düsturuyla hareket ediyorlar. Konuşmak yerine susmanın daha az kendilerini incittiğini, susmanın kabullenmek olmadığını tersine cevap olduğunu biliyorlar. Kısa cümleler kuruyor, tabiri caizse dillerinin döndüğü kadar susuyorlar. Her sessizliğin arkasında erdemli bir kederin olduğunu düşünüyor, kelimelerin ve dillerin acıyı kuşatamayacağına inanıyorlar. Konuşmayı öğrenmenin sadece iki yıl sürdüğünü ama sessiz kalabilmenin altmış yıl aldığının bilincindedirler.

“Söz kifayetsiz kalacaksa, susmalı insan. Fazladan izahat, lisanen kabahattir.” sözünü hep akıllarının bir köşesinde tutuyorlar. Onlar, sessiz kalarak aydınlık veriyorlar etraflarına. Bir nevi yanarak ışık oluyorlar çevrelerine çünkü yanmak kolay değildir onlara göre tıpkı ışık saçmanın kolay olmadığı gibi.

SESSİZ

ELANUR KAYA

Enkazın altında sessiz kalmış çığlıklar

ecel de gelirmiş enkaz altında

göçük altında yalnız değildirler

Rabbim vardı çok şükür yanlarında

Ömür dedikleri birkaç saniyede bitti

zaman dedikleri dakikalara sığmıyordu

enkazdalardı fakat ses gelmiyordu

seslerini duymayanlar hıçkırarak ağlıyordu

Ah zaman geri gel dediler

ömürleri gitti toprakta kaldı hayaller

annem dediler buz kesti eller

şimdi geri mi gelecek o seneler.

BİR AFETİN KAFA KAĞIDI

MUHAMMET BARAN ASLAN (BARANÎ)

İsyan ile burun burunayım.

Rızan için sabrediyorum Rabbim...

Süzülüp yıllar yılı sayısız derd û kederden

Kaçsam da sürüklendim bu büyük feryada.

Ya Rab bu imtihan ki evlâd û ıy'alden,

Ayrı düşürdü bizi dünya namlı rüyada

Göğsümüzdeki yangın cehennem yangını mı?

Gözümüzdeki korku erişmez mi semana?

Titriyor öfkesinden sanki yerler, gökler!..

Yuvalar yerle yeksan, ciğerler parça parça...

Ceddimin gönlü buruk, şeyhimin kabri metruk!

Harpten başka dem de vatan yıkanırmış kanla!

Şehrime şehadet mührü vurulmuş ki ezelden,

Kahraman, Gazi, Şanlı denmiş bu sahraya

Zahir gök kubbe yıkıldı, yıldızlar yere düştü!

Camiler hanemiz oldu, mektepler birer sofra...

Hangi ağıt anlatır ahvali şimdi heyhat!

Bu afet başka afet, içimiz şerha şerha...

Ruhumuz etimizden ayrılırken gün gün

Avuçlar aynı göğe, dualar başka başka...

Sabret ey halkım sabret ne acılar tattın sen.

Dünya bir nefeslik yer kalsak da başka asra

Rahman ve Rahim olan senden sana kaçtık.

Lütfuna şükretmedik; tövbeler her günaha.

Bugün bize ağlamak sana af günü deyu;

Esirge, bağışla bizi; düşürme inkîsara...

