Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri

RENKLER

ALİ HACI HAMMUD

Yakın zamanda elim bir kaza sonucu aramızda ayrılan genç kalem

Ali Hacı Hammud'a rahmet niyazıyla

Doğanın renkleriyle başlayan

karanlıkla yüzleşince sönen

bir renk vardır

üstüne ne yazarsak o çıkar

Bir renk vardır

tüm renkleri içine alan,

bir renk vardır

içinde bütün renkleri besleyen

bir renk vardır

dünyayı oluşturan

Kırmızı,mavi ve sarı gibi renkler

bir canlıyı güzel kılan

bütün renkler evreni

güzel göstermek için var.

HASRETLİĞE AYNA

NURAY DOĞAN

Dağların arasında ensesinde yalnızlığın uğultusu

çıkmaz sokakların mührüyle karanlığın kuytusu

bu köy çıkrık seslerinin hıçkırığında

ağlar, karalar bağlar, boğum boğumdur sesi

gözleri düğüm düğüm, bağrı hüzün renginde

Kar eksilmez damında, soğuk; iliklere kadar ayaz

bebelerin vaveylası anaların kulağında avaz

ezan sesi alır sessizliğini, şimdi vakti namaz

dimdik kıyamda, gül esintisi rahatlar nefesi

gözyaşı, hasretliğe ayna, dilinde niyaz

Her evden yükselir dualar, anar şehidini

kiminin evladı belki babası, can yoldaşı, eşi

bu köy ıssız, söküldü kemiği, tırnağı, dişi

ah anaların sağ olsun vatan, deyişi

alnındaki çatık çizgi, ciğerinin isi, can paresi

tesellidir balasının gülümseyerek gidişi

Penceresinde gözyaşı buğu, çeşmesinde Kevser

gergefinde ay yıldızı, nakışlıdır damla damla

o mübarek ellerde al kına, donuk bakışlar

selamlar beyaz göğü, yer kırmızı, Allah büyük

dilinde Ağustos'un harı o mübarek zafer

mehter olur, semada coşkuyla tüter durmadan

bu köy tekbir sesiyle bayrak olur dalgalanır

kıyamete kadar toprağa mührünü vurur

Değirmende ince ince öğütür acısını

küplere basar feryadını vatan, diye diye

dağların yarası, Davut' un ateşinde, narın içinde

sonra susar, sessizliğe dalar, uzaklara bakar

dönmeyecekler ama bilir ölmeyecekler

bu köy Çanakkale'nin girdabında geçilmez

Sakarya'nın meydanında çiğnenmez

Antep'te eğilmez, Maraş'ta şahlanır bükülmez

Sessizliğinde Sütçü İmam'ın duası sarılıdır

tek kurşunla Hak Nebi'nin sedası gökte bayrak

Anadolu olur ezele uzanır namı yedi düvele

bu köy bir ölür, bin dirilir tohum tohum saçılır

her bucağında vatan yeşerir öbek öbek, ey

can pahasına inmedi o al bayrak, inmeyecek

bu köy sessizliğin içinde koskoca bir yürek.

KADİM KOKULU GEÇMİŞİN RESİMLERİ

BAHTİYAR BURAK

"Toplanıp gittiler

Küheylanlar ilmeği gevşek urgan izli boyunlarıyla

Barut kokuşlu miskin sırtları tonozlara dayalı dervişler

Gittiler"

Hakikat yeşil elbise giydiğinde

Kayıt düş azdan seçmeli tarihten

Bir gün doğar ak damlardan

Gün batsın Erek olmalı ardı

Hangi kadim medeniyet bıraktı seni

Takvimde İlyas günleri ve Nuh torunları

"Akçe sesleri satıcı bağrışları sinmiş Arap rakamlı sarı defterler

Safran sarısı güneşi bize bırakarak

Gittiler"

Kesme taştan düşlerin Ahlat görkemi

Muradiye zamanı dişleriyle parçalar

Kalesi çivi yazısından kırık dökük

Akdamar perçemini bir güzele çözdürür

"Bir daha olur muyum dilsiz ağıtları ile

Zafer muştusu içinde kabirlerce kabirler

Sinlerini alıp da gittiler"

Avlularda ağırşaklar

kara koyun yününden çul dokur nineler

Sokaklarında

saçları soda ve güneş yanığı çocuklar

Dağlara komşu kerpiç ve tezekten

Yaylası kekik kokar çiçek döşer suları

"Geldiler

Bend-i Mahi'den Biane'ye

Yolların düğümünü çözmeye

Geldiler"

Tandırında göz göz olmuş nan

sofralarda ot kokusu ve kavut

Bağdaş kurmuş çay deminde

Çıkarırken derisinden inciyi birkaç Vanlı

Edebiyatın şarktaki şakıyan şavkı

Güneşin her doğuşuna şahit

Muştular baharı

Bir göl bu kadar deniz olur

ve bu kadar yakışır şehre

SEVDİM SENİ...

