Van Gölü İncileri

ÖMÜR TÜKENİRKEN

ATİLLA GÜNEY

Derinlemesine düşündüğümüzde, yüz yıl gibi bir zaman diliminde bu gezegende yaşayan herkesin artık var olmayacağını fark etmek, insana hayatın ne kadar geçici ve değerli olduğunu hatırlatıyor.

Bilim her ne kadar gelişse, biyoteknoloji ve biyohacking sayesinde ömrü uzatmak yönünde ilerlemeler olsa da, ölüm gerçeği hayatımızın bir parçası olmaya devam ediyor. Bu kaçınılmaz gerçek, ömrün hızla tükenmekte olduğu gerçeği, yaşamın ne kadar kıymetli olduğuna dair bir içsel sorgulama yapmamız gerektiğine işaret ediyor. Kendimize “Bu dünyaya geliş amacım ne?” ya da “Hayattaki görevim nedir?” gibi sorular sormak, hayatın geçiciliğine anlam katmak için attığımız adımlardan biri olabilir. Bu sorular, insanı kendi varoluşunu anlamaya, yaşamını daha dolu ve bilinçli bir şekilde yaşamaya yönlendirir. İnsanlar genellikle gündelik hayatın telaşı içinde hayatın sonluluğunu unuturlar. Ancak bir an durup düşündüğümüzde, hepimizin aynı yöne gittiğini ve bir gün bu dünyayı terk edeceğimizi idrak ederiz. Bu farkındalık, hayatımıza daha derin bir anlam katmamız gerektiğini düşündürür. Peki, bu anlamı nasıl bulabiliriz?

Bunun için yapılacak en temel şeylerden biri, kendi hayatımıza dışarıdan bakabilmektir. Kişisel gelişim süreçlerinde ve felsefi düşüncelerde sıkça önerilen “kendini sorgulama” pratiği, bireyi bu anlam arayışında daha bilinçli bir hale getirebilir. Hayatın kısalığını fark etmek, bizi hedeflerimizi, tutkularımızı ve değerlerimizi yeniden değerlendirmeye iter. Bu süreçte, yalnızca maddi başarıların ya da geçici zevklerin peşinden koşmanın tatmin edici olup olmadığını düşünmeye başlarız.

Kendini sorgulama, kişinin kendi hayatını ve iç dünyasını anlamlandırmak için attığı en önemli adımlardan biridir. Bu sorgulama sürecinde, hayatta gerçekten neyin önemli olduğunu keşfetme fırsatına sahip oluruz. Hayatta bize anlam katan şeyler neler? Hangi hedeflerimiz gerçekten bize ait ve hangileri toplumsal baskılar ya da başkalarının beklentilerinden doğuyor? Kendimize bu tür soruları sormak, içsel bir yolculuğa çıkmamıza yardımcı olur. Bu süreçte, çoğu zaman insan kendini derin bir yalnızlık içinde hisseder. Ancak bu yalnızlık, anlam arayışının ve kendini keşfetme yolculuğunun doğal bir parçasıdır. Bu yolculukta kendimize dürüstçe bakabilmek, gerçek arzularımızı ve değerlerimizi bulmamıza olanak tanır. Bu sebeple kendimizi bulmaya kendimizi anlamaya da katkı sağlar.

Birçok düşünür, insanın kendini gerçekleştirmesinin, hayatında bir anlam bulmasının en önemli tatmin kaynaklarından biri olduğunu vurgulamıştır. Kendimizi sorguladıkça ve hayatta ne yapmak istediğimizi keşfettikçe, ruhsal bir tatmin elde ederiz. Bu tatmin, sadece bireysel mutluluk getirmekle kalmaz, aynı zamanda başkalarına da olumlu katkılarda bulunmamıza olanak tanır. Bir başkasının hayatında kolaylıklar sağlayabilir. İmkanlar doğuşuna yardımcı olur.

Neticede, hayatın kısa ve geçici olduğunu bilmek, bir yandan hüzün verici olabilirken diğer yandan yaşamımızı daha anlamlı kılmak için bir fırsat sunar. Buna inanç açısında baktığınız zaman, bu dünyada bir görev üstlenmek kaçınılmazdır. Her canlının bir sorumluluk alanı olduğunun altını çizdiğinizde insanoğlu doğuşunun bedelini ölümle öderken, bedenin yok olması demek ruhun yok olması anlamına gelmiyor. Hayatı boyunca yaşadığının mükâfatını ya da cezasının olacağını idrak etmesi kesinken, bir ilahi kanunun var olmasını da kabul edilmeli.

