Van Gölü İncileri
ANILARIMIZI SÜSLEYEN EDREMİT
BEKİR OĞUZBAŞARAN
Edremit bir sayfiye şehriydi bizim için
Sık sık piknik yapmaya giderdik
Tâ Zeve Kampüsü'nden arabamızla
Az mı ekmek arası balık yedik
Sâhil kayalıklarında, kanal boyunca
Van'ın inci kefali dünyâca ünlü
Kıyıda balıkçı teknelerinde
Çipil çipil, canlı canlı
Yeşille mavinin vuslata erdiği belde
Van Denizi'nin batı kıyısında
O bir doğa harikası, şâheser bir tablo gibi
Hafızalarımızdan silinmez güzel anısı
Yukarılara doğru çıktıkça yemyeşil cennet
Semiramis Kanalı'ndan su akar
Edremit Van'a bakar
Kıyıları kıvrım kıvrım dolaşan yollar
Gurbettekileri sılasına yollar
"Dünyâda Van, ahrette îman"
İçinden Şamran akan Edremit
Ölmeden bir kere daha görmek
İçimde hiç sönmeyen bir ümit...
ŞAİR NE KATAR HAYATA?
SÖZE GÜZEL OLMAK YARAŞIR
MEHMET ASIF IŞIK
Bütün güzelliklerin kaynağı ve en güzel sözlerin sahibi Yüce Allah hikmetli kitabında meālen şöyle buyurur: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler, …” (İsra/53). En güzel yaratılışla ve bütün varlıklardan üstün kılınan insana elbette sözün güzelini söylemek yakışır.Söz güzel söylenmeli fakat eksik kalmadan. Onu tamamlayan da güzel iş ve davranıştır; “Güzel sözler O'na yükselir; rızāsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. …” (Fātır/10) Davranışlar erdemli ve faziletli, hayırlı ve faydalı olmazsa güzel sözler sadece lafta kalır, yücelmez ve yükselmez. Üstelik “niçin söylediklerinizi yapmazsınız” İlâhi ikazının da muhātabı olunur. Pekâlâ, güzel sözler nasıldır ve neye benzer? Allah bu suali de yüce kitabında cevaplamış:
“Allah'ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti.” (İbrahim/24) Rahmetin semādan yeryüzüne sarkıtılması veya serpilmesi misali…Şu hâlde, sözlerimiz mutlaka güzel olmalı. Güzele, güzel olan sezādır ve revādır. “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin.” (Ahzap/70) āyeti ise bize güzel sözdeki güzelliğin sırrını da veriyor; Güzel sözün en güzel yanı ise, içine-arasına çirkin şeyler katmadan, boş hayaller karıştırmadan, mübalâğalarla, ifrat ve tefritlerle mānānın sıhhatine zarar vermeden ve hakikatin dengesini bozmadan hak ve doğru olmasıdır. Bediüzzaman “mübalâğa ihtilâlcidir” der. Çünkü, olanı ya da olması isteneni bir başka hal ve dil ile ifade ediyor. Bu da yalanın bir başka çeşididir. “Güzel sözler O'na yükselmekte” ise bāki olup bekā bulacak doğrudur ve sözdeki doğruluktur. Bir āyette doğru söz ve davranışlı sadık bir kulun duāsı şöyle beyan edilmiş: “Arkadan gelecekler içinde LİSAN-I SIDK ile (doğrulukla ve iyilikle) anılmayı bana nasip eyle!” (Şuarā/84). İyilikle ve iyi anılmak elif gibi eğrisi-büğrüsü olmayan dosdoğru sözlü olmaya bağlı…Güzel, doğru, hakikatli, hayırlı ve faydalı şeyler yazıp söyleyecek ve bunlara uyacak kimseler için de şu müjde vardır: “… Allah'a yönelenlere müjde vardır. (Ey Muhammed!) Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte, Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler onlardır. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.” (Zümer/18). Âlemlerin Efendisi (sav) bir hadis-i şerifinde meâlen şöyle buyurmuştur: "Dilini muhafaza et, lüzumsuz şeyler söyleme! Dilini koruyan kimsenin, Allah kusurlarını örter. Kişinin imānı müstakim olmaz, dili doğrulmadıkça ...