ERCAN ULUTAŞ

Bir sahil kasabasında buldum seni,

orada vurdun beni

kıyıda martı sesleri

orada sevdim seni...

Bir sahil kasabasında gördüm seni

orada yaktın beni

gökyüzünde kuş sesleri

orada sevdim seni...

Bir sahil kasabasında aradım seni

orada yıktın hayallerimi

kara bulutlar çöktü üstümüze

orada yaktın beni...

Bir sahil kasabasında kaybettim yolumu

sana dair izler ararken

hayal miydin serap mı yoksa gerçek mi

orada mecnun ettin sen beni

sevdim seni...

BU GECE

İMDAT FAAL

Düşler sokağında, düş görmüş gibi

Hayallere daldım, gittim bu gece

Yârin zülfünü, hep örmüş gibi

Eridim yok oldum, bittim bu gece

Saklandığım yerde, bin yıl kalsam da

Yedi Uyurlardan, biri olsam da

Kaybolan benliği, narda bulsam da

Dumanım savruldu, tüttüm bu gece

Harlansa alevim, köz olsa özüm

Senden başkasını, görmez ki gözüm

Daha bir faniye, çevirmem yüzüm

Ben kendi kendime, yettim bu gece

Duvarda asılı, olan resmini

Benliğimde kalan, mağrur cismini

Herkes merak eder, senin ismini

Kendimde sakladım, yuttum bu gece

Üşürüm ayazda, donarım belki

Aşkın aleviyle, yanarım belki

O güzel gözlere, kanarım belki

Kendimi gönlüne, attım bu gece

İmdat'ım, kaç sabah, ettin de hele

Sen o vefasıza, nettin de hele

Onun yanına mı, gittin de hele

Gönlümü pazarda, sattım bu gece.

EFGANIM SENSİN

MEHMET MUHLİS ŞEPİK

Kalmadı mecalim kalmadı halim

Baktığım gözlerde efganım sensin

Adını anmaya korkuyor dilim

Sustuğum sözlerde efganım sensin

Hasretin gözümde durulmaz akar

Kederin toplanır neşemi yıkar

Ettiğin kelamlar içimi yakar

Yandığım közlerde efganım sensin

Kaderin sırrına vardım varalı

Tabibsiz derdinle gönlüm yaralı

Kapımda bekliyor dertler sıralı

Vardığım gizlerde efganım sensin

Küstürdün ömrümü bahara yaza

Ateşten gönlümü döndürdün buza

Kalmadı hevesim varmadım haza

Kaldığım güzlerde efganım sensin

Yedi düvel gezdim adını sordum

Tozpembe düşlerle hayaller kurdum

Gelirsin sanmıştım kalbimi yordum

Düştüğüm izlerde efganım sensin.

SEBEPLİLİK KISKACINDA İNSAN

ABDULHAKİM ÇİFTÇİ

Özü itibariyle nakıs olan insan ister atılmış isterse gönderilmiş olsun aleme düştüğü andan itibaren bir anlam ve hakikat arayışına girmiş, kendisinde bilkuvve olarak var olan bu arayışı çağlar boyunca devam ettirmiştir. İçine düştüğü evrenin tabiri caizse bir çamaşır makinası gibi teknik çalışması insana nereden geliyorum, niçin yaşıyorum ve nereye gidiyorum gibi has kaygı taşıyan sorular sordurtmuş, onun katlanılması zor olan bu oluş ve bozuluş dünyasında sığınılacak bir liman aramasına sebep olmuştur. Pozitif bilimlerin sebep ve sonuç ilişkisini zorunlu ele alması, evrendeki yasaları değişmez nitelikte görmesi insana irade ve özgürlük konularında bir sınırlama getirmiş ve nedensellik üzerine kafa yormasını tetiklemiştir. Öte yandan insanın oluş ve bozuluşa tabii bir yapısının olması, alemin bizatihi eksiklik barındırması, yüzde bir bile olsa yasanın aksi ihtimalinin olması insana alemin zorunlu bir nedenselliğinin olamayacağını düşündürtmüş, onu bir çıkar yol arayışına sevk etmiştir. Anlamsız bir hayata katlanamayan insanın yaratandan ötürü ve yaratılış gereği noksan olan alemde hastalık vb. Acılara nasıl katlanması gerektiği hususunda çaba sarf etmiştir. Yaşama sanatında ustalaşırken edindiği mizahi hileleri hayatın acımasızlığına karşı bir koz olarak kullanan insan, birkaç yıllık ömrünü anlam biriktirmeye harcamıştır.