NASIL BİR DÜNYA

MERAL ERBAĞA

Bu nasıl bir dünya ah, dayê dayê

bir yanım eksik, enkaz altında

öbür yanım cesetlerle süslü

şehrin sokakları toz duman içinde

bedenimse paramparça, kayıp

elimde hiçbir şey gelmiyor

umudum, hayallerim yıkılıp

hayal kırıklığına uğrayan çaresizlerin

sokakta hanesiz barakasız

dilindeki isyanın ucunda dayı

yüreğim mezar, toplu gömütlere

Duam, annesiz çocuklara

bense umudunu hayalini

kaybeden gözyaşlarındayım

hangi gideni geri getirip

hangi yarayı sarıp derman olayım

hangi acı altı şubatı silebilir ki

hangi mutluluk mevsimlerin

en kısa şubatı unutturur dayê

hangi hakimin kalemi silecek

doğru bildiğimiz hatayı

Hangi baharlar kışa müjdelenir

hangi asır geceye gözyaşıyla

batıp sabaha umutla doğabilir ki

yetim çocukların çığlıkları

ana, babanın çığlıkları

çatlatırken yürekleri

hangi zaman durdurabilir

sebep olanın utancını

kim silebilir kalemin yazısını

ah, melekler ağladı

yer, gök ağladı

omuzlarda sayının hesabı

Omuzlarda taşınarak kara toprağa

gömülenlerin haline ağlayarak

hangi yürek dayanır buna

hangi sağır dilsiz ağlamaz

bir değil bin defa gömüldüm

taş ve beton yığınları

adım enkaz, soyadım yok

silindi gecenin gölgesinde.

ŞAİRLER AĞLIYOR ŞİİR AĞLIYOR

ERTUĞRUL AKBAL

Adana'mda koptu acı kıyamet

Kilis'imi vurdu her yanı afet

Şanlı Urfa'mızda dert adet adet

Şairler ağlıyor şiir ağlıyor

Adıyaman acı doldu ağlıyor

Maraş'ı yas bastı bağrı yanıyor

Hatay yıkık dökük içi kanıyor

Şairler ağlıyor şiir ağlıyor

Antep'im toz duman içler acısı

Malatya'm da ağlar kardeş bacısı

Osmaniye'm bitkin ağır sancısı

Şairler ağlıyor şiir ağlıyor

Diyarbakır içi enkazlar dolu

Yarıldı surların yürünmez yolu

Koptu insanların bacağı kolu

Şairler ağlıyor şiir ağlıyor

Bina kolanları toz oldu bitti

Ana babaların canları gitti

Enkazda insanın malları yitti

Şairler ağlıyor şiir ağlıyor

Sesi duyan yok mu diye seslenir

Yiyecek içecek yok tozla beslenir

Kurtulayım diye daha güçlenir

Şairler ağlıyor şiir ağlıyor

Minik yavruların gözü yaşlıdır

Ağlıyorlar candan yürek paslıdır

Hüzünlüdür canlar kara kaşlıdır

Şairler ağlıyor şiir ağlıyor

Azrail uykuda çöktü başına

Bakmadı kimsenin türlü yaşına

Adını yazdılar mezar taşına

Şairler ağlıyor şiir ağlıyor

Rabbim böyle acı verme bir daha

Emanet olalım Yüce Allaha

Sağlıkla çıkalım her gün sabaha

Şairler ağlıyor şiir ağlıyor.

SEVDİĞİM

AYŞE DURAK

Tamamla sevdiğim yarım kalmışlığı

yarına borçlu bırakma beni

eksik mısralı kitap gibi unutma sevgimi,

şiirlere eşlik etme gecelerimi

fallardaki umutsuzluğu vurma yüzüme

toparla beni yüreğinle

kurtar enkazında sol yanımı

kurtar hüzünden gözyaşımı

suskunluğum asırlar gibi ağır

bilinmedik lehçeyle haykırıyorum

ne olur duy artık feryadımı,

karışır isyana efkarım

üşür yüreğim şefkatten yana

çığlık çığlığa yalnızlığım

terk eder olmadık anda sevinçlerimi

Geceye demlenen çayın buğusuyla

mırıldanırım kaçak türküler eşliğimdir

gözlerine her bakışımda

özlemlerim konuşmaz

vuslat vuslat düşer yanıma

Tamamla sevdiğim

yarım bıraktığın umudu.

TOPRAK ALTINDA

İSMET BOZKURT (DİLSİZ KALEM)

Saatler sustu sanki soğuk bir sessizlik var

On ilde aynı zaman durdu toprak altında

Bu nasıl bir bekleyiş içerime düştü har

Kıyamet zincirini kırdı toprak altında

Hangisini sayayım Adana, Antep, Maraş

Acil yardım bekliyor yaşlısı, bacı, gardaş

Yan yana yatmış susar olur mu böyle sırdaş

On binler ahir ömre erdi toprak altında

Bir ana feryat edip ağlayıp bağırıyor

El uzatmış enkaza gel diye çağırıyor

Hadi acele edin bakın gün ağarıyor

Kuzusunu kan revan gördü toprak altında

Taşların arasında gözü yaşlı bakıyor

Çocukların sesleri şu cihanı yıkıyor

Buna can mı dayanır ciğerimi söküyor

Kırılan kanadını sardı toprak altında

Henüz nişan yapmıştı vuslata erecekti

Sevdiğiyle birlikte hayaller kuracaktı

Gelinlik giyecekken kefen mi saracaktı

Al yeşil çeyizini serdi toprak altında

Yıkılmış üzerine nasıl canı dayandı

Körpecik bedenleri al kanlara boyandı

Güneşi bekliyorken yer altında uyandı

El ele canlarını verdi toprak altında.