ÜÇ DİLİ nsanlar bir şeyi beyan etmek için üç dil kullanır; Dilin biri Farsçadan Türkçeye geçmiş olan kalp ve/ya gönül anlamında kullanılan DÎL. Aradaki harf ne ı ne de i, ikisi arasındaki î harfiyle telâffuz edilir. Dîl kelimesinin içinde kullanıldığı şu isimleri hemen herkes bilir. Dîlâra, Dîlâver, Dîlân, Dîlruba, Dîlber, Dîldār, Dîlşād vs... İkinci dil, konuştuğumuz lisandır. Bizim için Türkçemiz veya her toplumun konuştuğu kendi lisanı/dili. Bu dilin kelime bakımından hem zenginliği hem beyan kudret ve kabiliyeti olmalı. Üçüncü dil ise ağzımızın içindeki konuşmaya ve tat almaya yarayan organımız. Bu üç dile ilâve olarak ayrıca bir de dimağ…Söz dilden çıkmadan önce mānāsı DÎL'e yâni kalbe doğar. Kalpte yoğrularak biçimlenir ve şekil alır. İlhamlar ve mānālar lisanımızda kullandığımız kelimelerle sûret giyer ve söz dizileriyle DİL'den dökülür. İmānın insandaki mekânı olan kalpte, yani Dîl'de ne varsa o mānālar dimağdan süzülerek dil (lisan) vasıtasıyla Dil'e gelir. Meşhur sözümüzde deriz ya, ‘dervişin fikri neyse, zikri de o olur' diye. Dilin imānla ilişkisi gāliba öyle olsa gerek.O bakımdan, bu üç dilin ve dimağın itinā ile kullanılması şarttır. Çünkü, “Doğrusu (kalbini ve nefsini) arın(dıran)an kurtulmuştur.” (A'lâ/14, Şems/9) Ayetleri bize düşüncelerimizin, hayâllerimizin, fikir, karar ve hükümlerimizin içinde oluştuğu kalbimizin temiz tutularak muhafaza edilmesi emredilmiş. Keza, yine “Ey imān edenler! Allah'a itaatsizlikten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin…” (Ahzap/70) beyānı bize doğru olmayan sözün Allah'a itaatsizlik olduğunu; bu sebeple dilin her türlü kirden, yalandan ve çirkinlikten arındırılması dersini verir.Kur'an-ı Hakim'in, “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle dāvet et” (Nahl/125) tavsiyesi sözün güzelce, dāvetin ise hikmetle, “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler, …” (İsra/53) emriyle de, kelâmın insan yüreğine nüfuz ve tesir etmesi için ādetā pınarlardan akan berrak, temiz ve doyumsuz içimiyle insana ferahlık veren serin sular gibi, en güzeliyle söylenmesi istenmiştir.
BİR ŞAİR, NE KATAR HAYATA?.. Gelelim şiire… Şiirin kısa, öz ve sade tarifiyle “anlam, anlatım, söz ve ses uyumudur”. Bundan dolayı şiir beliğdir, beyānı akıcı ve tatlıdır. Edebi sanatların nazlı kızıdır. Şāirler ise Allah'ın hassas, kırılgan, nārin ve yaralı kalpli kullarıdır. Onlar elbette hepimizin, bütün insanların hissettikleri gibi, gönüllerindeki sevgiyi, sevinçleri, heyecanı, bazen acıyı, gam ve kederi, bazen baharı, bazen hazanı, bazen gönül yaralarını, kırıklıklarını, kırgınlıklarını, yürek yangınlarını, Ötelerden içlerine gönderilen hayâllerini, ümitlerini, rüyālarını, yüreklerine doluşan ilhamlarını; o ilhamlarla açılan mānāları, fark edilmeyen derinliği, dipsiz derinlerdeki hisleri, sesleri, renkleri, desenleri, kalplerinde yeşerttikleri fikir çiçeklerini, gül bahçelerini, lâlezārları, Cevherlerindeki güzellikleri, bazen öfkelerini, kimi zaman aşklarını, sevdalarını, umutlarını, kavgalarını, coşkunluklarını, taşkınlıklarını, içlerine sığmayan hallerini, uykusuz gecelerini, Bilgileriyle, görgüleriyle, imān ve irfanlarıyla, entelektüel birikimleriyle, zengin dağarcıklarıyla, güçlü sezgileriyle, geniş bakış