Van Gölü İncileri
GÖZLERİN
BEKİR OĞUZBAŞARAN
Gözlerinden giriliyor ülkene
Aklıma en önce gelen gözlerin
Kuş bile kondurtmam kutsal gölgene
Kanayan kalbimi çelen gözlerin
Gözlerin giriyor önce kanıma
Gözlerin veriyor hayat canıma
Gözlerin geliyor gece yanıma
Beni bin parçaya bölen gözlerin
Beni benden alan ceylan bakışın
Sessiz nehir gibi gönle akışın
İliklere kadar rûhu yakışın
İçimden geçeni bilen gözlerin
Can yakmak kâr kalmaz, bunu böyle bil
Adālet önünde el bağla, eğil
Zamāna direnmek kolay iş değil
Takvimden yılları silen gözlerin
Yeşil gözlerine dalmak isterim
Yıllarca içinde kalmak isterim
Onun tapusunu almak isterim
Perîşan hâlime gülen gözlerin...
SONGÜL AKYILDIZ
Hangi kitap yazar bilmem
Hangi yürek sezer bilmem
Hangi diller söyler bilmem
Yaşamak direnmektir
Hangi cesur çıkar bilmem
Tabuları yıkar bilmem
Zincir çember kırar bilmem
Yaşamak direnmektir
İşçi memur farkı bilmem
Kime döner çarkı bilmem
Emeksiz yemeyi bilmem
Yaşamak direnmektir
Kadın erkek ayrı bilmem
Canı candan gayrı bilmem
Mezhebi dinini bilmem
Yaşamak direnmektir
Köyü kente uzak bilmem
Şu'cu, bu'cu düşman bilmem
Fikri ayrı nifak bilmem
Yaşamak direnmektir.
RAMAZAN KUZHAN
Doğduğun gün kadar temiz
Bilmem, hep böyle yaşar mısın
Allah'tan gayrı masivayı
Söküp kalbinden atar mısın
Viran bağlarında dikene inat
Mor sümbüller misali açar mısın
Merhametten yoksun gönüllere
Bitsin diye, iyilik tohumları saçar mısın
Hakikat bahçesinin gül dalında
Dertli bülbüller gibi öter misin
Virane gönüller yurdunda coşup
Sevgi nehri olup taşar mısın
Aşkın pazarında durmaz gezerken
Deste güller bağı satar mısın
Karanlıklar ardından koşa koşa
Aydınlık güneş gibi açar mısın?
AYŞEGÜL AYAZ
Ne zaman sana gelmek istesem
bir çocuk kaybolur içimde
güneş küser, gökyüzüne
yıldızlar söner
boynum bükülür çaresizlikten
Ne zaman sana gelmek istesem
bülbül güle küser
gül kurur dalından
Ne zaman sana gelmek istesem
denizde fırtına
alabora olur hayaller
maviler karanlığa eş olur
içimi yalnızlık kaplar
Hüzün misafirim olur
kurulur başköşeye
bilir çünkü
en çok sevenler kaybeder
bedeli ağır olur
vakitsiz gitmelerin.
AVRUPA'NIN GÖLGESİ KİMİN ÜSTÜNE DÜŞER (1)
MUSTAFA AYYÜREK
Geçen hafta İtalya'dan döndüm ve farkettim ki Anadolu'nun dünyası göğsümde tazyikli serin bir su gibi fışkırırken diğer dünya deneyimlerinden uzağım. Bunu en başta ifade etmem gerek. Çünkü yanlı olmayan, kişinin kendi dünyasını yansıtmayan bir şey asla değerlendirilme konusu olamaz.