GELİŞMEK

ESMA GÜLAÇAR

Çocuklar bedensel gelişimini tamamlayıp bir an önce büyümek isterler.

Büyüdükten sonra ise ruhsal gelişimin ne kadar önemli olduğunu idrak ederler.

Hepimiz gelişmeyi, daha iyi olmayı, sorunlarımız karşısında daha güçlü durabilmeyi, bahşetmelerimizi güçlendirmeyi, yaşamımızdaki fırtınaları en az hasarla atlatabilmeyi, pozitif bir bakış açısı kazanıp karamsarlıklarımıza bir set çekmeyi, acılarımızı ayaklarımıza takılan bir pranga değil gelişimimiz için, daha ileriye gidebilmemiz için gereken bir aşama olarak görebilmeyi dileriz her an. Ama sadece istemekle yol katetemeyeceğimizin farkındayız da aynı zamanda.Yaşadığımız her acı deneyimden, duygusal sarsıntılardan sonra kendimizce dersler çıkarır, yaşama dair temel kurallar belirleriz aynı hataları tekrarlamamak için.

Ama zaman sıyırıp geçtiği her şeyde olduğu gibi duygu dünyamız üzerinde de etkilerini gösterdikçe kendimizce inşa ettiğimiz prensipleri çürütebiliyoruz.Doğru veya yanlışlığını bir değişim gelişim sürecinin akıntısı içindeyken sorgulayabiliyoruz. Aslında bu arayışımız hayatı anlamlı kılmaya çalıştığımız sürece devam eder.Bazen sadece okuyarak veya dinleyerek öğrenmeye, zihnimize kazımaya çalışırız iç huzurumuzu daim kılacak yolları.

Bazen de bedeli en ağır ama aynı zamanda en etkili öğrenme yöntemi olan yaşayarak öğrenme ile öğreniriz bunları.Ama biliyoruz ki farkında olmadan da olsa yaşayarak öğrenmeyi bekleyenler hep geç kalacak olanlardır.Telafisi, geri dönüşü mümkün olmayan hataların ardından dersini çok iyi öğrenen bir öğrenci olmayı başaracaklardır. Siz de yaşamı belli rutinlerden ibaret görmeyenlerdenseniz, bir insanın gelişiminin ömür boyu devam edecek olan bir öğrencilik süreci olduğunu, ve her zaman göründüğünden çok daha fazlasını başararak, gayr(et) ile açığa çıkacak olan gizli bir potansiyeli taşıdığına inananlardansanız sizi yükseklere taşıyacak, adınızı gönüllere kazıyacak, size asil yüce bir şahsiyet, ulaşılmanın dilendiği bir ahlak kazandıracak olan örnek alınacağınız bir yola adım atmışsınız demektir.Ama farkındalık icraat ile anlam bulur.

Adımlarınızın devamını getirmeniz gerek yol alabilmeniz için. Peki o yolda ilerlediğinizi nasıl anlayacaksınız.Bunun cevabını dünyaca ünlü kişisel gelişim uzmanı Carl Rogers veriyor.Rogers'e göre gelişmekte olan insanın özellikleri şunlardır:

1)Olmadığı bir kişi olarak görünmenin ne kendine nede başkasına faydası olduğunu iyice anlar.

2)İçinde hissettiğinden farklı göründüğünde güvenilirliğini kaybedeceğini bilir

3)Kendi olduğunda daha başarılı olacağını bilir

4)Kendini olduğu gibi kabul ettiği zaman değişip gelişebileceğini anlamıştır.

5)Bir başka kişiyi gerçekten dinlemenin ve anlamanın o kadar birşey olmadığını, bunun için insanın çaba göstermesi gerektiğini bilir.