açılarıyla ve sağlam muhakemeleriyle āleme, ahvāle ve etraflarında olup bitenlere bakıp çoğu kişinin göremediklerini ve görünenlerin görünmeyen yönlerini. Onlar gözleriyle bakarken gönüllerinde başka pencereler açılır. Sözü estetiğe bandırıp, kelâmı edebin hassas terazilerine vurarak, ādeta damıtıp özünü çıkararak, inceltip cilâlayarak dile getirirler; dilleri bazen sert ve keskindir, sözleriyle iğneleyip hicvederler. Bazen kürsülerden va'z ederek Hak'tan ses verir, ümit ve heyecanları harekete geçirirler. Bazen yumuşaktır, gönülleri okşarcasına uyutur ve teskin eder, bazen sarsıp uyandırırlar. Bazen bir bilge gibi topluma yön verirler. Bazen devrāna itiraz edip zulme ve zālime isyan ederler. Şāirlerin silâhı da malzemesi de sermayesi de yürekleri, fikirleri ve kelimeleridir. İşte, şāirler bütün bunları, āyette buyurulan “Sözün en güzelini söylesinler!” emriyle yapılması istenenleri belki bilerek belki bilmeden insanlığın hayatına katarlar…
KİMLER GELİP GEÇTİ ve NELERİ KALDI? Dünyaya hükmeden nice muktedir krallar, tac ve taht sahipleri, devletlere ve kıt'ālara hükmeden ne çok sultanlar-padişahlar gördü yeryüzü; Mülk sevdası, hükmetme tutkusuyla oluk oluk kan akıtan nice muhteris Nemrutlar, Firavunlar, Cengizler, Hitlerler geldi ve geçti bu dünyadan. Bugünün yakıp yıkanları da yaptıklarını sırtlayıp yarın birgün terk-i diyar edip buradan göçecek…Onca boğuşmadan sonra yürek dağlayan ağıtlardan, gözyaşlarından ve lânetlerle anılmaktan başka geride ne bıraktılar bu ālemde? Hazinelerinin anahtarlarını katırların taşıdığı Kārûnlar nerede? Ya hazineleri nerede, ne oldu onlara ve kime bıraktılar, şimdi kimlerin elinde? Sāhi, o canhıraş çabaları ne içindi? Hâlbuki sözlerin hünerli efendileri olan şāirler de gelip geçtiler. Bu dünyaya göz açan herkes gibi onlar da fāniydi. Fakat onların geride bıraktıkları, nesilden nesile aktarılan ve hālen dillerde dolaşan, sohbetlere değer ve lezzet, kelâma kuvvet katan sözleri semāya yükselip bekāya mazhar oldu…Bekā demişken, şiirlerin efendisi ve şāirler sultanı merhum Bāki'nin dillere destan o ölümsüz beytini hatırlamamak olur mu? “Âvāzeyi bu āleme Dâvûd gibi sal/Bākî, kalan bu kubbede bir hoş sadā imiş.” Evet, ibretli ve anlamlı sözüyle Bāki'nin dediği gibi, fāni dünyada bāki kalacak tek şey sadece hoş bir sadādır.
Ey şāirler, ilhamınız bereketli, sesiniz ve sedānız hoş, nefesiniz sineleri serinleten esintiler gibi tatlı ve güzel, hikmetli sözleriniz dertlere deva, kalplere şifā, ibretli kelâmınız ise kulaklara küpe olsun.Öyle olsun ki bekā bulup bāki kalsın. Kaynak: Bir Şair Ne Katar Hayata? -
KEMAL ÖĞRETMEN
SAMLE ÇAĞLA
Kemal, uzaklara dalmıştı, Tarsus'a öğretmen olarak atandığı ilk günü hatırladı. Postacı getirmişti haberi, annesi çok mutlu olmuştu, oğlu Tarsus'ta küçük bir köy okuluna atanmıştı, ne güzel işte keçilerin, koyunların, dağ lalelerinin arasında öğretmenlik yapacaktı. Kemal ise daha farklı düşünüyordu. Büyükşehirdeki o ışıltılı hayatını bırakıp dağ başında bir köye gidecekti. Zeynep'inden de ayrılacaktı. Zeynep arkeolog idi. Müzede çalışıyordu, her akşam iş çıkışı bir kafede oturup kitaplardan, edebiyattan konuşuyorlardı. Artık o konuşmaları da olmayacaktı, olmadı da. Kemal Tarsus'a atanınca Zeynep'ten bir daha haber alamadı.