Esas itibariyle bir karşı refleks ile hayata tutunan insan, anlam ve hakikat arayışını zaman zaman sekteye uğratmıştır. İçinde bulunduğu hayati şartlar onu mücadeleye zorlamış, yaşama tutunma ve onu sürdürebilme uğruna düşünsel faaliyeti zorunlu olarak arka planda bırakmıştır. Burada grek septisizminin (kuşkuculuk) ve post-modern nihilizmin (hiççilik) tuzağına düşmüş, hakikat ve anlam adına her türlü faaliyeti rafa kaldırmıştır. Kuşkusuz böyle olmasında evrenin determinist yapısı ve sebep-sonuç ilişkisinin mutlaklığı önemli rol oynamıştır. Nedensellik yasasının zorunlu olmadığını, mantık ve matematik mutlaklığının pozitif bilimlerde görülmediği her ne kadar dile getirilmişse de insan bunu göz ardı etmiş, muallakta kalmayı tercih etmiştir. Bu, beraberinde büyük travmatik olaylara kapı aralamış, anlamsızlık duygusunun verdiği büyük yıkımı iliklerine kadar hissetmiştir. Buna bir başka perspektiften bakılacak olursa insanlığın karşı karşıya kaldığı değer yitimi, özellikle aydınlanma ve sanayi devrimi sonrasında doruk noktasına ulaşmış, insanlığın artık geri dönülemez bir yola girmesine sebebiyet vermiştir.

Yaşanan bu değer yitimi daha doğrusu kendi eliyle bizzat yitirdiği ahlak ve değerler silsilesi maddeci ve pozitivist ideolojilerin kurbanı olmuştur. Nitekim 20. Asrın ortalarına doğru yaşanan büyük dünya harpleri, değerini yitiren insanın ne derece vahşi davranışlar sergilediğini ortaya koymuştur. Pozitif aklın geliştirdiği silahların nasıl acımasızca masum insanları katlettiğini gözler önüne sermiştir. Ruhunu kaybeden insanların tek düğmeyle milyonlarca insanı adeta yok ettiği ve buna aldırış etmediği görülmüştür. Bilimsel sebepliliğin ve determinist yapının tutsağında yok oluşa doğru yürüyen insanın, gidişinin bile nereye olduğunu bilmediği bir zaman dilimine ve mecraya akıp gitmesi bunun en bariz göstergelerindendir. Kalp ve aklın mücadelesinde aklın zaferini ilan etmesi insana ölümcül bir misyon yüklemiş, emanet bilmesi gereken doğaya karşı bir tahakküm kurmuştur. Varlığının aslı unsurunu heba etme yolunu tercih etmiştir.

KELEBEKLER

NECDET TEKE

Sen yaz ol, güller çiçekler gibi

uçsun kelebekler yapraklarında

bal arılar konsun çiçeklere

her yer sen diye koksun...

Sonbahar ol, yokluğunla dallarda

dökülsün, yapraklar... sararıp kül olsun

yüreklere hüzün dolsun kocaman

mutluluk huzur sensiz bir bahara kalsın...

Kış ol, kar kıyamet, fırtına rüzgar ol

kopsun yürekte sevda sonsuza

yağmur gözyaşı olsun ağlasın bulutlar...

Gitme sen, yaz'ım ol, kış'ım ol…

sonbahar'ım ol, yine gel başa dön

ilkbahar'ım ol... hayat gibi yeniden

Sen ben, dört mevsim bir ömür ile

Dostça, arkadaşça hoşça kalalım....

adı ay, geceye ışık saçan yıldızlar gibi ışıl ışıl

göğe sığınmış bir melek... adı sen...

Sevgiye hasret, aşka haslet, gözleri ışıl ışıl…

gün ağarır karanlık gecelerde

seni düşünür, yüreğim de bir parça

ay mı yıldızlar mı, ben bilirim seni

sen bir melek...

