Van Gölü İncileri

HEY GİDİNİN GENÇLİĞİ!

ABDULHAKİM ÇİFTÇİ

Aristoteles, Hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşayan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler. Bu hayvanlardan, sabahın saat sekizinde ölen genç, akşamın saat beşinde ölen ihtiyar ölmüş sayılır. Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimize gülünç gelmez? Ama sonsuzluğun yanında dağların, nehirlerin, yıldızların, ağaçların hatta bazı hayvanların ömrü yanında bizim hayatımızın uzunu, kısası da o kadar gülünçtür.

Mesela evrenin yaşının 15 milyar yıl olduğu, evrende 100 milyar galaksinin olduğu ve her galakside de 100 milyardan fazla yıldız olduğu tahmin ediliyor. Bizim dünyamız bu 100 milyar galaksinin içindeki 100 milyar yıldızdan sadece bir tanesi. 15 milyar yıl olduğu tahmin edilen evrenin yaşıyla bizim ortalama 60- 70 olan ömrümüz kıyaslandığında işin asıl gülünç tarafı ortaya çıkıyor. İnsanın yeryüzünde ortaya çıkış tarihi 130-140 bin yıl iken, İnsana ait ilk bulgular 30 bin yıl öncesine gidiyor. Dünyada yaklaşık 9 milyon tür var ve her bir tür milyarlarca sayıda. Bütün bu devasa varlık alanı içerisinde insanın işgal ettiği yer zaman ve mekân tasavvuruna bakıldığında insanın âlemdeki yeri çok ama çok küçük.

Böylesi bir zerrecikliğe rağmen insanın had bilmezliği neredeyse arşa çıkmış ve insan; yeri delmeye, göğü yarmaya yeltenmiştir. Kendini bilmeyen ve tanımayan insan bir arpa boyu yol alamaz hale gelmiştir. Yerinde saymanın yürümekten daha çok ses çıkardığına kanaat getiren modern insanın durumu öyle bir hâl almıştır ki artık pergelin bile sabit bir ayağının olmaması gerektiğine inanmaya başlamıştır. Hiçbir değere sahip olmayan ve sanal dünyanın esiri olan bireyler, gerçek hayatın figüranlığını dahi yapmamaya eğilimli hale gelmiştir. Geçici olanın sonsuz olanın karşısında ezici bir üstünlüğü olduğunu düşünmeye başlayan şaşkın şahıslar, dünyayı imar et emrine kulak tıkamaktan başka bir çıkar yol bulamamıştır. Uzaydaki milyonlarca yıldızdan birinde oturan bir canlı türü olduğunu keşfedemeyen ve büyük bir sistemin parçası olan insan, bu kozmik düzende iğne ucu kadar yer etmeyen dünyasında artık birlikte yaşamak mecburiyetindedir.

İbn Haldun'un “İnsan medeniyyun bittab'dır.” Yani toplumsal bir varlıktır sözünü kulağına küpe yapmalıdır. Daha da önemlisi sosyal bir varlık olduğunu, tek başına tabiatta yaşayamayacağını, fizyolojik ve psikolojik açıdan bir bütün olduğunu aklının bir köşesinde tutmalıdır. Zihin dünyasının tutsağından ve kendilik zindanından azade olmalıdır. Haz ve hız çağının insan fıtratını esir aldığı mecralarda ve gayri ahlakiliğin üç kuruşluk seyyar pazarında, “sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır.” serzenişini sitemin taşıyla kırmalıdır. Başı sınuk bedeni şikeste Fuzuli'yi can kulağıyla dinlemelidir. Kırılacak odunu, taşınacak suyu, hangi suyun sakası olduğunu iyi bilmelidir. Tütmesi gereken ocağın nerede olduğunu, o esrarlı yangına bu canın nasıl dayandığını, Rüveyda'yı, Hindiba'yı bilhassa bilmelidir. Yalnızlığın ve tek başınalığın arasındaki ince çizgiyi ayırt etmeli, elaleme şen görünen kırık yerini tanımalıdır. Genç olarak ölmenin kıymeti harbiyesini iyi anlamalıdır. Dünya'nın bir çiğ tanesi kadar uçucu olduğunu, kana kana içilen hayatın insanı susuz götürdüğünü iyi bellemelidir. Mezarlardan bile yükselen bir baharın olduğunu, vardan da yoktan da ötede bir varın var olduğunu iyi kavramalıdır. Bir gün ölüp gitmeyeceğini, zamanın izafiliğini, olasılığı, atom fiziğini ve Newton yasalarını hayatın sırrına ermek için yalayıp yutmalıdır. İnsanın en değerli mefhumu olan ömür sermayesinin bir anda tükenivereceğini ve kum saatinin artık aleyhte olduğunu fark etmelidir. İnsan tabiatının oluş ve bozuluşa tabii olduğunu, bozuluşa tabii varlıkların bozulmasının musibet olarak ortaya çıktığını, musibetin gelmemesini istemenin aslında olmamayı istemekle eş değer olduğunu hatırında tutmalıdır.

