Van Gölü İncileri

DİLSİZ ACILAR

ABDULHAKİM ÇİFTCİ

‘'Küçük acılar konuşulabilir, büyük kederler ise dilsizdir'' der Seneca.

Marifet, bu duyulmayan sesleri duyabilmek, o büyük kederleri işitebilmektir. Her insanın marifet sahibi olan, hiç konuşmadan anlaşabildiği yakınları veya arkadaşları vardır. Bazı insanların ise etrafında bu marifete sahip kimseleri yoktur.

Onlar bu dünyanın mahzunlarıdır. Yersiz yurtsuz yaşarlar ve bu dünyada kendilerini evlerinde hissetmezler hiçbir zaman. Acıları üzerine konuşamazlar çünkü hatırlamak istemezler. Sosyal medyada paylaşmazlar acılarını. Yaraları derindir deşmek istemezler. Sevinçlerini dahi paylaşamazlar çünkü yirmi dört saatlik veya yüz kırk karakterlik bir alana sığdıramazlar ve hemen biter diye korkarlar. Saklı olan, paylaşılmayan, nihayet değerli olandır onlar için. Kierkegaard'ın ‘'hayatını saklayan güzel yaşıyordur'' sözüne pek katılmazlar.

Evet onlar için asıl güzel olan cevherdir, herkesin beğenisine sunulan hayat ise taşı yaldız ile boyayıp parlatmaya benzer ama nihayetinde her hayatını saklayan insan güzel yaşamaz hatta bazen kötü yaşayan saklar hayatını.

PAPATYA

AYŞE ARSLAN

Gecenin kuytu karanlığında

sen miydin parlayan ayın ışığında

ay silinse yıldızlar düşse güneş doğmasa

yine de parlarsın değil mi ihtişamınla

Bir sultanın

sultanının saçına yaptığı taçsın

uçsuz bucaksız tarlalarda

kervan geçmez vadilerde

Yusuf'un zindanında

Pencereye narince değen sensin değil mi

kaç dilin var senin kaç dil bilirsin

kaç insan dinler kaç türkü söylersin

her seven sevdiğine senden vermek ister

ölsen koparılsan kokun öyle gelir

bilsek senin dilinden sevilir miyiz

biz de böyle

papatya.

HAKKINI NASIL ÖDERİM

FEVZİ DİNÇER

Bir gün değil bin yıl bir ömür yetmez

Seni anlatmaya gül yüzlü anam

Defalarca yazsam satırlar bitmez

Hakkını ben nasıl öderim anam

Tüm kalbimle versem sevgimi sana

Hakkın ödenmez ki inan sen buna

Doyamadan gittin gerçek dünyana

Hakkını ben nasıl öderim anam

Ne ekersen onu biçersin derdin

Sevgini gönlünü hep bize verdin

Beyaz saçlarını yerlere serdin

Hakkını ben nasıl öderim anam

Hayat akışıyla değişti düzen

Evlatlar değişti atayı üzen

Sen öğrettin bize vicdanlı gezen

Hakkını ben nasıl öderim anam

İlk günümde acı çekip doğuran

Her yaşında bilgi ile yoğuran

Çalışıp didinip yuvalar kuran

Hakkını ben nasıl öderim anam

Dinçer'im hayatın tadı yok sensiz

Yaşamak nedir ki kolsuz bedensiz

Bir evlat dünyaya gelir mi gensiz

Hakkını ben nasıl öderim anam.

ÖĞRETMENİM

KAMURAN ADIYAMAN

Yarınlara bir umuttur öğretmenim

Nesilden nesile fidanlar diken

Sabır azim sevgi biriktiren

Tek çare tek anahtardır öğretmenim

Cahili yontup bileyen

Ömrünü eğitime öğrencisine veren

Kelimelerin darağacında tükenen

Hakkı iki cihanda ödenmez öğretmenim

Sendedir hayat, yarınlar sende

Nice çocuklar ışığının zirvesinde

Binlerce fidan yetişiyor sayende

Eli öpülesi bir nimettir öğretmenim

Senin eserindir verdiğin bilgiler kâinatta

Senden yücesi, güzeli yok tabiatta

Seninle kimse kalmaz karanlıkta

Mum gibi tükenerek ışık tutan öğretmenim

Bugünde yarında cehalete siper olacak

Alnından dökülen terde güneşler doğacak

Anne şefkatinden sonra ki ilk durak

Devrilmez bir çınar öğretmenim.