Kemal'in uzaklara daldığı an Müdür Bey hızla sınıfın kapısını açıp içeri girdi. 23 Nisan yaklaşıyor, güzel bir gezi düzenledik, çocuklara ilçemizin ören yerlerini gezdireceğiz. Hem çocuklar gezmiş olurlar hem de ilçemizin tarihini öğrenirler, dedi.
Mustafa o bilmiş edasıyla " Örtmenimmm, müze var mı Tarsus'ta? İstanbul'daki kuzenim Ela Nur geçen hafta müzeye gitmiş sınıf arkadaşlarıyla." diye atıldı. Kemal Öğretmen gözlüğünün altından tebessüm ederek, " Var Mustafa var, oraya da gideceğiz dedi.
23 Nisan sabahı okuldaki kutlama biter bitmez, gezi otobüsüne bindirildi çocuklar. O kadar mutlulardı ki köyden çıkıp farklı yerler göreceklerdi. Kemal öğretmen de onlar kadar mutluydu. Köy hayatına alışmıştı ama böyle gezileri de özlemişti ona da değişiklik olacaktı. Çocuklar otobüsün içinde kakari kikiri gülerek, 23 Nisan şarkıları söyleyerek biraz da gidecekleri yerleri merak ederek yolculuk ediyorlardı.
Kemal Öğretmen elindeki gezilecek yerler listesine baktı. İlk sırada Ulu Camii vardı. Otobüs Ulu Camii'nin önünde durdu. Kemal Öğretmen daha önce ilçenin tarihi hakkında edindiği bilgileri bir turist rehberi gibi öğrencilerine anlatmaya başladı: Çocuklar, Tarsus 7.yüzyıldan beri Bizans İmparatorluğu, Iran ve Araplar arasında çok fazla el değiştirmiş. Daha sonra Emevî halifesi Muavi'ye ve Abbasi Halifesi Harun Reşit, Tarsus'u onlardan devralmış, Anadolu seferleri sırasında buralara orduyu yerleştirmiş. Halife Mem'nun Pozantı'daki savaşta vefat etmiş, Ulu Camii'nin bahçesine gömülmüş. Eliyle işaret ederek " İşte şuradaki türbede Halife Mem'nun yatıyor." Çocuklar ellerini açarak dua ettiler, bir sonraki yere doğru gitmek üzere otobüse bindirildiler.
Otobüs Paul Kuyusu'nun önünde durdu, çocuklar yine kakara kikiri güle oynaya indiler otobüsten. Bu sefer gezecekleri yer, Paul Kuyusu idi. Kemal öğretmen çocukları toplayıp anlatmaya başladı. Çocuklar, nasıl ki camii biz Müslümanlar için kutsal bir mekan ise, Paul Kuyusu da Hristiyanlar için önemli bir mekandır. St. Paul Hıristiyanlığın Batı Avrupa'ya yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu kuyu da Paul'un evidir, derken, çocuklar hayretle kuyuya baktılar. 6.sınıf öğrencisi Ahmet, evlerimizde hepimizin bir odası varken memnun değiliz şikayet ediyoruz ama bakın St. Paul bu kuyuda yaşamış, diye mırıldanır.
Kleopatra Kapısı'na geldiklerinde güneş tam tepedeydi, çocuklar gezdikçe heyecanlanıyorlar, değişik yer görmenin mutluluğu ile acıktıklarını bile hissetmiyorlardı. Kemal Öğretmen başladı Kleopatra Kapısı'nı anlatmaya. Bu kapı Tarsus'un giriş kısmında bulunan, Deniz Kapısı olarak adlandırılan tarihi bir kapıdır. Şimdi bakmayın Tarsus'ta deniz olmadığına eskiden Tarsus büyük bir liman kentiydi. Ünlü Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın bir tekneyle denizden çıktığı, ilçeye bu kapıdan girdiği ve Tarsus'ta Romalı General Antonie ile buluştuğu rivayet edilmektedir, diye konuşmasına devam etti.
