Van Gölü İncileri

AŞIK VEYSEL VE SAZI

MUSTAFA AYYÜREK

Başımı kaldırıp etrafıma baktığımda, Aşık Veysel'in yaşam öyküsünü düşünmeden duramam. Onun benim nazarımda çok özel, çok müthiş bir yeri vardır. Bu büyük ozanın hikayesi, beni derinden etkileyen ve yaşama dört elle sarılmam gerektiğini hatırlatan en kutsal örneklerden biridir. Ve bunu yaparken de aklımda daima Aşık Veysel'in sazıyla arasında kurulu olan o büyülü bağın izi bulunur.

Onun çocukluk döneminde çiçek hastalığı çok sık karşılaşılan bir durumdu. Aşık Veysel'de çiçek hastalığı sonucunda gözlerini kaybettiğinde henüz çok küçük bir çocuktu. Veysel, bu hastalığa yakalanmış olsa da hayata olan inancını ve sevgisini hiç ama hiç kaybetmemiş aksine bu durumu bir nimet olarak kullanıp adını bugünlere taşımıştır. Onun için sazının telleri arasına sıkışmış melodilerin büyülü dünyası ve şiir vardı. Sazının tellerinde yankılanan nağmelerle bir nehir gibi aktıkça akardı Veysel. Sazıyla kurduğu bağ, onun için hayatın gerçek anlamını taşıyordu. İç dünyasını, duygularını ve düşüncelerini bu tellere nakşeder, insanların kalbine dokunurdu. Nesne ile insanın arasındaki bağın sıcaklığıyla melodiler yüreğe fısıldarken ben de hayata dört elle sarılmak için sazın sapından fırlayabilecek iki elin daha varlığını öğrenmiş oluyordum. Veysel'in hayatı zorluklarla dolu olsa da bu büyük ozanın yaşam öyküsü, beni derinden etkiliyor. Gözlerini kaybetmesi, birçok insana umutsuzluk verebilirdi. Ama O, yaşamla olan bağını hiçbir zaman koparmadı, kaybetmedi. Sazı onun için en yakın bir arkadaş ya da coşkun bir yol gösterici oldu. Sazın tellerindeki nağmeler, Veysel'in içindeki umudu ve sevgiyi canlandırdı. Gözlerinin feri sönmüştü belki, ama sazının sapından yeşermiş iki yeni kolla artık dört kollu bir devdi Aşık Veysel.

Aşık Veysel'in yaşama sımsıkı sarılması, benim için bir ilham kaynağı, bir dönüm noktasıdır. Hikayesi, hayatın zorluklarına rağmen pes etmememiz gerektiğini ulu zirvelerden eteklere doğru haykırırdı. Her ne olursa olsun, içimizdeki tutkuyu ve sevgiyi korumamız gerektiğini anlatır dururdu. Aşık Veysel'in sazıyla kurduğu bu olağandışı bağ, onun yaşama olan tutkusunu ve kararlılığının simgesidir. Hep düşünürüm karanlıkta kalmış bir yürek, acaba hayata daha fazla nasıl sarılabilir, başkalarını nasıl daha fazla etkileyebilirdi? Gövde, sap ve tellerden oluşan bir nesne ile bir ozan arasındaki sevginin umut dolu dört kollu bir deve dönüştüğünü tüm dünya hayretle izliyordu. Aşık Veysel'in yaşamı ve müziği üzerine bir düşünce yolculuğuna çıktı mı insan, her ne olursa olsun hayata dört elle sarılması gerektiğini anlar. Bunun için iki kolun dört, dört kolun sekiz olması gerektiğini bilir. İnsana hürmet ve muhabbet duyan, eşyaya olması gerektiği gibi davranan herkes tıpkı Aşık Veysel gibi karanlıkta kalmış olsa bile iki değil dört ele, dört kola sahiptir. Veysel'in hikayesi, insanlığa ümit ve sevda aşılamaktı. Sazının tellerindeki nağmeler, kalbimizdeki duyguları harekete geçirir ve hatırlatır ki yaşam, bize birçok farklı şekilde dokunabilir.