YÜRÜ AHÎ YOL UZUN

MUHAMMET BARAN ASLAN (BARANÎ)

Cehdimizdir bizlere dağları dümdüz eden

Ahdimizdir Kudüs'e müjde tohumu eken

Üstat bilip ayâtı yürü ahî yol uzun

Değilse üstü nasip

altında yatsın beden

Ceddimizdir bu yolda bize rehberlik eden

Şevkimizdir dikeni gülistana çeviren

Bir dem olsun durmadan yürü ahî yol olsun

Unutma çağlar boyu

benim, sensin beklenen

Rabbimizdir bu yerler için müjdeler veren

Dinimizdir bizleri hepten karındaş bilen

Gazze ölüm tütüyor yürü ahî yol uzun

Sana inanmış soyun

sana güvenmiş deden

Fikrimizdir bu beton duvarları da delen

Zikrimizdir dün û gün düşmanları kahreden

Gayrı son bir gayret et, yürü ahî yol uzun

Şaha kalkmış kükrüyor

kılıç kuşanmış sâyen!

DÖNDÜM

MEHMET AKÇAY

Ne gidecek ne kalacak yerim var

Dört yanı kapalı zindana döndüm

Bunca yıl boşuna eylemişim kâr

Yükünü boşaltmış kervana döndüm

Öksürük gelende rengim sararır

Yüzün çirkinleşir gözüm kararır

Yine beden gayret eder direnir

Cendere dolamış harmana döndüm

Ağrıdan sızıdan nahoş bedenim

Daha bilen olmaz nedir nedenim

Ne gelenim olur ne de gidenim

Sürüyü yitirmiş çobana döndüm

Eşim dosttum nedir halimi bilmez

Akan göz yaşımı yaranım silmez

Gönül arzu eder gayretim gelmez

Miladi tükenmiş dermana döndüm

Geceli gündüzlü ediyorum ah

Gündüz güneş küstü gece ise mah

Feryadını figanım akşamla sabah

Dertli dertli öten kemana döndüm

Bir türlü bitmiyor gönlümün yaşı

Önümde bekliyor çorbanın tası

Doktorun ilacın yoktur faydası

Ari uğramayan kovana döndüm

Çağlariyım sazı astım duvara

Zaten ezelinden bu bahtım kara

Yolun sonu varır gider mezara

Deşilmez sızılı çıbana döndüm.

ŞEHİR, MEKÂN, ZAMAN VE İNSAN

MERAL YAĞMUR

Şehirler; nüfusun yoğun bir şekilde yerleşik olduğu sosyal etkileşimlerin zenginleştiği bir mekandır ve aynı zamanda sadece fiziksel yapılar değil çeşitlilik, tolerans ve sosyal dokunun bir yansımasıdır.

Şehirler insanlık tarihinin belki de en önemli kavramlarından biridir. Tarih boyunca insanlar, yerleşim birimleri kurmuş ve bu birimler zamanla gelişip büyümüş, karmaşık bir yapıya evrilmiştir. İnsanlığın varoluş sürecinde önemli bir role sahip olan şehirler; kültürlerin, medeniyetlerin ve tarihlerin şekillenmesinde etkili olmuş yaşam alanıdır. İnsanlar, mekanlar, zaman ve tarih şehirlerin dinamik yapısını oluştururken, gelenek-görenekler, kültürel doku, örf ve törelerde bu yapının süsleri olmuştur. Ancak bir şehri sadece binalar ve sokaklar oluşturmaz.

