Van Gölü İncileri
Van Gölü İncileri
ACİLEN ANLAMALIYIZ
YILMAZ ŞİT
Acilen anlamalıyız, demiştik. Ve daha tam anlatamadan silindi gitti yazımız, klavyemizden. İş başa düştü tekrar. Oturdum bilgisayarın başına yine aynı başlıkla devam etmek istiyorum.
Acilen anlamamız lazımdır; vakit geçmeden anlayalım diyorum. Ama şimdi siz de merak ediyorsunuz, nedir bu anlamamız gereken şey veya şeyler… Susuz olan suya muhtaç olduğunu, aç olan ekmeğe muhtaç olduğunu anlamalıdır. Artık sadede gelelim diyorum kendi kendime. Şimdi bir U dünüşü yapsak iyi olur herhalde. Çünkü meselemiz açlık veya susuzluk değil; meselemiz önce kendimizi, bölgemizi ve ülkemizi anlama meselesidir. Biz, dünyanın neresindeyiz? Kıyısında mı yoksa kenarında mıyız? Ya da göbeğinde miyiz? Ben kıyısında olduğumuza inananlardanım. Sizi bilemem. Ve kıyının bir adım ötesi dipsiz uçurumdur. Biz de kıyıda olduğumuza göre bir adım ötemizin uçurum olduğuna aynelyakin inanmamız ve anlamamız lazımdır hem de hemen.
Acil anlamaya muhtaç olduğumuz konulardan biri de dünya düvelleri arasında kim bizi tutmaya çalışıyor, kim bize tutunmaya çalışıyor ve kimler bizi o uçurumlara atmaya çalışıyor. Bunları acilen anlamalıyız.
Lakin en acil anlamamız gereken mesele sevgidir. Acaba biz sağ elimizi sol elimizden daha mı çok seviyoruz yoksa sol kolumuzu sağ kolumuzdan da mı az seviyoruz. Hakkelyakin ve aynelyakin biliriz ki ikisini de aynı severiz çünkü ikisinin de ayrı ayrı görevleri var, biri olmadan diğeri eksik kalır sevgili dostlar. Bizler topyekün bir bekanın varisleri olduğumuzu anlamalıyız. Yani şöyle diyeyim, bir bedende kan olmazsa damarlar kurur; aynı şekilde damarlar da olmazsa kan kurur.
Bizler de bu ülkenin milletleri olarak kendimizi ülkenin bünyesinde birer organ görmeliyiz. Kimimiz akciğer, kimimiz karaciğer, kimimiz kalp, kimimiz dalak vesaire vesaire... Hep beraber olduk mu tamam sayılırız; aksi takdirde dünyanın engellileri olarak yaşamaya mahkum olacağımızı acilen anlamalıyız.
Şimdi nereden aklıma geldi bilmiyorum ama birden geliverdi işte. Hani siz de bilirsiniz ya bizler çocukken bazen anne ve babalarımız bize sorarlardı “Söyle bakalım, sen bizi ne kadar seviyorsun” biz de iki kolumuzu iki yanımıza uzatırdık; “İşte seni bu kadar seviyorum” derdik. Kendimizi kurtarırdık o an. Bizi sınava tâbi tutan anne, babalarımızı da tatmin ederdik. İnanın bazen çocuk olasım geliyor.
Şimdi beni de bu eksik halimle çocukluğum tuttu. Sizleri ne kadar sevdiğimi kollarımı açarak göstermek istiyorum. Fakat belki size çocukça bir bahane gibi gelir diye yapmıyorum. Kalbimin kapılarını yerinden söktüm herkes girebilsin diye. Hatta giriş biletlerinizi bizzat kendim aldım. Sosyal medya üzerinden almadım. Davetime icabet ederseniz memnun olurum. Ve belki ben de sizleri ne kadar sevdiğimi anlatabilmiş olurum.