Bu kişisel anlatımdan sonra asıl konuya dönecek olursak. Türkiye o kadar güzel ki, Avrupa'ya dair yapılan güzellemeler benim nazarımda boş tenekeden çıkan anlamsız sesler gibi kulakları tırmalıyor. Bu ses mi bizi aptallaştırıyor yoksa zaten aptal mıyız, karar veremiyorum. Ancak teneke sesine karşı olan tutumumun bazı yankıları İtalya turuyla gün yüzüne çıktı. Bir yerin veya bir mekânın reklamlar yoluyla öne sürülen kartpostal görüntüleri, sinema, televizyon, dergiler ve sosyal medya aracılığıyla sunulan neredeyse kusursuza yakın gösterimleri beni hep şüpheye düşürmüştü. Nasıl olur da ‘batı' dışında kalan neredeyse her yer barbar ve yabani olabilirdi? Ya da nasıl olur da dünyanın sözde medeniyetten geri kalmış kara ve denizleri sadece mistik yerler olarak görülebilirdi? Bu bilindik ifade şimdilik burada kalsın. Denir ki, bir yalanı yeterince tekrar edersen, doğruluğuna herkesi inandırabilirsin. Ve işte tenekeden etrafa yayılan yalancı ses önce enstrümana dönüşmüş, ardından da muazzam bir orkestra gibi insanların kulağına ‘neşe' notaları serpiştirmişti. Bu illüzyonun arkasında yatan gerçekleri görmek ise işte burada önem kazanıyor. Örneğin; Göz, gördüğü görüntülere aldanmış, bitmek bilmeyen yeşilliğiyle büyülenmişti. Ancak onların park ve bahçelerine, sokaklarına attıkları çöpler görülmüyor, sözde medeni insanların pervasız hareketleri göz ardı ediliyordu. Affedersiniz ama yere sadece Anadolu insanı tükürmüyor, sadece İranlılar ceza kesmiyor ya da sadece bazı Suriyeliler hırsızlık yapmıyordu. Ayrıca kırmızı ışık yanarken sadece doğu insanı karşıdan karşıya geçmiyor ve trafik kazaları hep aynı yerlerde olmuyor! Bunları pek tabii her yerde görmek mümkündür. Kısacası orada olanla başka yerde olanlar aynıdır. Karadeniz bölgesinin ormanları ve eşsiz doğası orayı aratmayacak cinsten değil miydi? Yaylaları ve gölleri korunmuş olsaydı, Castel- Gandolfo'dan farksız olacaktı hiç şüphesiz. Bu durumun en güzel örneklerinden biri, Trabzon'un yaylalarındaki doğa harikalarıdır. En azından bir zamanlar öyleydi. Bu söylediklerime pek çok göz defalarca tanıklık etmiştir. Hayatta insana kendisini kötü hissettiren çok şey vardır. Eğer olumsuz bir şeyi gizlemek istiyorsan, Batı'nın yöntemlerini kullan. Eline kamerayı al ve Bologna'dan Roma'ya uzanan yoldaki ormanı yeşil perdeyle çek. Bunda yeterince başarılı olmadığını düşünüyorsan Russell Crowe'lu Kolezyum'un içinde gösterişli ve insanı çarpan Gladyatör'ü sahnele. Bu senaryoyu desteklemek için aynı işlemi farklı yerlerde ve farklı karelerle yeterince tekrarla. Emin ol, o şey artık olumsuz görülmeyecektir. En azından insan zihninde olumsuzluğun olumlu bir yer edineceği kesin! İşte onların kanlı sermeyeleri üzerine bina ettikleri ön kapak ve başlıkları bu ve benzeri. Ön kapatan kastımı şöyle bir iki cümle ile aşağıda detaylandırayım.
Avrupa'yı son yüzyılda yazılmış en güzel kitap olarak kabul edersek, karşımıza benzersiz bir kitap ismi, göz alıcı bir kapak tasarımı ve ilk sayfaları titizlikle yazılmış edebi bir eser çıkar. Ancak, edebi bir eser için bunlar tek başına yeterli mi? Elbette ki hayır. Okumaya devam ettikçe satırlarda; kin, gaddarlık, bireysellik, nemelazımcılık, ikiyüzlülük ve nihayetinde ölüm temalarını buluruz. Öldürme ve sistemli işkencelerle yapılan sömürüler de cabasıdır. Üstelik, bu konuları işleyen filmlerle 'özür' mesajları vererek... Örneğin soykırımları anlatan filmleri. Şununda farkındayım İtalya özelinde Avrupa'nın sadece bunlardan olduğunu ifade etmiyorum. İtalya'da bulunan yüzlerce yıllık eserleri inanın ağzım açık kalarak izledim. Yapılan binalar bana bu dünyadan değilmiş gibi geldi. Fakat orada yaşayanların da insan olduğu gerçeği unutulmazsa her yerle aynı olduğu net bir şekilde gözlemlenecektir. Bunların dışında şunları eklemek istiyorum. Sen Nemi'de Çilek Köyü'ne giderken bir esnafın sana kazık attığını, pizza yediğinde kasada ücreti üç katına çıkardıklarını ve soyulduğunda kimsenin umursamadığını göreceksin. İstanbul'daki bir insan hırsızlık yapıyor da Floransa'daki yapmıyor muydu? Biz Napoli'ye gitmezden evvel rehberin bizi kaç kez dikkat edin, diye, uyardığını asla unutmayacağım!