Şehirler; içinde yaşayan insanların, etkileşim halinde olduğu mekanlar ve eşyalar ile karmaşık bir ağını barındırır. Şehirler, insanların bir araya gelmesiyle var olur ve onların ihtiyaçlarını karşılamak için şekillenir. İnsanlar şehirlere yaşamak için gelirler. Çünkü şehirler iş olanakları, kültürel etkinlikler, eğitim imkanları gibi birçok fırsat sunar. Şehirlerin temel taşlarından biri olan insanlar sadece birer birey olarak değil, aynı zamanda bulundukları şehrin can damarı o toplumun parçası olarak da varlıklarını sürdürüyor olmalarını göz ardı etmemeliyiz. Çünkü toplum içinde insanlar etkileşim halindedirler ve nitekim birbirleriyle ilişki kurarlar, iş birliği yapar ve çatışırlar. Dolayısıyla bu etkileşimler, şehirlerin dinamiklerini belirler ve şehrin kültürel ekonomik ve sosyal dokusunu oluştururlar. Aynı minvalde, şehirlerin fiziksel yapısını oluşturan mekanlar, insanların buluştuğu, etkileşimde bulunduğu ve yaşadığı alanlardır. Mutlaka gözlemlemişizdir. Parklar, meydanlar, alışveriş merkezleri, kafeler gibi sosyal bir ortama girdiğimiz vakit her mekânın kendine özgü bir atmosferi ve kullanım amacı olduğunu görmekteyiz. Meselâ bir kafe, insanların dinlenip sohbet edebileceği bir ortam sunarken; bir AVM, alışveriş yapmak için bir araya gelen insanlara hizmet verir. Bu mekanlar, şehirlerdeki sosyal hayatın önemli bir parçasıdır ve insanların bir araya gelip etkileşimde bulunmalarını sağlar.

Şehirlerdeki mekanlarla ilişkili olarak eşyalar da önemlidir. Eşyalar, insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşamlarını kolaylaştırmak için kullanıldıkları araçlardır. Bir cep telefonu, bir araba veya bir ev eşyası gibi her eşya, bir insanın yaşamında önemli yer tutar. Fakat eşyalarda sadece pratik işlevleri ile sınırlı değildirler. Sembolik anlamlara da sahiptirler. Basit bir örnek verecek olursak, birisi için bir saat sadece zamanı gösteren bir araç değil, statü ve güç sembolü de olabilir. Dolayısıyla şehirlerdeki eşyaların kullanımı ve dağılımı insanların sosyal statüleri ve ilişkilerini yansıtan bir göstergedir. Her şehir tarih boyunca yaşadığı olaylar, mimari gelişmeler ve kültürel değişimlerle özdeşleşir. Coğrafi konumlar, mimari yapılar o şehrin karakterini, mekanlar ise şehir sakinlerine aidiyet duygusu kazandırır ve şehir yaşamının kalitesini belirleyen önemli faktörlerden biridir. Ayrıca şehirlerin planlanması ve kullanımı toplumun ihtiyaçlarına ve değerlerine uygun olarak tasarlanmalıdır. Şehirlerin tarihi, bir toplumun kimliğini ve geçmişini yansıtarak, geleceğe köprü kurar. Arkeolojik buluntular, eski şehir kalıntıları ve tarihi dokümanlar şehirlerin zengin tarihini ortaya koyan önemli kaynaklardır.

Şehirler sadece fiziksel yapılar değil aynı zamanda insanlığın kolektif hafızası ve kültürel mirasıdır. Bu nedenle şehirlerin anlaşılması ve korunması insanlık için önemli bir sorumluluktur.

Şehir; insan, mekân, zaman ve tarih arasındaki bu karmaşık ilişkiler ağında şekillenir. Bu unsurlar birbirini tamamlayarak şehirlerin kültürel zenginliklerini ve evrimsel süreçlerini ortaya çıkarır. Tarih boyunca zaman içinde evrim geçiren şehirler, çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış ekonomik ve kültürel değişimlere tanıklık etmiştir. Nitekim zaman; şehirlerin geçmişten günümüze nasıl evrildiğini anlamamıza yardımcı olan bir izdüşümdür. Tarih; geçmişte yaşanan olayları, gelişmeleri ve değişimleri inceleyen bir disiplindir. Bir toplumun tarihi, o toplumun bugünkü durumunu anlamak için önemli bir kaynaktır. Zira tarih, insanların geçmiş hatalarından ders çıkarmalarına ve başarılarından ilham almalarına yardımcı olarak toplumun evrimini anlamamızı sağlar.