Dolaysıyla kendi değerlerimizi, hayallerimizi ve amacımızı bulmak için bu sınırlı zaman dilimini daha iyi değerlendirmemize yardımcı olur. Kendini sorgulamak, yaşam amacını keşfetmek, dünyaya ve kendimize dair daha derin bir farkındalık kazanmak, hayatımızı dolu dolu yaşamanın anahtarıdır.

SİTARE SENFONİSİ

TUTKU SAVUR

Beyaz ülkenin siyah bulutları sarar çehremi

Dünya artık mekansız mesken,

Zaman dar ağacında asılı durur,

Hırçın dalgalar deler göğsümün kıyılarını

Denizin ta dibinden eşsiz melodiler çınlar

Kurak teninde büyümüş çiçekler sus pus!

Büyülü bir senfoni yaşar gökyüzü

Eteği belinde yıldızlar dans eder ahenkle

Sitare'nin gözbebeklerinde keşmekeş sancılar

Kemirilmiş kutup yıldızları doğurur birer birer

Dağınık enkazı perdeledi bak yine yağmur

Göz kırpıyor sisli bulutların ardı sıra

Toprak pansuman, küçük yaralı tomurcuklarına

Rotasını kaybeden güneşin kırıntıları yerde

Ağaçların nasırlı elleri kaplar bedenleri

Günlerin aklı karma karışık,

Mevsimler yas tutarken takvimde

Bir ah kopar kâmerden ümitsiz aşk edasıyla

İntihara teşebbüs sessizlik sarar etrafımı

Sırra kadem basıyor durulmuş soluğum

Dilim damağımda yarı baygın bir halde

Arsızlaşır içimde cebelleşen yalnız heceler.

KALLAVİ BİR KALEM LEYLA ELVİN

EDİZ SERVAN ERDİNÇ

Batmanlı genç yazar Leyla Elvin, çıkarmış olduğu üç romanıyla dikkat çekiyor.

İlk romanı olan 'Antarktika Üşüyor' ve ikinci romanı olan 'Sesini Kaybeden Şehir'den sonra 'Varoluş Sancısı' adlı üçüncü romanını çıkaran genç yazar Elvin, aynı zamanda Türk dili ve edebiyatı öğretmeni, mesleğinde başarılı olduğu kadar yazarlıkta da kallavi bir kalem olmanın güzelliğiyle şimdiden kendine has bir okuyucu kitlesi oluşturmayı başarmış.

Yurt içi ve yurt dışında da vakit buldukça dolaşan Leyla Elvin, hayal dünyası ile gördüklerini harmanlayarak okuyucuya üç roman armağan etmenin mutluluğunu yaşıyor, imkân dâhilinde Batman ve farklı şehirlerdeki kitap fuarlarına katılan Elvin, sosyal medyada da adından söz ettiriyor.

Bununla birlikte ülkemizdeki küçük kızlara örnek olması ve kadınlara öncülük edip cesaret vermesi de büyük takdir topluyor, hiçbir okuyucuyu sohbetsiz, güler yüz olmadan göndermeyen Elvin, nahif yüreğiyle çevresi tarafından seviliyor.

Leyla Elvin, 'Yazdıklarım umarım okuyucuların gönlünde, elinde en iyi değere ulaşır, bana kendini iki kelimeyle anlat deseniz okumak ve yazmak derim.' diyor.

ANMAK

HATİCE ERDEMCİ

Yine seni andım demek,

Bir tutam saçımın

Dökülmesi demekmiş

Elimin titremesi ve uyuşması

Sen gittikten sonra başladı,

Seni görmediğim her an

Göz kararması,

Yanına gelemediğim her gün

Hâlsizlik ve yorgunluk

Seni düşünemediğim her saat

Zihnim duruyor gibi

Bunların hepsi senden hatıra

Haberin yok biliyorum,

Bir an da gittin

Yokluğuna alışamadım.

KABUK TUTMUŞ YARALAR

RABİA ASLAN

Bir yarayı söküp atmak gibidir bir insanı hayatından çıkarmak. Emek verdiğiniz, değer verdiğiniz insanların size yaşattıklarını göz önüne alıp onu hayatınızdan çıkarmaya çalıştığınız da kabuk tutmuş yaranın kabuğunu sökmek gibidir.

Sökülen kabuğun kanaması ve tekrarlayan acılar gibi… Bu yüzden hayatınızda yer alması gereken insanları seçerken dikkat etmek gerekir.

Kabuk tutmuş yaralarınızın tekrar kanamaması için hayatınıza aldığınız insanların önemini bilmeniz gerek, sürekli kanayan yaralar tekrarlayan acılar insan vücudunda rahatsızlığa sebebiyet verir. Hem fiziksel hem ruhsal hem de duygusal rahatsızlıklara sebebiyet veren her şeyden uzaklaşmak gerekir kabuk tutmuş yarayı kanatmanın bir anlamı olmadığı gibi.

