Van Gölü İncileri

CAMA VURAN KAR TANELERİ

NURAN AKÇAP DEMİRHAN

Sessiz sedasız yağar kar taneleri

Cama vuran sessizliği

Yürek acıtan her damlası

Biraz buruk, biraz hüzün kokar

Beyaz inciydi sanki

Cama vuran kar taneleri

Odamda loş ışık

Sokak lambaları değildi

Yağan karın her tanesi

Beyazın rengi

Kar tanesi, inci tanesi

Saflığın rengi beyazın esareti

Cesaretin güvencesi

Pencere önünde, seyredalınca

Sessiz, sessiz dalıp gidince

Radyoda çalan içli bir şarkı

İnceden ince yağar kar taneleri

Aklımda kalan soğuğu

Evi barkı olmayan yoksulluğu,

Ruhum kar tanelerini izliyor.

Bir coşkuyla düşüyor

Sanki inci tanesi, kar taneleri...

Hüznümün son noktası,

Yağan karın ardından baharın gelmesi

Kimileri için eğlence, kimilerine cefa

Cama vuran kar taneleri

Kışın sonu bahardır

Her mevsim ayrı güzeldir

Yürek sessizliği güneşi çıkınca

Damla, damla eriyip gidiyor

Cama vuran kar taneleri.

SESSİZ YOLCU

ATAKAN DAŞDAN

Bu sahilden o sahile

Yürür gider , sessiz yolcu

Bir kelepçe vurmuş dile

Yürür gider, sessiz yolcu

Sonu boştur dünya fani

Akıbeti şirin canı

Öğütür can değirmeni

Yürür gider sessiz yolcu

Sırma sırma sarar kundak

Ana rahmi kara toprak

Alır gider gözden ırak

Yürür gider, sessiz yolcu

Bir aciz kul düşmüş dara

Günahım çok , yüzüm kara

Yakma ya Rab! Yakma nara

Yürür gider sesiz yolcu.

SÖYLENSİN

TÜRKAN ŞENGÜLER

Söylensin bugün içli türküler

Dilden dile dökülsün kederler

Tütsünün dumanları gibi

Dağılsın gecenin hüznüne birer birer

Bağırlar yanık, yürekler hançer

Saplanıp çıktıkça bırakıyor izler

Kesip atılmıyor sarıp sarmalanmıyor

Mariz-i ruhtan etkileniyor hüzünler

Zifiri zemheride katmerleşiyor düğümler

Meyustan meyusa daldırıyor sessizlikler

Söylensin bugün içli türküler

Dilden dile dökülsün kederler birer birer.

PAPATYA

NECDET TEKE

Sen defterimin sayfalarında

Kurumuş papatyamdın

Yarama merhem seni sürecektim

Eskiyedursun her şey bende

Sen her zaman en taze bahardın

İçimi kemiren hiçliğin miydi

Yoksa umursamazlığın mıydı

Oysa içimde kuruttuğum her sayfanın

Arasında gizlediğim acıdan başka

Papatya çiçeğin katili miydim

Geçer zaman yeşerir bahçede papatya

Hangi el uzar ki onu koparmaya

Ben kaç sözle kalbine, girmeye çalışırım ki

Şimdi sen değil papatyam ben kurumuşum

Fani dünyanın her sokağında...

Benim benden haberim yok

Aynalar dursa karşımda kendimi tanımam

Genç yaşın sevda doruluğunda

Dört duvar arasında kalmış mahkûm

Delirmiş olmalıyım,

Eski hatıralarla seni anmak...

Defterimin her sayfasında kuruttuğum için

Özür dilerim papatyam.,

Sen bahçemin en güzel narin papatya çiçeği

Seni kopartıp kuruttuğum için üzgünüm...

GELMESİN BAHAR

LEYLA YİĞİT KAYA

Kaç yağmur kaç bahara küstük

Ne nisandı ama hatırlamaya yüksündük

Kalp kırılırsa da ölünür bildik

Gelmesin bahar bana hep hazan

Şimdi kuru toprağı çamur etme git

Toza alıştık balçıklan da bit

O ağaçlar ki kuşlara bitik

Gelmesin bahar ben hep hazan

Gövdesi sağlam sandın kanma çama

Kökünde meymenet yok anca yana

Kurtlar kemirir durur her yeri yama

Gelmesin bahar ben hep hazan

Eve gittim tozlanmış rafı gariban anam

Var mıydı senden gayrı seven yanan

Bir çay koyda sevildiğimi sanam

Gelmesin bahar ben hep hazan

Uzun uzun yollara edemem veda

O otobüste kalmış sedan

Ellerinle beslerdin ederdin eda

Gelmesin bahar ben hep hazan

Şehrinde gezerken buldum sokağın

O sokağın başı sonu hep aşağı

Denize de iner tüm yokuşun başağı

Gelmesin bahar ben hep sonbahar

Oturmuş bankta izlerim vapur

İçinde sen varsın ansızın mağrur

Sesini değil kokunu yağmur

Gelmesin bahar ben hep sonbahar.