Kemal Öğretmen bir müddet yemek yemek için çocuklara mola vereceklerini, daha sonra geziye devam edeceklerini söyledi, yemek işini de araştırmıştı, hem ilçeye özgü bir yemek yiyeceklerdi hem de çocuklara pahalıya mal olmayacaktı. Çünkü hepsinin durumu ortadaydı, çoğu kalem bile alamıyordu. Merkeze geldiler. Burada meşhur bir humusçu vardı. Kemal öğretmen öğrencilerle tek tek ilgilendi, masalara oturttu bir güzel humus söyledi, yanına da soğan kırdırdı. Çocuklar neşe içinde yemeklerini yediler.
Gezi yeniden başladı, Şahmeran Hamamı, Tarsus Şelalesi, Yedi Uyurlar Mağarası nasıl da çocukların dikkatini çekmişti, bir ara sınıfın en muzip öğrencisi Hasan, bıraksalar ben de Sekizinci Uyur olurum, dedi. Tüm sınıf gülmekten öldü. Artık geç olmuştu, gezi bitmek üzereydi. Mustafa " Örtmenimmm hani müzeye gidecektik?" dedi. Kemal Öğretmen saatine baktı henüz beş olmamıştı. Otobüs şoförüne müzeye de uğrayacaklarını söyledi. Otobüs müzenin önünde durunca Mustafa sevinçten çığlık attı, " ohh be sonunda ben de kuzenime müzeye gittiğimi söyleyeceğim!" dedi.
Müzeye girdiklerinde Kemal Öğretmen bir an duraksadı. Müze ile ilgili bir bilgisi yoktu. Çocuklara dikkatli olmalarını, sergilenen eşyalara dokunmamaları gerektiğini söyledi. Öğrencilerin geldiğini gören müze müdürü, odasından çıkıp Kemal öğretmenle kısa bir konuşma yaptı, onlara müzedeki tarihi eserler hakkında bilgi vermesi için bir arkeoloğun eşlik edeceğini söyledi. Kemal Öğretmen bu duruma çok sevindi, en azından öğrenciler öğretmenlerinin bilgisiz olduğunu anlamayacaklardı. Tam o sırada yanlarına bir arkeolog hanım geldi. Kemal Öğretmen, arkeoloğun Zeynep olduğunu görünce çok şaşırdı, aynı şekilde Zeynep de çok şaşırmıştı. Zeynep, çocuklara rehberlik edip tek tek müzede sergilenen eserler hakkında bilgi verdi. Mustafa o kadar mutluydu ki, mutlu olan iki kişi daha vardı...
AFTER
MUHAMMED FURKAN DEMİRADAM
Tanrının yeryüzüne artık uzaktan baktığı yerde
ince bir gençtim
yaz meltemlerinin kurşunlarıyla vuruldum
Soldukça açan zambak soyunu karıştırıyorum
ellerimdeki kana
Yoksul çocukların topraklı parmaklarında
gece kadar pusludur şimdi
gömleğim,
gömleğimin açıklığına kızıl ağzını uzat arsızca gökyüzüm
içim ne zamandır akşamüstü
‘ne zamandır leylaklar köklenmiyor yüreğimde'
Bu da yokluğuna dair içimdeki ilkel mevsimin nidası.