Buyursun Egeli, Trakyalı, Marmaralı, Karadenizli, Doğulu, Güney Doğulu ve Kuzeyli. Söyleşelim, anlaşalım, tanışalım, tanış olalım... Aciliyetimizi anlayalım ve bize bakınca salyası akan sırtlanın bizi av mı yoksa ormancı mı gördüğünü? Allah'ın bize bahşettiği bu hayatı elimizden almaya çalışan Avrupalı ve Amerikalı çağ çürükleri ve geri dönüşümü kabul edilmeyen çöp fikirlerini bize dayatıp bizi manen çökertmeye çalıştıklarını anlamak için ve ne kadar ortak bir şeylerimizin olduğunu hakkalyakin görmeli ve anlamalıyız. Binlerce ortak noktamız var. Bu ortak paydalarımıza ortak bir çabayla sahiplenmek. Çabalarımıza sahici davranmak gibi bir mecburiyetimiz olduğunu acilen anlamalıyız.
ZAMAN ALGIMIZ
ERDAL ŞAHİN
Zaman kavramı, bizim için en girift bir bilmecedir. Akıllı bir varlık olan bizlerin belki de çözemediği, üstesinden gelemediği, değerini bilip hakkıyla yaşayamadığı yegâne şeydir. Dünyada zaman kavramını anlamlandırmaya, ona bir anlam vermeye, onu çözmeye çalışan tek canlı varlık insandır. Ancak o da hakkıyla zamanı çözemediği için, ona değerini vermediği, ona ontolojik amacına göre bir muamelede bulunmadığı için bunda bir yanılgı ve pişmanlık içine girebiliyor. Zira bizler zamanın hâkimi değil, mahkûmuyuz, zamandan bize az bir vakit verilmiş ve zaman bizleri her an kendi içinde eritip öğüten bir değirmen misali. Bizler zamanın değerini, onu veriliş amacına göre yaşayarak ancak gösterebilir, hakkını verebiliriz.
Zaman durdurulamıyor, her an yok olmaya ve yok etmeye doğru akıp gidiyor. Bu âlemde zaman sürekli bizleri sırtında ötelere, zamanın olmadığı diyara taşıyan bir binek misali yol almaktadır. En büyük zaman tüketicisi bizler olduğumuz halde, zaman yokluğundan yakınıp, vakit darlığından yine bizler şikâyet ediyoruz.
Şimdi gün geçtikçe bizler geçmiş zamanımıza daha bir hasret ve özlem duyuyoruz. Çünkü her gelen günün giden günleri arattığı bir zamanda yaşıyoruz. Geçmişte zamana hayata güzellik katanlar, dünyayı yaşanılır kılanlar insanlardı, tıpkı şimdi hayatı zamanı ve dünyayı yaşanmaz kılanların yine insanlar olduğu gibi. Değişen ne! Değişen tabii ki insan, insanın doymak bilmez hırsları, daha çok sahip olabilme daha çok güç elde edebilme hırsı. Ve bunun karşılığında dünya ve hayat şimdi herkesin şikâyet ettiği mutlu olmadığı bir yer haline geldi. Peki değermiydi! Dünyayı hayatı bu hale getirmeye. Zira geçmiş zamanımız demek, en güzel duyguların yaşandığı, doğallığın sadeliğin ve insanlık adına pek çok güzel şeyin mevcut olduğu zaman demekti. İnsanların “ibnül vakt” olduğu yani vaktin çocuğu olduğu zamanlar. Herhalde hangimize geçmişimizden bir gün verseler biz geleceğimizin bir yılını vermeye razı oluruz. Geçmişten uzaklaştıkça ona olan sevgimiz ve özlemimiz kat kat artmaya devam ediyor.
Bugün modern dönemin insanları olan bizlerin zaman algısı gerçekten yanlış bir notadadır. Bizler tamamen zamana tüketici bir gözle bakıyor muamele ediyoruz. Oysa zaman bize verilen en önemli sermayedir ve tek kullanımlık yegâne sermayedir, bizler onu kâra çevirme adına bir çabanın bir gayretin içinde değil aksine onu sürekli değersiz, boş şeylerle tüketmenin bu sermayeyi hoyratça harcamanın uğraşı içerisindeyiz.
Zaman bir bütündür, zamanın bir başı ve bir sonu vardır. Ve zaman da bir amaca mebni olarak yaratılmış bir şeydir. Kâinatta hareket halinde olan her şey bu zamanın içindedir ve hareketleriyle zamana muhtaç ve ona mahkûmdurlar. Varlık içerisinde canlı cansız her bir şeye zamandan bir vakit bir parça bir süre verilmiştir. Varlık âleminde en hızlı olan şey ışıktır. O bile hareketinde zamana muhtaçtır, zamanın içindedir. Şuan bu satırları okurken bile zamandan bir vakit harcıyoruz. Gerçekte zaman bir kara delik gibi her şeyi an be an, nefes nefes kendi içine çekip yutan bir sırdır.