Aşık Veysel'in sazıyla kurduğu bu bağ ve yaşama olan tutkusu, beni derinden etkiliyor. Onun hikayesi, içimdeki tutkuyu ve sevgiyi canlandırıyor. Onun gibi, hayatı, müziğin ritmiyle dans ederek yaşamak istiyorum. İki elim daha olsun istiyorum. Yaşamın güzelliklerini keşfetmek ve içimdeki sesi duymak için her anı değerlendirmeliyim. Aşık Veysel'in yaşam öyküsü, bana yaşamın anlamını hatırlatıyor ve beni bu güzel dünyada daha da derinden hissetmeye teşvik ediyor. Bir nesne ile insan arasında kurulan sımsıkı bağ sayesinde tek değil iki kollu bir insan olmaya davet ediyor.

GAMZELİ MAHŞERİM

BÜLENT BAYSAL

Narin bir yağmur yağar ki inceden, inceden

Sorma! İçime bir gariplik çökmüş geceden

Kalem, illâ ki yaz artık yaz diyor heceden

Kızıl akşam sefası yıldızlarını dökerken

Fesleğen küslüğünde gitmeler, kuşlar susmuş

Can gelmiş buralara, bahar yeşilini kusmuş

Kaysı çiçeğe durmuş, tomurcuk nede çokmuş

Gamzeli mahşerim gece başıma çökerken

Suskun dağlara, mülteci gözlerle gülerim

Hoyrat geceye, kahrı yazar yazar silerim

Dost bağında yandım ki ahu zarda çileyim

Ay aydınlık dökmüş, canımdan can giderken.

BAZEN

ELİFNUR ÖZCAN

Bazen bir şiirde

bazen bir sözde

bazen bir kitapta buluruz

kendimizi, sesimizi, rengimizi

bizi anlatır cümleler, dalgalar, renkler

dostumuzdur kırgınlıklar, hüzünler…

Bir ağacın yapraklarıdır mutluluk

mevsim hazansa eğer

yavaş yavaş dökülür

ömür gibi, ben gibi, sen gibi…

Bazen ilkbahar misali

yavaş yavaş baş verir tohum

yeni bir hayatın müjdecisi

sensiz şu kor yüreğim gibi…

HÜZÜN ELLERİME

LAMİA MİZAÇ

Masumiyet çocuğa

Yeşil…

Cennet'e

Rızık, sabahın ilk ışıklarına

Havalanmak, kuşlara yaraşır

Hüzün ellerime…

Çiçek kırlara, zeytin sofraya

Sohbet dostlara,

Güneş günlere ve kırmızı güllere yaraşır

Hüzün ellerime…

Bulutlar göğe, ay gecelere

Zılgıt düğüne ve kına geline yaraşır

Hüzün ellerime…

Yol, yolcuya

Gurbet sılaya

Kar boran dağa yaraşır.

Ağıt sevdaya.

Ve

Hüzün ellerime…

ZEVAL MEVSİMİ

MEHMET OSMANOĞLU

Nasıldır insicamı; İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış

Mikail kanadından savrulan mevsimlerin

Anla ki ömrümüzü tarif eder bu akış

Doğuştan zevale dek tecellisi göklerin

İşte geldi son mevsim, ömrün son demi gibi

Kâinatta bir telaş, zevale hazırlık var

Ellerimde titreyen son renklerin sahibi

Solgun sarmaşıkların tutunduğu şu duvar

Puslanır âsumanın masmavi berrak rengi

Üşüyen sokaklardan el ayak çekilir de

Kim soğutur güneşi kim kurar bu âhengi

Tefekkür çalkalansın dalga dalga fikirde

Kuşların güftesine beste yaparken rüzgâr

Kapatıp gözlerini bir dinle neler söyler

Bilinmez kaç asırdan bugünlere yâdigar

Saçlarına ak düşmüş şu ihtiyar tepeler

En ince nakışlarla bezenmiş tüm yamaçlar

Her yanda suskunluğun buz tutmuş heykelleri

Ay saklanmış ötede, uykuya dalmış burçlar

Tutar ellerimizden sonsuzluğun elleri

Zarâfet dökülüyor bir tül gibi göklerden

Örtülüyor vâdiler perde perde karlarla

Gündüzün hediyesi kar beyaz gecelerden

Büyülüyor şehirler ağarmış sokaklarla

Yas tutmaz kar altında sükût eden kâinat

Bir başka nevbahara hazırlanır çiçekler

Mevsimin dondurduğu hülyalarına inat

Toplanıp hep beraber, güneşle dönecekler

Gidenler ihtişamla yerlerine gelir de

Dillerde hayat bulur yine yanık ezgiler

Bir geçen zaman dönmez, onla beraber bir de

Yılların yüzümüze kondurduğu çizgiler...

