Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

DEPREM ÇOCUKLARI

NAZMİ SARAÇOĞLU

Baba eli tutmuş soğumuş kızı

Gözlerinde korku çocuksu yüzü

Üşüyorum baba diyen o kızı

O masum sözleri sakın unutma

Ana kucağında, sararmış solmuş

Yüzü gözü çamur toprakla dolmuş

Elindeki kuşa sarılmış kalmış

O gonca gülleri sakın unutma

Oyuncağı elde canı yitiren

Ağzında emzikle cansız oturan

Enkazın altında tekbir getiren

O küçük dilleri sakın unutma

Ne oluyor diye şaşkın bakanı

Soğuk bedeniyle yürek yakanı

Yarın okulum var diye yakanı

Tutan o elleri sakın unutma

Unutma ki bunlar tekrar etmesin

Böyle evler yapan hiç kâr etmesin

Şahit ol ki yapan inkâr etmesin

O masum yüzleri sakın unutma

Bunca giden canı sakın unutma

KENDİMİ DİNLEDİM

ESMA GÜLAÇAR

Karanlık çöktü, tüm uğultular kesildi. Yalnızlığımla başbaşa kaldım. Artık kendimi dinleyebilirdim. Ne istediğimi, neyi haykırdığımı, neyin kıskacında kıvrandığımı öğrenebilirdim. Kendimi dinledim tıpkı kendimden başka herkesi, hep başkasını dinlediğim gibi anlamaya, hissetmeye çalışarak, yargılamadan, eleştirmeden... Ve gördüm ki; etrafımdaki insanlar için yaptığım fedakarlıklara karşı, kendime fazlasıyla bencilce davranmışım. Bir başkası bana kırılmasın, benden yana bir şikâyeti olmasın diye kıvranırken, kendime karşı ne kadar da kaba ve acımasız olabiliyormuşum. Başkasına verdiğim tesellinin çeyreğini zor zamanlarımda kendime veremiyormuşum. Ben sevgiyi, ilgiyi, teselliyi ve desteği hep başkasından bekleyerek kendimi ne çok sevgisiz, ve desteksiz bırakmışım meğer. Diğergamlığımın altında ezivermişim içimdeki küçük, dinlenmeye, ve anlaşılmaya muhtaç iç çocuğumu, benliğimi, şahsiyetimi... Hep feragat etmişim meğer kendi isteklerimden, sağırlaşmışım yüreğimin derinliklerinden gelen nidalara, gömüvermişim ne çok şeyi, dinleyip anlamaya hep hazırken anlatacak bir yoldaş bulamadığım için. Hep ötelediğim, yok saydığım, üzerini örttüğüm beklentilerimin, hayallerimin kırıntıları simama bir burukluk, bir donukluk olarak yansımış. Bir burukluk, bir donukluk, bir kırgınlık.... Sahi gözlerimde bir ışıltı vardı bir zamanlar değil mi? Çocukken, yazdığım kompozisyonları beğendiği için beni genelde hep seven Türkçe öğretmenlerimden birinin hatıra defterime yazdığı şu ifadeden anımsadım: "Gözlerindeki ışıltı hiç bir zaman sönmesin" Gözlerdeki ışıltı! Hemen her çocuğun sevgiyle bakan masum bakışlarındaki o ışıltı, yaşama sevinci... Ben onu kaybettim belkide. Kendimi bu kadar örseleyerek. Oysaki kendimi sevmek benim görevimmiş diyor psikologlar. En zor anlarımda beni teselli edecek ilk kişi ben olmalıymışım. Sarılacak bir dost bulamadığımda bir dost eli gibi sıkmalıymışım kolumu, okşamalıymışım başımı ki beynim onu bir dost eli gibi algılayıp mutluluk hormonu salgılayabilsin.. Sevgiyi kendimden esirgememeliymişim. Kendimle barışık olmamın yolu buradan geçtiği için Bu düşüncelerle kendimi dinlemeye hazırlanırken, artık beni sevdiğine ve beni her zaman dinlemeye hazır olduğuna inandığım bir BEN var karşımda diyerek başlamıştım kendimi sorgulamaya. Ben ne istiyordum, neleri hedefliyordum, neyin eksikliğinde yaşama sevincimi kaybediyordum, ne ile yaşama tutunabiliyor, onu anlamlı bir şekilde yorumlayabiliyordum... Tüm bu sorularımın cevabını tüm sesler kesildiğinde, sessizliğin huzuru ortaya çıktığında verebilecektim. Ben bu sayede kendimi tanıyabilecek, yaşamındaki sorumlulukların, gerçekliğin, beni harekete geçirecek iç dinamiklerimin farkına varacaktım. Ve böylece olgunlaşacaktım. Ünlü psikolog Doğan Cüceloğlunun ifadesiyle: yaşamımda varolmanın sorumluluğunu duyarak olgun insan olma yolunda ilerleyecektim.. Beni güçlü kılan iç dinamiklerimi bulabilecektim bu sayede. Böylece yaptığım içsel yolculukta farkettim ki, Ben, doğrular uğruna çabaladıkça, hayatımda kalıcı, anlamlı ve faydalı bir iz, bir eser bıraktıkça, sonsuz hayatım için bir imtihan yeri olan bu dünyamda, yerine getirmem gereken, yerine getirirken beni mutlu ve mutmain edecek olan yüzlerce sorumluluğumun hakkını vermek için gücüm ölçüsünde çabaladıkça huzur