Her imkânın bir imtihan her imtihan bir imkân olduğunu, her şeyi sevk ve idare eden yeter kudretin Allah olduğunu ve gerisinin lafügüzaf olduğunu zihninin orta noktasına mıh gibi çakmalıdır.

ZEYTİN TADI

EDA TOSUN

Toprak zeytin tadı veriyor

ekmeği bölüyor ağaçlar

güneş reçel tadında

bir damladır insan

hanımeli yahut

ıhlamur ağacının altında…

Ormana gamze veren bir eldir

dünyanın hıçkırığını kesen

bir insan sesidir

çimlerin üzerinde gezen karıncaların

bulduğu icap

yağmura hicab duyulmuyor demektir

İnsan da, insanın tenhası değildir

birisi iplik ise, diğeri iğnedir

bir fideyle başlar

bir tenekede filizlenir

ve sonra bağ, bahçedir

insan insanın hüneridir

uçuşan, yanan bir kağıt değildir.

GÖRÜNEN KÖY

İSMAİL GÜL

Her işte bir hayır vardır

Anlamaya izan gerek

Kimi ayan kimi sırdır

Akıl ile çözen gerek

Bırakma Hakk'ın peşini

Asan eder her işini

Kibrin, gururun başını

Takva ile ezen gerek

Kim bilir dağın ardını

Mamur et gönül yurdunu

Dost odur ki dost derdini

Söylemeden sezen gerek

Aşk ile yanıp tütmeye

Geceye ışık tutmaya

Gönülleri hoş etmeye

Yunus gibi ozan gerek

Hissizlik gönül kışıdır

Kalbin dili gözyaşıdır

Ağlamak insan işidir

Ara sıra bazen gerek

Yolcusuyuz öte göçün

Bu husumet, bu kin niçin

Beşerin huzuru için

İlahi bir düzen gerek.

OLAMAZSIN Kİ

AYNUR GÖKALP

Açma tabip açma, yaram derindir

Sen ona bir merhem olamazsın ki

Dermanı arama yar kederindir

Yaranı saranı bulamazsın ki

Aşka yenik düştüm artık bir kere

Olmaz olsun böyle yasak şer töre

Bana hasretinden gurbet her yöre

Sevda ile gönle dolamazsın ki

Bu sevdayla iflah olmaz yanarım

Gelenden gidenden imdat ararım

Geçse bile yıllar yanımda yoksa

Ardımdan çaresiz gözlerle baksa

Baharda bir çiçek misali koksa

Onunla bir ömür solamazsın ki…

SALKIM SÖĞÜT GÜNLER

ORHAN YAVRUÖZTÜRK

Bu memleket bizi daha görmedi

sen de bekle bizi sevgilim

hele gece, gündüzü bir daha kovalasın

yağmurları bir daha yağdırsın bulutlar

kine ,kedere bulanan şu yeryüzü bir daha çiçek açsın da gör

Gör umuda gebe yarınlar

ne güzellikler doğurur

gör kar beyaz dağlar nasıl sümbül açarmış

tozlu tarla nasıl nimet sunarmış sen o zaman gör

saltanat nasıl yıkılır, kral nasıl olurda çıplak kalır

şaşkınlığını sen o zaman izle

Sen o zaman gör el ele çocukları

sen o zaman gör maviyi, yeşili, beyazı

nasıl dağılır bir karanlık, nasıl kaybolur bu sis bu grilik

en karanlık gecenin göğsüne nasıl yıldız ekilir

el ele kırlarda nasıl koşar çocuklar, anneler nasıl güleç

kuşların sapan korkusuz uçtuğu gökyüzü nasıl mavi...

Ak koyun kara koyundan

hakkını aldığı zaman seyreyle sen burayı

işte sen o zaman duy kardeşlik şarkısını

sen o zaman söyle aşkı, sevgiyi, insanlığı...

Bir insan nasıl olur da ölümsüz olur

o gün sana sarıldığımda hisset

bir salkım söğüt gölgesinde

fazla değil sevgilim, üçe beşe bakar bugünler

şimdilik senden ağız dolusu gülüşler

kır çiçeği kokusu eller istiyorum

Ve sana masmavi bir umut

içi sen ile dolu bir kalp verebiliyorum

birazcık daha sabır sevgilim, çok az daha...

işte o zaman buralar sana layık olacak

işte o zaman buralar bizi görecek.