OLUMLU DÜŞÜNMENİN GÜCÜ
ESMA GÜLAÇAR
Ruhsal durumumuzun fiziksel sağlığımızla doğrudan bağlantılı olduğunu artık hepimiz biliyor olmalıyız. Ünlü hekimlerden İbni Sina tâ yüzyıllar öncesinden şunu söylemiştir: “Ruhsal bir hayal gücü vardır. Bu güç hastalıkları oluşturabileceği gibi varolan rahatsızlıkları da ortadan kaldırabilir. Beden ruhsal hayal gücünün emirlerine itaat etmek zorundadır.” Bugün modern tıp ve psikoloji bilimi de bilinçaltımızın kullandığımız olumlu olumsuz her sözcüğü gerçek olarak kabul edip buna göre bir yol izlediğini ve düşündüklerimizin, söylediklerimizin dönüp dolaşıp bizi bulduğunu söyler. Bugün sıklıkla kullandığımız sözcüklerin gelecek hayatımızın gerçeklerini oluşturabileceğini az çok tahmin edebiliriz.Yani kullandığımız olumsuz sözcüklerin yerine ağırlıklı olarak olumlu sözcükler kullanmaya başladığımızda hayatımızın olumlu yönde bir değişime girmesi mümkün. Kullandığımız sözcükler bilinçaltımızı etkileyerek bir süre sonra düşünce yapımızı, düşünce yapımız da davranışlarımızı şekillendirerek hayatımızın akışını önemli bir ölçüde değiştirebilecektir. Tabii bazı şeyleri teknik olarak yapmak bir çoğumuza samimi gelmez. Hepimiz belki de kendimizde, hayatımızda yapacağımız değişikleri inanarak ve isteyerek yapmak isteriz. Bu yüzden bunu samimiyetle gerçekleştirmek istiyorsak iç dünyamızda olumsuz duygu ve düşünceler ile alışkanlıkların oluşturduğu negatif enerjinin bize zarar verdiğinin, bedenimize hastalık olarak sirayet ettiğinin farkında olmamız gerekiyor. Bu farkındalığı kazandığımızda bilinçli olarak göstereceğimiz çaba bilinçaltmızı etkileyerek değişime kapı aralayacaktır. Düşünsenize bugün ağzımızdan çıkan olumsuz bir sözcük duygularımızdan yansıyan kin, nefret ve öfke kainatın en uzak zerrelerini bile ürpertecek kadar yayılabiliyor. Aklımızın alamayacağı bir denetim ve gözetim altındayız her an. Sadece kendimize karşı değil yapıp ettiklerimizle koca bir kainata karşı sorumluyuz. Kendi potansiyelimizin farkına vardığımız an sebepleri suçlamaktan vazgeçeriz. Talihsizliklerimize önemli ölçüde sebep oluşumuzun ve kendimize bilinçsizce verdiğimiz zararın farkına vardığımızda nefret ettiklerimiz bir bir azalacaktır belki de. Hayatımızda müsebbibi olduğumuz yüzlerce hususun farkına vardığımız an onu değiştirebilme gücünün farkına varabiliriz. Düşünün! Hayatınızdaki olumsuzlukların ne kadarının sizden ne kadarının sizin dışınızdaki unsurlardan kaynaklandığını. Kontrol edemediğiniz olumsuz durumlara olumlu bir bakış açısıyla nasıl bir çehre kazandırabileceğinizi, algı ve düşünce gücünüzle olumsuzlukların sizi olumsuz etkileme oranının sizin olumsuzluklara yüklediğimiz anlam ile ne kadar bağlantılı olduğunu bir düşünün. Pozitif algıladığınız bir yaşantı, yaşananları sürekli olarak negatif algılayan karamsar bakış açısına sahip birisi için kötü bir yaşantı hükmünde olabilir. Travmatik boyutta olmayan olumsuz yaşantıların olumsuzluk derecelerinin kişiden kişiye değişebildiğini gözlemleyebilirsiniz çevrenizde ufak çaplı bir analiz yaparak. Artık sebepleri suçlamayı bir yana bırakın ve kendi özünüze dönüp bazı gerçekleri sorgulayın. Kendi iç aleminizde yaptığınız analize göre ;
Eğer hâlâ KIZIYORSANIZ Kendiniz ile olan kavganız bitmemiş demektir.
Eğer hâlâ KIRILIYORSANIZ Gönül evinizin tuğlaları pekişmemiş demektir.
Eğer hâlâ KINIYORSANIZ, af makamına ulaşmamışsınız (öfke ve kin sizi cayır cayır yakıyor) demektir.
Eğer hâlâ Allah için sevmiyor ve sevginizde ayırım yapıyorsanız,hala vesveseye kapılıyor içinizdeki sevginin yoğunlaşmasına engel oluyorsunuz demektir.