6) Karşısındakini gerçekten dinlediği zaman kendisine değer kattığını, geliştiğini insanları daha iyi anlamaya başladığını bilir.

7)Diğer insanların kendisinden farklı anladıkları, düşündükleri ve davrandıkları zamanda iyi ve saygıdeğer insanlar olabileceklerini anlamıştır.

Her bireyin kendi deneyimlerinden, kendi tarzında faydalanmasının ve onların içinden kendine göre bir anlam yakalamasının yaşamın en paha biçilmez özellikleri olduğunu farketmiştir.

8)Kendinin ve başka insanların gerçekliklerine kendini ne kadar açabilirse " bir şeyleri düzeltme telaşına o kadar az kapıldığını görür

İnsanları kalıplara sokma, yönlendirme ve kendi istediği yola sokma arzusunu o kadar az hisseder.

Sadece kendisi olmak ve diğer kişilerinde kendisi olmasına izin vermek onu daha mutlu etmeye başlar.

9) Kendisi için doğru olan yolda ilerlediği için pişman olmayacağını bilir

10) Her insan kendisini hem özgür hem de güvende hissedebileceği bir ilişki yaratma çabası içerisindedir.

Bu çabanın değerli olduğunu anlar.

11) Maskelerin arkasına saklı insanın yalnız insan olduğunu hayatın anlamının maskede değil " can " da olduğunu görür.

Ortamda güven azaldıkça maskenin, güven arttıkça Can'ın güçlendiğini bilir.

12) İnsancan olmaya başlayınca artık inançlarında katı olmayacağını, belirsizliğe tahammül edebileceğini görür.

13) "Beni derinden tatmin edeni, beni gerçekten ifade eden şekilde öi yaşıyorum?" sorusunu önemser. Yaratıcı bireyin en önemli sorusu budur

14) İçinde özgürlüğünü keşfeden insanın "sahip olmaya" değil "hakikatini yaşamaya" değer verdiğini görür.

Uzmanın tespitleri son derece önemli bu maddeleri hayatımıza geçirmeyi başardığımızda değişim ve gelişim kaçınılmaz bir şekilde meydana gelecektir.Keşke her doğru bildiğimizi yaşantımıza yansıtacak kadar güçlü, ferasetli bir iradeye engin bir yüreğe sahip olabilseydik.Sahip olamadığımız için çabalıyoruz.Okuyoruz, ilim sahipleriyle istişare ve ilmi istifadede bulunuyoruz.Ve her şeyden önemlisi de bu yolda ilerleyebilmeyi yürekten dua ile diliyoruz.İşte bunun adı ihlastır, samimiyettir, iyi niyettir, gayrettir.

Bunların sonuçsuz kalması mümkünmü?Asla...İhlaslı bir çabayı Allah karşılıksız bırakmaz.İhlas ile açılan eli boş çevirmez,kulun gayreti ölçüsünde onu muvaffak kılar.Herkesin iç huzurunu bulacağı yolları onun gayretine sunar.Dilediği kadar verir.Bazen vermeyerek onun yükseliş yönünü değiştir.Ama hiçbir zaman acılara mahkum etmez.

O yüzden kendinizi asla ihmal etmeyin. Değer vermeye, yatırım yapmaya, elinden tutup geliştirmeye önce kendinizden başlayın. Kendinizi, gizli potansiyellerinizi asla küçümsemeyin! Sadece inanın ve bir yerlerden başlayarak adım atıp ihlasın neticesini bekleyerek gerçek bir tevekkül örneğini sergileyin. Ancak o zaman hayatınızdaki en büyük başarıyı elde etmiş, erdemli bir insan olmayı başarmış olursunuz.

Emin olun ki bu, hayattaki bütün cevherleri elde etmekten bile çok daha kıymetli bir kazanç olacaktır

BENİM İÇİN

GAMZE NUR ÜNAL

Altın balık in denize

inci topla benim için

haber getir ordan bize

mercan topla benim için

Gez yedi kez, yedi cihanı

bırakma yerde pinhanı

anla sırrını ve tanı

sercan getir benim için

Gezdiğin yerleri anlat

Her bir gizemi bin tat

Bilgine binler bilgi kat

vicdan getir benim için.

Bakmadan Geçme