SAMURAY

HAMZA MÜJDECİ

Nefes nefese kılıcımı savurdum. Yağmurlu ve ılık havada dövüşmek zordu. Ustam ve ben olayı o kadar ciddiye almıştık ki neredeyse tahta kılıçla birbirimizi öldürecektik. Sonunda ben son bir kılıç darbesi indirdim. Darbemi bloklayan ustam 'Aferin evlat, aferin. Artık samuraylık yemini etmeye hazırısın.' dedi. Neden sonra fark ettim, kılıçlarımız ellerimizde parçalanmıştı. Kendimle gurur duyuyordum. Ustam yüzümü doğru okumuş olacak ki 'Gurur duy evlat ancak bunu sakın kibirle karıştırma.' dedi. Ne dediğini anlamaya çalıştım bir süre. Anladığımdaki anladığımdan emin değildim biraz dalgaya alarak 'Bu da mı Samuray'ın öğretileri?' dedim. Sesimdeki dalgayı fark eden ustam 'Sakın Zoro,sakın! Bir samurayın ahlakı, kılıcı ve kalbi sadece Samuray'ın öğretilerine bağlıdır.' diye bağırdı. Samuray olup kendi yoluma gitmeden ustamı dinlemek zorundaydım. 'Üzgüm ustam, üzgünüm.' dedim. Kılıcımı hazırlamaya başlayan ustam 'Çık ve tören elbiselerini giy.' dedi. Yukarı çıktım. Bu odaya sadece samuraylar girebiliyordu ve bu benim ilk girişimdi. Odaya girince dikkatimi çeken ilk şey Oni'nin maskesiydi. Elimi maskeye uzatmamla ustamın sesini duymam bir oldu 'Çek elini oradan!' dedi. 'Lanetli olduğu söylenir. Samuray bile tek başına yenemedi. Eğer lanet geri gelirse ondan asla kurtulamayız.' diye devam etti. Sakince elimi çektim ve tören elbiselerimi aldım. Aşağıya indik, tören başladı. Samuray'ın Tapınağı'ndan en yetkili ve üst düzey tapınaken yüksek rütbe ile mezun oldum: Onikiri. Artık adım Onikiri No Zoro'ydu: Oni katili Zoro.
Katanama rütbemi kazandım ve tapınaktan ayrıldım. Katanam kimsenin katasına benzemezdi, insanlar beni sadece bana ait olan o üç kılıcımdan tanırdı. Üç adet katana kullanıyordum. Dolayısıyla Oniler de beni tanırdı. Bana saldırıp gücümü çalmak için gruplaşıyorlardı. Bir gün bir adam çıkageldi. Oni'nin de bir samuray olduğunu ve bir kılıcı olduğunu söyledi. Kılıcın doğaüstü güçlere sahip olduğunu ve buna benzer bir sürü şeye sahip olduğunu söyledi. Onu almamı söyleyince ''Neden gidip kendin alıp bu gücü elde etmiyorsun?'' dedim. '' Kılıç, Namikaze Dağı'nda. Alabilecek sınırlı sayıda kişiden birisin.'' Dedi. Kabul ettim ancak bir şartı vardı. Kılıcı aldıktan sonra Oni'nin Maskesi'ni alacak ve Oni'nin gücünün tamamına ulaşınca onu yardımcım yapacaktım. Gittim ve zorlu bir savaştan sonra kılıcı ele geçirdim. Denerken gerçekten içimde katananın gücünü hissettim. Katananın belki de Oni'nin sesini kafamda duyuyordum. 'Yardımcıyı öldür. ' diye tıslıyordu. Önce düşündüm sonra onu öldürmeye karar verdim. Bir anda kılıcımın beni adamın yanına götürdüğünü fark ettim. O kadar ani olmuştu ki her şey! Adama seslendim, adamdan cevap gelmedi. Arkamı döndüğümde adamın göğsüne kazınmış 'Oni 'işareti gördüm. Ölmüştü. Bir şekilde hem sevinç hem üzüntü duyuyordum. Bir anda kafamdaki ses yine belirdi. 'Adama git ve 'Okira' de. 'diye tısladı. Dediğini yaptım. Adamın bedeninin içinden başka bir beden çıktı:'Shogun ' Adam efsanevi yardımcıya dönüşmüştü. Emrimle Oniler de bana katıldı ve inanılmaz bir hızla Samuray'ın Tapınağı'na gidiyorduk. Ordumu dışarıda beklettim ve ziyarete gitmiş gibi ustama gittim. 'Hala mezun kıyafetleri duruyorsa gidip bakabilir miyim? ' dedim. İzin verince yukarı çıktım ve kapıyı açtım. Tam karşımdaydı maske. Kılıcın onu istediğini biliyordum. Hayır, hissediyordum. Bir anda kılıcın hızıyla maskeye atılıp maskeyi taktım. Hissettim. Gücü hissettim. Ustam ve diğer ustalar kapıda belirdi. Hepsini tek tek kılıçtan geçirdim. Ustam ölmeden önce son bir söz söyledi: 'Evlat, kibir insanların senin hakkında ne düşündüğünü önemsemektir; gurur ise kendinin. ' dedi ve gözlerini bana dikip son kez baktı. Alakasını çözmeye çalıştım. Sonra aklıma Samuray'ın öğretilerinden bir kesit geldi. Şöyle diyordu:
Kibir, tıpkı casus gibidir. Hayatınıza aniden girer, istediğini alır ki bu genellikle insanların size olan saygısıdır sonra kaybolur. Size verdiği hasar sadece saygınlık kaybı değildir, insanların size saygısını ve nefretini önemsemektir; başkalarının ne düşündüğünü önemsemektir. Bunu düzeltebilecek tek bir şey vardır: başkalarının düşündüğünü değil kendi düşündüğünü önemsemek. Bu gururdur. ' Tokat gibi yüzüne çarptı bu gerçek. En başından beri bu işe sırf insanlar ona güçlü desin diye girmişti. Bu katliamı o yapmış olamazdı. 'Gururlu olacağım. Bu ben değilim!' dedi ve harakiri yaptı. Son hatırladığı şey başka samurayların gelip kılıcı ve maskeyi almasıydı.