bulabiliyordum. Dünya hayatımı ahir, sonsuz hayatıma endeksleyerek onu anlamlı kılabilirdim ancak. Ben rabbimin çizdiği sınırların dışına çıktığım an yaşama sevincimi kaybediyor, ruhumu aç bırakıyordum. Kendimi sevgisizliğe mahkûm ettiğimde gözlerimdeki hayat emaresi olan, umut vaadeden ışıltıyı kaybediyordum. Ben önce rabbim katında iyi bir kul, sonra bana güvenen, bana dayanan masum sevgileriyle beni kucaklayanların nazarında iyi bir insan olmayı hedefliyordum. Öncelikle rabbimin gösterdiği istikamette gittikçe, onun benden razı oluşunu, o duyduğum tarifsiz iç huzurla hissederek, sonra da bana bir birey olduğum için saygı duyan, yapacağım faydalı işler için de bana değer verenlerin desteğiyle güç bulabilecektim. Birilerinin acılarını hafifleterek mutlu olabilecektim. Ben ilmimi arttırıp insanları aydınlatarak, irşad ederek, üzerimdeki sorumluluğun ağırlığını hafifletebilecektim. Ben cehaletin, haksızlığın, zulmün hüküm sürdüğü bir yerde boğulacaktım, kendi kendimi yiyip bitirecektim. Ben hedefsiz, başı boş ve rotasız kalamazdım. Her zaman beni kemale erdirecek yeni hedeflerim olacaktı. Bu yüzden ben boş duramayacaktım. Bir kenara çekilemeyecektim boşluğun beni çepeçevre sarmasını kabullenemeyecektim. Her zaman yeni bir ihtizazın verdiği enerjiyle hep bir şeyler yapabilecek, üretebilecekti beynimin milyonlarca nöronu. Taki sayıları tükenip vazifeleri son buluncaya kadar. Ben vicdanımın fıtratımın ve imanımın karşı çıktığı her şeyin zamanla yanlış olduğunu görecek ve bu yanlışların bana empoze edilerek duyarsızlaşmamak için direnecektim, direniyordum. Direnirken asileştiğim için üzülecektim. Sonra tepkilerimizin bir anlamı, onların dayandığı gerekçelerin varlığını düşündükçe ben kendimi toparlamaya, törpülemeye devam edecektim. Ben aslında hayatım boyunca hep bir şeyler öğrenecek, hep bir yerlerden kendimi onarmam, törpülemem gerektiğini anlayacaktım. Bu yüzden asla kendimi yüceltmemem gerektiğini, bir insan olarak her zaman hata yapabileceğimi anlayacaktım. Kendimi dinledim, kendimi tanımaya çalıştım ve böylece rotamı belirleyebildim. Bir boşlukta amaçsızca savrulduğunuzu hissettiğiniz her an sizde kendinizi dinleyin. Kendinizi tanımadıkça başkalarını tanıyamazsınız, kendiniz sevmedikçe başkalarını gerçek anlamda sevemezsiniz, kendinize, Allah ın bir sanat eseri olarak saygı duymaz ve kendinize, nefsinize zulmederseniz bir başkasına da saygı duymaz, onların haklarını kolayca ezebilecek hale gelirsiniz. . Kendinizi baştan aşağı tahlil edin. Bir mucize gibi işleyen fizyolojinizi, ruh dünyanızı düşünün. Yaradanın bir sanat eseri olarak değerinizi tartın. Her fiilinizin ne çok anlam ifade edebileceğini düşünün. Her birinin bir mükafat veya mücazat ile neticelenecek kadar önemli olduğunu hatırlayarak. Ulaştığınız bu yaşınıza kadar, çabalayarak geldiğiniz konuma, ulaşıncaya kadar ne çok insanın sizin yetişmenizde emeğinin geçtiğini, kainattaki her şeyin sizin yapıp ettiklerinizden hissesini aldıklarını, ne çok şeye etki edebileceğinizi düşünün. Koca bir kainatın küçük bir misali olarak ne çok fonksiyon üstlendiğinizi. Küçük hacmiyle kalbinizin maddi kapasitesinden kat be kat büyüklükte çirkinlikler ve güzellikler barındırabildiğini, bir kalbi kırarak bir kainatın dengesini sarsabileceğinizi, nefret ve öfkeyle dudaklarınızdan dökülen, frekansı yüksek her bir sözün, canlı cansız herşeye sirayet ettiğini ve evrende dönüp dolaşıp tekrardan size isabet edeceğini düşünün. Sevgiyle dokunduğunuz herşeyin zamanla ne kadar değiştiğini, Düşünün ne kadar alçalabileceğinizi ve ne kadar yücelebileceğinizi, Düşünün... Düşünün ve başı boş bırakılmadığınızı görün. Siz değerlisiniz! Bir kainatın dengesine etki edebilecek kadar, bir toplumu, değiştirebilecek kadar, insanlığı kurtarabilecek kadar hem de. Bu yüzden kendinizi küçümsemeyin, kendinizi hırpalamayın, aşağılamayın. Kendinizi yeniden onarın. Yaşadığınız sürece açık olacak olan tevbe, umut, ve manevi diriliş kapısından girin. Kendinizi sevin, dinlemeye anlamaya çalışın ki kendinize kapattığınız kapılar size tekrardan açılabilsin.