Yaraya sebep olan ve kanamasına yol açan her şeyden uzak duruyor ve yeni bir sayfa açıp kendimizi yeniliyoruz. Yeni bir döneme giriş yapıyoruz. Bizi anlayan, bizleri dinleyen be varlığımızdan rahatsız olmayan insanlar ile yeni bir başlangıç inşa ederek devam ediyoruz.

Bu süreçte kendinizi tanıyın ve kendiniz ile barışık olmayı unutmayın. Yeni başlangıçlar için yaşamaya devam edin.

GECE GÖĞÜN İNCE ÖRTÜSÜ

MUSTAFA AYYÜREK

Gün sonbahar yaprağı gibi döküldüğünde

Kuzguni hisler dumanlı dağlardan eteklere yayılırdı

Devir gösterişli hislerle sabahı örttüğünde

Gece soluğunun tenha nefesi

Zeytuni gözlere neşe olsun diye

Göğün tül gibi ince örtüsünü işlerdi

Zaman dokunamadığı boşluklara şenlik serperken

Kuytu köşelerde çuha çiçekleri açsın diye

Siyahın yeşile çalan sarı rengine

Ve gece soluğunun ıssız kimliğine umut bağlardı

İşte şimdi yaşamın esmer koridorlarında gezinip

Bir demirci maharetiyle şavkı ben döverdim

Gecenin koyu derinliğine yol alsaydım

Dönemin terkedilmiş sokağını dört nala ezer

Göğü toz duman etmek için

Yeryüzünün ayaklarına mıh çakardım

Bitkin bir sözcük gibi bir an durur

Sonra ayak seslerinin ardında kalan sayısız sayfayı

Griyle boyanmış zirvelere katardım

Yalnızlığa akan bir nehir gibi

Fırtınalı sahillerde sürüklenir

Akşamın taşkın dalgaları arasına

Loş filiziyle fenerin kalıntısını dikerdim

Kasırgalar yağmuru kirpiklere sürme diye çekerken

Gökyüzünün kanatlarına tutunur

Ufka doğru yol alırdım

Belki de güneşe sefer eyler

Gök çerağının son öpücüğünü

Kaybolmaya yüz tutmuş anılara saklardım

Ve seher vaktini kömür karası

Pençelerle sökerdim yüreklerden

Işığın olmadığı bir yerde hüzün son bulsun diye

Aydınlık zerreyle boğulsun

Atların akınıyla biriksin izler

Karanlık bitimsiz var olsun

Yeniden büyüsün fersiz siluetler

Karaltılar zamansız buharlaşırsa

Gökyüzünü yıldızlarla baştan çizerim

Demir kazık gibi kutbu işaretlerse sineler

Çağlar boyu süren ak ufukları

Bir dağın ihtişamıyla deler geçerim.

SELAM SANA GAZZE

HELAT DOĞAN

Sinelerde birikmiş on binlerce hengâme

Fırtınalar, zemheriler, zelzeleler

Yer yarıldı içine girdi aydınlık

Gök açıldı cephe kurdu karanlık

Arş titriyor zeval gelmiş dört yana

Bir ışık doğsa yutar onu mermiler

Bir çocuk gülse susturulur gaddarca

Bir kahraman özgürlüğüne koşsa

Hapsedilir kendi toprağında

Dikenli yollardan koşuyorlar

Ayak izlerine kanlar hücum ediyor

Atlarını kuşattılar, nallar taktılar

Her biri bir duvara sığınmış

Gözleri gökte; kalpleri, elleri, ruhları

Avuçları açık semaya bakıyorlar

Islak kirpikleri, gözleri, yanakları ...

Karşılarında acılarla Aksa'ya yol almış

Sanki intikama yemin etmiş bir kavim

Sürüklüyor bütün çocukları

Saçları aklarla örtünmüş ihtiyarları

Ve mahşere bıraktı on binlerce sevdayı

Şimdi Musa asasını yere bassa kanlar fışkıracak

Oturacak Süleyman, etrafında karıncalar

Kimin olacak diyecek şu kutsal toprak

Mabedini kime verecek kime emanet edecek

Ve ebabil kuşlarını pençelerinde taşlarla

En çok zulüm edenin üstüne yollayacak

Şimdi kutsal topraklardan ruhlar yükseliyor

Ruhlar yorgun, ruhlar bitkin

Ve yükselince semaya sevinç dolu

Gözleri buğulu, bedenleri parçalanmış

Yükselmek için dua ediyor

Onlar için köşkler saraylar dikili

Bu ise özgürlük, özgürlük, özgürlük.

Bakmadan Geçme