GASSAL'IN ŞİİRLE TANIŞIKLIĞI

BAHTİYAR BURAK

Duru bir çöle serpili yağmur

Alazı korlayan rüzgar sözlerini fısıldar

Gözleri kısık ağzın konuşmasını öğret bize

Melhemin eczaya karıştığı

Susmasını bildiğimiz yerden haber ilet

Şiirlerinden akan yürekle buluşan çölden sahiller

Bir şişe içinde ucu yanık mektup gibi

Söylenmemiş sözlerde atıyor nabzın

Bir anne yitimi biten bir sevgi mi şair yapar

Cahit'i anımsatan ne çok ölüm var

Temizler mi teneşir ve sabun tüm kötü niyetleri

Taksitle yaşanıp peşin satılan kefenden ücretler

Toprak kabul eder kul etmez

Yarına ısmarlanmış bileklerinde biletler

Acıların beslediği yerden umut şiir

Testinde su buluttan bir iz vardır

Her rüzgarda yenilenen sızı

Senden bize haberler taşır

Söylenmemiş sözlerde atıyor kalbin

'Ben konuşmasını bilmem Lili'*

*Sezai Karakoç

GRAMMIŞ MEĞER

SAİM KAYA

Bir kere mazim ve kökümden koptum

Yanlışa inandım, yolumdan saptım

Vardım sitemimi, Aslı'ya yaptım,

Beni yanıltan o, Kerem'miş meğer

O dert ile gittim, hekim yanına

Bir ilacın yok mu, düşkün canına

Öksürünce böğrüm düşer önüme

Beni çökerten dert, veremmiş meğer

Varım yoğum neyse, aldım götürdüm

Dedim neyim varsa, hepsi getirdim

Gittim sarraf, kantarına, oturdum

Ton bildiğim cürmün, grammış meğer

Erler pazarında, sergimi serdim

Alıp sattıklarım, 'zahirdir' derdim

Ben karpuzu bile koklayıp yerdim

Velkin bilmedim, harammış meğer

Kırk yıl çoban oldum, sürümü güttüm

Kuzular, oğlaklar, yaydım büyüttüm

Gevenle harlandım, dumanla tüttüm

Beni yakan kendi, çırammış meğer

İnzivaya girdim, yaşım dökmeye

Yusuf kuyusunda, çile çekmeye

Bir göze başında yavan ekmeğe

O lezzeti veren, teremmiş meğer

Salihi süleha, sırrına vardım

Aldım bilmukabil, selamım verdim

İçerde hummalı, ahvali gördüm

Mirim bura benim, yerimmiş meğer.

Bakmadan Geçme