Bizler bize verilen zamanı nelere, nerelere harcıyoruz! Gerçekten aklımızla bunun muhasebesini sağlıklı bir şekilde yapabilmeliyiz. Acaba gerçekten zamanımızı, vaktimizi boş malayani gereksiz şeylere mi harcıyoruz, yoksa kazançlı ve sonradan pişman olmayacağımız şeylere mi? Bizler vakit geçirdiğimizi zamanı harcadığımızı söyleriz hep, oysa aynı zamanda vakit de bizleri harcıyor, bizleri tüketiyor, yok ediyor. Onun için bizler zamanı neye harcarsak aslında kendimizi de ona harcıyoruz demektir. Zaman akıp giden bir nehir gibidir, kendisinde bir sefer yıkandığımız ve artık geri gelmeyen bir nehirdir.
Gerçek bir zaman bilincine varmamız ve zamanın-vaktin-anın hakkını hakkıyla verebilmemiz temennisiyle. Vaktiniz bereketli olsun.
AKŞAMIN SARHOŞLUĞU
RAMAZAN SEYDAOĞLU
Günün son ışıklarını taşır dalgalar
Tarumar mısralar vurur saçlarına
Rüzgâr kıyılarını öper dudaklarının
Bir melodi besteler, dallarında çınar
Sesinden ilham alarak sevdalarımın
Yalnızım kıyısında denizin bu gece
Son yakamozlar saçlarında battı gizlice
Gel bir martı gibi nazlıca süzül üstümde
Sarhoş cesetler çırpınarak vursun kıyılara
İsmin dalgalarla hece hece içimden geçtikçe
Kıyıya hışırtıyla yaklaşan kayıklar
Hesapsız gelgitlerle yokluyor göğsümü
Son demlerini çekmek üzere ışıklar
Zifiri bir zamana gömülüyor ıssız hayat
Lacivert bir gömüye döndürüyor özümü
Dünyalık son bir şey dile diyorsan benden
Mezar taşıma demiştim o parantezleri kazı
Çokça önemse ahlarımı ki çok derinden
Şimal yıldızım yitik bir başıma açılacağım
Alnıma çok derin kazılmış acılardan bir yazı.
ARAF
ERCAN TÜRKER
Sığındım şehrin sokaklarındaki geceye
tüm şehir uykuda yani dışarısı dipsiz kuyu
yani bir parkta ağıt yakarken bir kadın
sallanırken salıncaktan düşen bir çocuk
elinde bir ekmekle eve dönerken
ihtiyar adamın biri
açık pencereden ölçerken zamanı
baba yadigârı bir saat
Ömür ve yaşam arasındaki mekik
unutulan mevsimden arta kalan bir nefes
sevinçle yas arasındaki bağ
mesela özlenen eski bir akşamla beraber
hatıraları kucaklarken geçmişten
yalnız bir çay kıvamında demlenen
hüzünle karışık yorgun zamanlardan
günün dallarına tüneyen kuşlar arasından
eve döndüğün bir akşam
Yıpranmış simsiyah bir gökyüzünde
kuşların kanat sesleri
çığlık çığlığa doluşup geceye
ince bir yağmur altında
küflenmiş yapraklar duvar diplerinde
geçerken sokaklardan günler aylar yıllar
uzak yollarda unutuldu aynalar
ölüm sessizliği bahçelerde…
GÖÇECEKSİN
BAHATTİN BULUT
İster ağa ol ister paşa
İstersen Nuh gibi yaşa
Ölüm gelince bir başa
Göçeceksin bu diyardan
Dünya kalmaz bana sana
Veda edeceğiz bir gün hana
Ölüm gelince tatlı cana
Geçeceksin yardan candan
Dünya kalmaz inan bize
Fani kervan çıkmaz düze
Ölüm gelince bir kez öze
Göçeceksin bu diyardan
Güvenme dünya malına
Çaka atma hep etrafına
Ölüm gelince bir kapına
Geçeceksin yardan candan
Odur gerçek her şey yalan
Var mı ondan gayri kalan
Ölüm gelince yoktur soran
Göçeceksin bu diyardan
Zalim nefsim sana sözüm
Bir gün gelir görmez gözüm
Ölüm gelince gülmez yüzüm
Geçeceksin yardan candan.