Yaz bahçemin gülü dalı yaprağı yeşil

küçücük rengarenk uçuşan kelebekler

sen ben el ele bir hayal işte, hayalim de sen

şırıl şırıl akan şelaleler, sen ben ve

uçuşan kelebekler.

HOROZUN AMERİKALI TİLKİYLE HİKÂYESİ

HASAN ORTAKAYA

Amerika'da bir askeri okul dersliğinde aniden ışıklar kapanmış ve bir çizgi film ekranlara yansımış. Filmin adı; Küçük Tavuklar, Yetişkin Horoz ve Tilki.

Bir kümeste birçok tavuk ile genç ve küçük horozlar bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunmakta, kümesin etrafında da bir tilki dolaşmaktadır. Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve cılız kalmışlar. Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar buğday dağıtarak yaşamalarını sağlamaktadır. İçeri giremeyen tilki, kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza seslenir ve ona biraz mısır verir. Mısırı yiyen genç horozun hoşuna gider ve her gün tilkiden mısır almaya başlar. Bir süre sonra tilki, tecrübesiz genç horoza tek başına yiyebileceğinden daha fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yer hem de diğer akranlarına dağıtır. Yaşlı horoz, her ne kadar tilkiden bir şeyler almanın doğru olmadığını söylese de fayda etmez. Günler böyle devam edince yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki rolü kırılır ve etrafındaki tavuklar azalmaya başlar. Artık popüler olan ve irileşen genç horozun etrafı ise daha kalabalıktır.

Bir süre sonra tilki, kimseye görünmeden, kümesin kapısının önüne mısır bırakır. Kümeste, kapıyı açıp açmama konusunda tartışma çıkar. Sonunda korkarak kapıyı açarlar ve kafalarını dışarı uzatıp temkinli bir şekilde yemleri yiyerek hemen geri çekilirler. Bu olay bir süre böyle devam eder ve başlarına hiçbir şey gelmez. Kümesteki tavuklar rahatlar ve korkuları azalır. Nihayet bir gece, tilki kümesin önüne bolca yem döker, artık korkusuz olan tavuklar “genç ve güçlü” horozun öncülüğünde dışarı çıkar ve rahat rahat yemlenirler. Gün geçtikçe civcivler de iyice kilo almış ve kocaman olmuşlardır. Bir gece tilki, kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır döker. Sabahleyin kümesten çıkan tavuklar korkusuzca yemlene yemlene mağaraya kadar giderler. Onları içeride bekleyen tilki, bütün tavuklar mağaraya girince mağaranın kapısını kapatır. Nasıl olsa verdiği yemler onların semizleşmesini sağlamış ve bir tanesi bile boşa gitmemiştir. Tavuklara bütün dünya gençlerinin anlayacağı evrensel dillerle: “welcome, xoş gəldiz, willkommen, ehlen ve sehlen bikum, bienvenue, hun bi xêr hattîn, hoş geldiniz…”

Işıklar yanar ve dersin hocası kürsüye çıkarak şu notu patlatır: “Sevgili öğrenciler! İşte 3. Dünya ülkeleri böyle yönetilir.” diyerek derse başlar…

İnsanlar, küçük çıkarlar karşılığında hakimiyetlerini tilkilerin eline bırakabilmektedir. Yaşadığımız alanda bu sorulara cevap verecek bir dinamik sağlayabiliyorsak kendimizi koruyabilecek bir iradeye sahibiz demektir. Kümes neresi? Tilkinin sahibi var mı? Tilkiye mısır nereden geliyor? Yaşlı horozlar ve genç horozlar kimler? Şu anda neler yapılıyor, en önemlisi tilki kim? Buna göre içinde bulunduğumuz durumu sorgulasak mı? Unutmayalım! Ulusların dostları olmaz, sadece çıkarları vardır.

Hani Avrupa kapısında yem dağıtılıyor ya... IMF ve Avrupa yardım gönderiyor… Barış elçileri yola çıkıyor ara sıra... Avrupa destekli aşı kampanyası çıkıyor… Uzun bacaklı İngilizler döviz bırakmak için ülkeler dolaşıyor… Reklamlara milyon dolarlar harcayıp midemize kadar iniyorlar ya... Her sinemada mutlu sonu yakalıyorlar… Ara sıra da acemi çıraklarla mahalle mahalle dolaşıp “salyangoz” diye bir ses veriyorlar… Usulca… Parasını verdiğiniz halde dışardan gelen her ürüne, özellikle yiyeceklere dikkat etmek gerekiyor. Zinhar, tilki görünmüyor olabilir…

Bakmadan Geçme