Bir toplumun birlik ve beraberlik duygusunu pekiştirerek bireyleri bir araya getiren, geçmişine ve kültürel birikimine bağlılık duygusunu güçlendiren geleneksel davranışlar, ritüeller, el sanatları ve dil gibi unsurlar yine o toplumun nesilden nesile aktarılan kültürel pratiklerini ve değerlerini ifade eder. İnsanın yaradılışı genetik faktörlerden çevresel etkilere tutun; zaman, mekân, tarih, gelenek, örf ve hatta en önemlisi yaşadığı şehir, coğrafyaya kadar birçok unsurun etkileşimi ile şekillenir ve insanda bulunan bu çeşitlilik her bireyin benzersiz bir kişilik ve karakter gelişimine imkân tanır. Örf, bir toplumun günlük yaşamındaki adetleri, kuralları ve alışkanlıkları ifade eder. Aynı zamanda toplumun sosyal durumlarını belirler ve bireylerin birbirleri ile ilişkilerini düzenler. Gelenek ve örf, tarihi şekillendiren güçlerdir ve tarih gelenekleri ve örfü anlamamıza yardımcı olan bir rehberdir. Bir toplumun geçmişi onun kimliğini ve değerlerini belirlerken gelenekler ve örf bireylerin bu kimliği yaşamasına ve sürdürmesine imkân sunar. Bu nedenle gelenek, örf ve tarih bir toplumun sosyal dokusunu oluşturan önemli unsurlardır ve insanların birbiriyle daha derin bir bağ kurmalarını destekler.

Gelenek, örf ve tarih insanların geçmişlerini anlamalarına, kimliklerini bulmalarına ve geleceklerini inşa etmelerine yardımcı olan temel referans noktalarıdır.

Bütün bunlara ek olarak son söz; insanın karakteri, içsel dünyasının bir yansıması olması hasebiyle değerleri, inançları, tutkuları ve ahlaki ilkeleri içerdiği gibi, hayatın yeşerdiği şehir, gelenek, örf ve tarihiyle; sosyal ve kültürel açıdan birbirleriyle etkileşimde bulundukları temel unsurlardır. Bu unsurlar bir toplumun kimliğini belirleyen, onun değerlerini yansıtan önemli bileşenlerdir ve birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Aslında genel itibariyle, ilgili maddeleri tek tek ele alacak olsa idik, totaliter bağlamda çok uzun ve detay arz eden bir yazı olacağı için kısaca değindik.

Sevgi ve muhabbet ile…

HAYAT

NURAY DOĞAN

Bir elbiseydi hayat

ilk üryan Âdem'e giydirildi

kimine kaftan, kimine fistan

kimi ahenkli, kimi eski...

Ruhlar kirli, vicdanlar hoyrat

bir köşede masum bakışlar

dudaklarda mırıldanışlar

bir şarkı oldu hayat

kimine hoş name

kimine feryat, figan, serenat

kamçılanıyor eğersiz yılkı at

Hayat herkese aynı tepside sunulmadı

herkes umduğunu da bulamadı

istediğini değil isteneni yaşadı.

bir sesti belki hayat

bir ezanla başladı, bir selayla bitti

adalet müphemdi

Herkes dillerde onu istedi

hayat dilediğine kepçe kepçe verdi

kiminin de emdiği süt, burnundan geldi

hayat aslında bir rüzgardı

her serden esti geçti.

GÖLGE

NECDET TEKE

Gölgen olup senle yürümek istiyorum

sana yük olmadan...

sen güneş ol, ben gölgen...

senin ayakların altında

bir gölgeyim, ezilmem ki?

Ben gölgenim... sen güneşim

ay ışığım, bense kalbinin gölgesiyim

rüzgarlarda dalgalanan

gül kokan saçın teliyim

elma yanaklarında gamzen

ölürsem, gömülmek isterim

sakın ola sönmeyesin

unutma, ben gölgenim

bulutlar sarılsa da etrafını

izini, gölgeni kaybetsem de

bir damla yağmurum olursun, gözlerimde

üşütmem ki gecenin ayazında

ay ışığımsın yine ısınır yüreğim

Aysın, gölgende senle yürüyorum...

yarına güneş doğana dek...

o etrafını sarmış yıldızlar düşer de

ben düşer miyim hiç

bedenine, kalbine gölge olmuş

sevdana düşmüş, bir gölgeyim

sen yoksan, ben neyim...

...

Bu kadar bir hayale mı kapılır insan?

üzdüm seni, çünkü senden uzak...

kapın gökyüzünde sana nasıl geleyim?

ben sadece sana yakın bir gölgeyim!

Bakmadan Geçme