GURBET ELDE

ARİF KUŞ

Yitirdi evlat özlü sözlerim

Eskiden ne desem onu dilerdin

Ömrümü çürüttü yaban elleri

Gurbet elde çöktüm kalkamaz oldum

Sılada varidi saygı ve sevgi

Beliydi beyazın siyahın dengi

Acı gelse de doğru sözleri

Düşecek bedenim destek bulurdu

Taş ağırdır dursa yerinde

Sallansa düşer günün birinde

Kıymet bilinmez yaban elinde

Gurbet elde çöktüm kalkamaz oldum

Uzaktan bakınca mutlu sanırdım

Tükenmek bilmez gerçek sanırdım

Gurbete baktıkça ağladım durdum

Gurbet elde çöktüm kalkamaz oldum.

GÖLGE

NECDET TEKE

Gölgen olup senle yürümek istiyorum

sana yük olmadan

sen güneş ol, ben ışığın

ısıtalım dünyayı

Ben kalbinin gölgesiyim

rüzgarlarda dalgalanan

gül kokan saçın teliyim

elma yanaklarında gamzen

ölürsem, gömülmek isterim

sakın ola sönmeyesin

unutma, ben gölgenim

Bulutlar sarılsa da etrafını

izini, gölgeni kaybetsem de

damla yağmurum olursun, gözlerimde

üşütmem ki gecenin ayazında

ay ışığımsın yine ısınır yüreğim

aysın, gölgende senle yürüyorum

yarına güneş doğana de

o etrafını sarmış yıldızlar

düşer de, gölgende

ben düşer miyim hiç

bedenine, kalbine gölge olmuş

sevdana düşmüş, bir gölgeyim

sen yoksan, ben neyim

Bu kadar bir hayale mı kapılır insan

üzdüm seni, çünkü senden uzak

kapın gökyüzünde sana nasıl geleyim

sadece sana yakın bir gölgeyim!

GİYEMEDİM GELİNLİĞİMİ

METİN ÖZDOĞAN

Ben küçüktüm daha büyümedim

konuşmayı yürümeyi yeni öğrendim

annemi babamı yeni tanıdım

daha yaşanacak yıllarım vardı

o yıllarımı kurşunların aldı

bomban mezarımı yaptı

dikemediler çocuk mezar taşımı

Senin çocuğun yok mu

yeğenin kardeşin yok mu

kurşunun bomban beni vurdu

mezarım çocuk mezarı oldu

Avrupa insan hakları diyorsun

insanları bomba ile vuruyorsun

çocukları yetim öksüz bırakıyorsun

sen insanlıktan yoksunsun

İsrail hiç yoktan vurdu Filistin'i

Avrupa insan hakları nerede hani

Rabbim af etmesin hiç seni

duymadın mı çocukların sesini

Dünya durdukça

İsrail taşlar yağsın başına

gelesin yetimlerin ahına

sen giresin çocukların mezarına

aldın çocukların canını

hiç mi yüreğin sızlamadı

kırdın çocuk fidanları

daha yaşayacak yılları vardı

Sildin mi akan göz aşımı

İçtin mi çocuk kanımı

kazdırdın çocuk mezarımı

gömdün gelinliğimi damatlığımı

Kızına giydir giymediğim gelinliğimi

inşallah olur kızının kefeni

göremeyesin oğlunun damatlık giydiğini

ateşler yaksın ciğerlerini.

ÖLMEYECEK

ARZU ALPDEĞER

Bir hücreye hapsedildim

bir azatlık köle, tüccar değilim

ceplerimi yokluyor nefesi metelik kokan fareler

ışığı da kapatıp gittiler

ben kaldım, olmayan lambanın sönen ışığı

günahlar ve azaplar içinde...

Bir bir çözüldü düğmeleri gömleğimin

köprücük kemiğimi vaftiz ettim delice

ağlayın ey kainatsız gözlerim

günahlar çıkardım... dualar ettim

merhametli Tanrım

karşımdaki duvara küfürler savurdum bir gece

nasıl da utanmaz, nasıl da arsız, laf dinlemez!

Titriyor çizik çizik ellerim

ve dudaklarımda bir soytarı gülümseme

başına geleceklerden haberdar gibi

yüzümü çizip, saçlarımı kazıdılar

bir gece... katran gibi, şeytan gibi

edepsizce... gözleri dört dönüyor

mazgallardan prangalara

topraktan ayağıma değen ölü ruh kokularına...

Ağıtlar yakıyorlar, korkular dürtüyor bir gece

bana ağlıyor benden olmayan ruhum

o da mı ilahsız!

bana acıyor, benden kaçıyor,

bitmeyecek bu sorgu,

o bu gece de ölmeyecek...

Bakmadan Geçme