KARA AĞIT

ALPER ALPEREN

Her gün vedalaşarak, çıktılar evlerinden

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Tutuşup can verdiler, kömür alevlerinde

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Yıkar mı gözyaşları kömürün karasını

Sarar mı katran katran damlayan yarasını

Yol ettiler yaşamla ölümün arasını

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Yüzündeki karalar kaderin karası mı

Yakılan ağıtların duyulmaz narası mı

Yanan o yüreklerin sarılmaz yarası mı

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Böyle mi yazılmıştı madencinin yasası

Çalışıp didinirler, para görmez kasası

Onların bütün derdi, çilesi ve tasası

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Maden ocaklarında gül açmaz, akmaz seller

Orada şafak sökmez, gün doğmaz, esmez yeller

Yer altında kaybolmuş, kocaman siyah eller

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Sağırdır, karanlıktır yer altının kuytusu

Ağırdır kara gözlü kömürlerin uykusu

Kara bir kalem ile yazılmıştır öyküsü

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Onlar ne gün gördüler, ne sevinip güldüler

Kömürün karasında adım adım öldüler

Bu dünyanın kapkara kalbine gömüldüler

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Özlemiydi onların ağaçlar ve gökyüzü

Hayal oldu onlara gezmek için yeryüzü

Karanlıktı her günü, güneş görmedi yüzü

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Kara elmas uğruna verdik nice canları

Yaralar is bağlamış, damlamıyor kanları

Avladı yer altında kara ölüm onları

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Allah'tan gelmiş ise ölüm elbet baş tacı

Velakin bulunur mu yoksulluğun ilacı

Çekilen bunca keder, bunca dert, bunca acı

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için

Ben Ozan Alperen'im, şiirim kömür kokar

Bu şiirle gözümden damla damla yaş akar

Bu şiir ağıt olup yürek yakar, can yakar

Kara kömür kokulu bir lokma ekmek için.