ATATÜRK'ÜM
AYGÜN CEBİYEVA AKİFQIZI
Tariximin dəstanısan
İstiqlalın tək yolusan
Ay Ulduzlu Hilalımın
Böyük Türk'ün aynasısan
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Şanlı yolda mayak oldun
Düşmənlərə sipər çəkib
Cəsarətlə addımladın
Vətən üçün ölməz oldun
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Unudulmaz zəfər andın
Şərəflidir sənin adın
Yürüşlərin addım addım
Qollarında igid qanın
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Ey Cihanın şah damarı
Çanakkale qəhrəmanı
Sən tarixin böyük adı
Şəhid veren atasısan
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Çanakkalə Boğazında
Azadlığın yollarında
Anafartın Təpəsində
Maya oldu doğası da
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Səhifələrin yaddaş oldu
Türkün şanlı diyarında
Şəhadətin əzbər oldu
Bütün türkün dillərində
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Nəsillərin yürüyəcək
Böyük türkün yollarında
Zəfərinlə ucalacaq
Ay Ulduzlu Bayrağında
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Azadlığın taclandıran
İstiqlalın ünvanıdır
Savaşlarda bir iz salan
Tarixlərin yaddaşıdır
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Kitab oldu Çanakkalə
İngilisin niyyətini
Fransızın qüvvətini
Məhf eylədi var gücüylə
O, yaşatdı Ulu Türkü
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Bütün dünya anlamışdır
Türkün soyu bir Turandır
Silinməyən min dəstandır
Vazkeçilməz mücəvhərdir
O,düşmənə sipər çəkən
Eyilməyən o insandır
Ata Türk'üm qəhrəmanım
O Türkümün böyük dağı
Unudulmaz onun adı
İndi duysun bütün dünya
O, mübariz qehremanı
Yaşayacaq Türk'ün adı
Ata Türk'üm qəhrəmanım
Ata Türk'üm qəhrəmanım.
MAVİ TÜKENDİ
ESAT KUTLUK
Mavi kuşların yurdundandı yüreğim
bir tutam alaz içer, durulurdu her gece
kanatlarına mavi düşler sürerdi
bulutlardan hüzün toplar
şiire meze yapardı
Sonra sen çıkageldin
kanatlarına dokundun yüreğimin
mavinin yanına kızıl düşler ekledin
ayazları unuttum, ışıl diller dillendim
Titrek serçelerden almıştın kalbini
sevmelerimden ürkerdi
gözlerin, iki çift ceylan olur inerdi aşağılara
ben mısraının ucuna alev takar, yanardım
ayın şavkından almıştın tenini
ve ben mahrem yanmalara düşerdim
gözlerim, elim, parmaklarım
nefesim tutuşur, yusufçuk olur uçuşurdum
Gözce; ey yurtsuz mısraım
al ellerimden alaza dönersin
ben gözlerinin mültecisiyim ey gözce
mısra nefesindendir,
mavi tükendi, sen başladın
kalbimin tenini imge etmesi ondandır.
MERHABA GÜNEŞ
TALİP ÇAKIR
Hıçkırıklarımızı Toroslara sakladık
güneşin doğduğu yöne çevirdik yüzümüzü
gözyaşlarımızı göç eden kuşları izlerken
Van Gölü'ne haykırdık hüzünlerimizi
Merhaba güneş deyip paylaştık duygularımızı
hasat ettiğimiz hayallerimiz
dalından kopardığımız çaresizliklerimiz
hep aynı buğday sarısı mercimek
turuncusu topraklarımızda
Bazen kum fırtınasının içindeki çoban
bazen dağ eteklerinde sağım yapan anne
tandırlarda her mevsim ısınmaya çalışan çocuk
mavi bulutsuz gökyüzündeki kanat sesleri
Dizlerinin üstüne çökmüş süt içenkuzularımız
saçı başı dağınık bulgur kaşıklayan çocuklarımız
elinde baston toprak kokan büyüklerimiz
tozu toprağı eksik olmayan sokaklarımız
Dışarıdan fakir varoş altsınıf
içerimiz bolluk bereket merhamet
açıkçası bir bardak çaydan ibaretiz.