SORMA

MEHMET ÇİFTLİKLİ

Gönül sarayımın ışığı sönük

Öyle karamsar bir HALDEYİM sorma

Uzakta bakarsan haraba dönük

Baykuşun öttüğü BELDEYİM sorma

Yürek yanıyor kor oldu kavruldum

Koca bir çınardım birden devrildim

Kuru gazel gibi yerden savruldum

Bir karlı boranlı YELDEYİM sorma

Dereye sığmayan çağlayan seldim

Vuslatı beklerken özleme yeldim

Yaşımı sorma elli beşe geldim

Unuttum da hangi YILDAYIM sorma

Açma yaramı inan ki çok derin

Çileler çektim olmadı haberin

Kurudur tabi tuzun ve biberin

Görmüyorsun nasıl HALDEYİM sorma

Bir görsen saçlarım nasıl aklaştı

O gençliğim gitti çok uzaklaştı

Ecel limanına salım yaklaştı

Dönüşü olmayan YOLDAYIM sorma

Söyletmeyin beni de yaram çoktur

Yorulma ÇİFTLİKLİ anlayan yoktur

Merhem bulamazlar tabip ve doktur

Halden anlamaz bir KULDAYIM sorma.

YOKLAR FISILTISI

SİBEL KARAGÖZ

Turunçtan bir yel eser

ılık bir meltem türküsüne sarar beni

uyanırım sabahın koynuna

bebekten ellerimle yapışır

turunca konan ürkek ardıç kuşu olurum

döner bakarım, neredeyim, kimim

Bulamam kendimi

kendime bile yabancı

varlığımla yokluğum hancı

ben hangisinde konaklarım

ışığım hangisine yanar

yoklar fısıltısı üfler sönerim

kimsesizliğimin içine

bir yel eser turunçtan

dalarım düşlere, koku alır

türkü götürür anamın ellerine

çocuk ellerimle sıkı sıkı tutarım

ayağım kaymasın

yoklara karışmayayım

Yoklar dururum

elsiz ayaksız, düşsüz, umutsuz

görünmezliğime mevta

sönen ışığıma

omuzsuz tabut inşa ederim

yoklar fısıltısında.

AN

ÜMİT ERDEN

Hangi yer, ne zaman, nerde

bilmem !

bir belada sükut eyledim

kandığım rengine bizeval

güller ki

firkatin acısına rengini verdi

bana bahardan yadigar kalan

sararmış dallarda öten bülbüller,

müstakbeli maziye nalan eyledi

Aşığıyım, ezelden ebede o mahbubun

yürüdüm asırlardan

zamanlar aştım

geçtiğim yollarda dikenler bitti

neyleyim

aşılmaz kal'alar payıma düştü

Bir sevk var bizden öteye

kandım aşinasız

şu kainatın safha-i renginine

bir yer var, nur ve nar

sönmez, söndürülemez

görünmez bir seyrengah

Hatırlanmaz oldu

ne sevgi ne de sürur

kasırlarda mı geçti bu hayat böyle

ya Rab! bir an-ı seyyaleydi

geldi ve geçti

bütün bir zaman meçhule göçtü

bize kalan bir hüzn-ü baki

acılar bizi mesken eyledi

Öleyim mi şimdi ben neyleyim

hayal mi ,hakikat mi gördüğüm

bir vehmi hayalmiş meğer takıldığım

gönülde elemler baki kaldı..

Beyhude bir yolculuktur, başladı

mahbuba kavuşmak mahşere kaldı

bilmezler mi ki

eşcar-ı bağ tarumar oldu.

Bakmadan Geçme