ÖLSEM KİM ÜZÜLÜR

SİBEL KARAGÖZ

Kimse, kimi kimsesi olmayan kuşlar

belki de onlar bile

bir kanat çırpışının

bir sesin sessizliğini taşırlar

hiç kimsenin aramadığı

yokluğumun, yokluğunda

kahve höpürdettiği yanına da

çifte kavrulmuş lokumu lokmalığı

her şey bu kadar açıkken

neden sorusu düşer

öyle yorgan döşek

Neden... Neden... Ya da niye...

bu kadar değer bilmezin yanında

bir değer olmayı bekledin

İşte sorular...üstelik

hiç birine bir tek cevabım yok,

belki hayattı beni geri plana çeken

belki korkularımdı

O, bu, şu, bir sürü sebep

bir sürü cevap,

bir tek sorunun cevabı yok

ben ölsem kimin umurunda

ya da kim üzülür...

cevabı çok net, kimse, hiç kimse…

DÖN Bİ'BAK KENDİNE

CUMALİ NARÇİÇEK

Kavurucu çöl sıcağında

savrulmaktaydı sağa sola

üstü başı toz toprakla

aramaktaydı hakkı hakikatle

Bir bulabilseydi hakkı

kavrulmuş vücuduna merhem

derdine deva sürecekti

ne merhemi ne de devayı buldu

ararsa beşerlerin arasında

olacağı da buydu

Eksik olanı eskitilmişlerde arama

değerli olan antikacıda

döner bir bakarsa kendine

hurdalar arasında talan etmekte

Bulacağının kendine hayrı yok

sana etmez ki fayda

çıkıp aramazsa doğru yerde

bu gidişle olur rezil rüsva

girecek kabre kirli kefenle

Kendinde eksik olanı ararsa

eksilmeyecek olanda arasa

bulur kendini tamamlar

fayda bu hakkın yolunda

Yol önemli amma niyetsiz ne fayda

sözle eder göstermezsen fiilen

halin yaman ki ne yaman

tutan olmaz elinden

çıkamazsın düştüğün delikten

demezler Mevla eyle hakkına

rahmet etmeseydin kula minnet

ederlerdi sana hakkı rahmet

Farkımız olmadı senden,

bu gidişle yok bize de rahmet,

her koyun kendi bacağından asılır dediler,

bizi ayırdılar teker teker ,

gerek var mıydı küçük düşmeye,

Ne çölde, ne hurdalıkta, ne beşerde

yoksa hiçbir yerde,

arayıp durma boş yere,

avare olmaya gerek yok bu gidişle

Oturup soluklanırsa azıcık

ciğeri havaya kafası rahata erecek

dönüp dolaşmadığı kaldı mı bir yer

bıraktı mı dönmeyi kendine

ararsa bulacak doğru yeri kendinde

o zaman mutlu erecek hakkın rahmetine…

NE KADINLAR VAR

AYŞEGÜL AYAZ

Saçlarına serpilmeyen

papatyalardan habersiz

katili zaman, ömrü viran

ne kadınlar var

Alnından öpülmeyen

ellerinden tutulmayan

yüreğine dokunsan

cenneti serecek olan

ne kadınlar var

Dört duvarı mesken eden

hayalleri geceyi aşan

ruhunun enkazında kalan

her kelimesi günah yazılan

Azrail'i baş ucunda beklerken

uykuyu özleyen ne kadınlar var.

BURSA'YI İZLİYORUM

İSMAİL TOPÇU

Bursa'yı izliyorum

serin sahil boyu

yemyeşil çimenleri

boylu boslu ağaçları

Bursa'yı izliyorum

Bursa'yı izliyorum

Mudanya sahil boyunu mavi

martıların simit avladıklarını görüyorum

ruhuma bir ışık saçıyor eski günler

Bursa'yı izliyorum

Bursa'yı izliyorum

Uzun Çarşı'nın kalabalığı

cıvıl cıvıl Kozahan

bahar havası bir başka

Bursa'yı izliyorum

Bursa'yı izliyorum

Bursa Acemlerspor

heyecanla gol, gol sesleri

sokaklarda şenlik

Bursa havası bir başka

Bursa'yı izliyorum

Bursa'yı izliyorum

bir güneş doğuyor aradan

kuşlar cıvıldar

bir pazar kahvaltısı

Bursa'yı izliyorum.

Bakmadan Geçme