Eğer hâlâ ”BEN” demekten vazgeçmiyorsanız,dizginleriniz hala enaniyetinizin elinde ve siz bu esarete boyun eğiyorsunuz demektir.
Eğer hâlâ musibetlere yana yana üzülüyorsanız, musibetlerin iç yüzünü hakikatlerini bilmiyorsunuz demektir.
Eğer hâlâ şikayet ediyorsanız, Şükür duygusunu tatmamışsınız demektir. Yaptığınız analizin sonucunu sentezleyin ve artık hayata olumlu bakabilmek, şükür duygusunu içtenlikle yaşayabilmek, küçük şeylerle mutlu olabilmek, olumsuzluklara haddinden fazla mana yüklemeyerek onu savuracak gücü kendinizde bulabilmek için, olumsuzlukları yok saymadan olumlu konuşun, olumlu düşünün, olumlu yazın, olumlu görün ve güzelliklerin hayatınızda inşa oluş mucizesini izleyin..
OLMADI
MEHMET AKÇAY
Nazlı yarım için içten ağlarken
Akan gözyaşımı gören olmadı
Sevdanın narına yürek dağlarken
Halın nedir diye soran olmadı
Türküleri yanık yanık dizerken
Gözlerimden kanlı yaşı süzerken
Diyar diyar gurbet eli gezerken
Gelip de yanıma varan olmadı
Kaldırmadım yukarıya kaşımı
Silmediler gözlerimden yaşımı
Çalar iken dağa taşa başımı
Benim için kendin yoran olmadı
Gündüz hayal kurdum gece düş gördüm
Âşık oldum aşkın izini sürdüm
Yetim gibi duvar dibinde durdum
Elini başıma süren olmadı
Çağlari de nazlı yara bağlandı
Ellerim kirlendi başım yağlandı
Ah ettikçe ciğerlerim dağlandı
Açılan yaramı saran olmadı.
ASK YIĞINI
AYŞE GÜL AYAZ
Bu kaçıncı darbe
kaçıncı haykırış
kaçıncı aldanış
aşk koca bir yalan
nesli tükenmiş şairin
kaleminden dökülen
son mısralar
demli bir kaçak çay
yanında yıkık dökük bir aşk
enkazı
yok oluş belki
avucunda dökülen
kuru yaprak misali
öpmeye kıyamadığın
sana yabancı bir ten
önceleri iliklerine kadar
işlenen bir çöl sıcağı
sonrası buz gibi
bir kalp yığını.
ÖMÜR ÇİLEM GELDİ GEÇTİ
ARİF KUŞ
Hayat bana zehir gibi
Çöktü bedenimi ezdi
Neylesin biçare beden
Ömür çilem geldi geçti
Güldüm dostlarım sevindi
Ağladım düşman sevindi
Hayat hep savaşla biti
Ömür çilem geldi geçti
Bir seksendir benim boyum
Değişmedim doğru yolum
Al yazmalım selvi boylum
Ömür çilem geldi geçti
Ne al geldi ne de beyaz
Yollar tipi soğuk ayaz
Gülmez olduk bahar ve yaz
Ömür çilem geldi geçti
Yaram derin saramadım
Doktor, tabip bulamadım
Acıdan ben duramadım
Ömür çilem geldi geçti
Derdimi anlatsam bilmez
Gözlerime baksa görmez
Şükür sana ey Allah im
Ömür çilem geldi geçti
Kalbim senle ey yaradan
Hamd ve şükür senden ikram
Var mı bundan güzel iman
Ömür çilem geldi geçti.
GECENİN SABAHI
ELİFNUR ÖZCAN
Sessiz bir gecenin sabahında,
Aklımda olan yine sensin sevdiğim
Günlerin ne önemi var ki sensiz
Saliselerde boğulur şu nefesim
Seni arar bu divane gönlüm
Sende kaybolan hislerimi
Yine sende arar benliğim
Vuslat ne zaman bilmeksizin
Gözlerim görmek ister gözlerini
İlaç gibidir o gözler bu yüreğe
Beklerim ben gelişini sevdiğim
Vuslat ne zamandır bilmeksizin.