Bu metinde, gezi ile ilgili izlenimlerimin ilk kısmını paylaşıyorum sizinle. Bu izlenimlerin elbetteki sadece olumsuz deneyimlerle sınırlı değil. Ve gezi ile ilgili yazıları seriler şeklinde bir süre devam ettirmeyi düşünüyorum. Her yazımda gezinin farklı bir noktasına odaklanmaya çalışacağım. Tekrarlamak istiyorum İtalya'yı gezerken çok keyif aldım ve çok eğlendim. Yeni yerler görüp, farklı insanlarla karşılaştım. İngilizce bilmeden erkek tuvalet kapı kolunun kırık olduğunu bile anlattım (işaret diliyle değil tabii ki).Bu deneyim beni çok mutlu etti. Rehberin gideceğimiz yerler hakkında önce otobüste sonra mekanda aktardığı şeyler harika ve olağan üstüydü. İmkan bulacak herkesin bunu deneyimlemesi gerektiği fikrindeyim. Ancak, bu gölge altında kalınmadan yapılmalı. Sonuç olarak, Avrupa'nın sunduğu görüntülerin, yaptığı kaliteli reklamların ardında yatan gerçekler, dikkatle incelendiğinde ortaya çıkıyor. Gidildiği zaman dönüş kendine yabancılaşma olarak sonuçlanmasın. Ve ancak şunu asla ama asla unutmayalım:
Avrupa'nın gölgesi kimin üstüne düşerse o karanlıkta kalıyor!
KÖY VE ŞEHİR
ARİF KUŞ
Köy havası farklı olur
Sakin yaylan berrak su var
Çiçek açan yeşil alan
Hafif eser seher yeli,
Bak orda şifada var
Sanma şehir huzur dolu
Yürekler acı, göz yaş akar
Gözlük takmasına bakma
Ekmeği yok, Yılan için
Gözlük takmış hava atar
Dağlar köylü obasıdır
Koyun yayma ovasıdır
Sütten yoğurt, kaymak yapar
Peynir, cacık, sefasıdır
Kazancıdır helal lokma
Şehir desen çoğu süslü
Kalem kaşlı krem yüzlü
Elbiseleri diz üstü
Evde saygı sevgi olmaz
Gülen gözler hep kan akar
Köylü Koyun kuzu saklar
Yünden çorap kazak yapar
Kibir yapmaz çocuk bakar
Huzur dolu yayla kızı
Mutlu olur köylü özü
Gelin hep birlik olalım
Başı duman dik duralım
Yayla suyu gibi berrak
Allah yolunda olalım
Kardeşçe biz yaşayalım.
SEVDA İKLİMİ
RAMAZAN ALKAN
Sevda ikliminin çilelidir yolları, kayalıktır yokuşları
Rahatlığından vazgeçmeyeceksen bu iklime girme
Nimeti azdır, acıdır her lokması, fakirlik kokar sofrası
Zevk ü sefadan geçmeyeceksen bu iklime girme
Ab-ı hayat arar isen zehirli bahçelerden geçmen gerek
Durup katran zehrini içmeyeceksen bu yola girme
Bu yol dilenme yoludur, bu iklim yoksulluğun yurdudur
Maldan mülkten geçmeyeceksen bu iklime girme
Dikenli yolları vardır, aşkın heybetli dağları, ateşten denizleri vardı
Ateş denizini mumdan gemilerle geçmeyeceksen bu iklime girme
Bir eline Güneşi bir eline Ay'ı vermişlerdi bir zaman
Ay'dan, Güneş'ten, Dünya'dan geçmeyeceksen bu iklime girme
Tek'e gider bu yol, Bir sevdaya ulaşılır, sonunda Bir'e varılır.
Çoğu sevdalardan vazgeçmeyeceksen bu iklime girme.