Van Gölü İncileri
Van Gölü İncileri
KİPTEN ZAMANA
HAMİYET SU KOPARTAN
İlkokul sıralarındaki mini mini öğrenciler için de üniversitede okuyan gençler için de Türkçe dersinin en zevkli konusudur kiplerdir. Fiil çekimi yapmak eğlenceli olduğundan öğretmen de öğrenci de vaktin ne çabuk geçtiğini, zilin ne çabuk çaldığını fark edemez.
İlkokul yıllarında konunun daha rahat kavranması için “-di'li geçmiş zaman, -miş'li geçmiş zaman” diye öğretiriz. Ortaokul yıllarında -di'li geçmiş zaman yerine görülen veya bilinen geçmiş zaman, -miş'li geçmiş zaman yerine öğrenilen veya duyulan geçmiş zaman demeye başlarız. Bunu kavramak da kolaydır: Bizzat görüp şahit olduğumuz konuları anlatırken fiile ve/ veya isme “-di”, başkasından duyup öğrendiğimiz alıntı/ aktarma cümlelerini anlatırken “–miş“ eki ekleriz.
Ne var ki derste eğlenerek işlenen konu, bazen yazılıdaki başarıya yansımaz. Görülen geçmiş zaman mıydı, -di'li geçmiş zaman mıydı, gelecek zaman mıydı, geniş zaman mıydı, karıştırır bazı öğrenciler. “-se, -sa” şart kipi mi dilek-şart kipi miydi, emir kipinin olumlu çekimi neydi, gereklilik kipinin olumsuz çekimi nasıldı, cümle içinde bulmak zorlaşır, kafalar karışır. Öğrencinin kafasında dönen soru işaretleri, çengel halini alır, çözülmesi zor bulmaca olur adeta.
BULMACA
Dışarıdan bakınca çözmek zor,
Biraz düşün, kafa yor,
Elinde kaç harfin var?
Hayatın adı: Bulmaca.
Dön o yana, bu yana,
Sağdan sola, soldan sağa,
Çık yukarı, in aşağıya,
Hayatın adı: Bulmaca.
Bir çengele takıldı mı akıl,
Uykusuzlar kervanına katıl,
Bilinmeze sen de sarıl,
Hayatın adı: Bulmaca.
Zaman kavramı tarih gibi, saat gibi, ezan vakti gibi nesnel özellik gösterse de öznel yönü de olan bir kavramdır. Herkesin zaman kavramı farklıdır: Ders çalışma, yemek yeme, uyuma, uyanma gibi. Atalarımız adeta bulmacaya dönüşen zaman kavramını çözmüştür. Fiil cümlesinde zaman, isim cümlesinde zaman konuları vardır da bir de literatüre girmeyen, halkın irfanını yansıtan zamanlar vardır: Akıllanmışlığı özetleyen “bu saatten sonra”, tecrübe kazanmışlığı izah eden “bu yaştan sonra”.
“Bu saatten sonra” ile başlayan hiçbir cümle, olumlu cümle değildir. Sözü söyleyenin eskisi gibi olmayacağını, pişmanlığını; gösterdiği çabaların, verdiği emeklerin karşılığını alamadığı için akıllanmışlığını içerir. “Bu yaştan sonra” ile başlayan cümleler ise eskiden yaptığı ufak tefek hataların artık büyüyüp göze batacağını, aksi takdirde gözden düşeceğini hisseden cümlelerdir. Özünde insanın yaşına göre hareket etmesi gerektiğini, geçmişte yaptığı hataları artık yapmayacağını, hatalarından, yanlışlarından ders alarak tecrübe kazandığını içerir.
KENDİ LİMANINA DOĞRU
HAYRUNNİSA KUŞMAN
Her insan bir gemi kaptanı misali hayatının da kaptanıdır. Kimisi; deniz dalgalarının onu götüreceği yere, hiç karışmadan yalnızca güverteden izleyerek ulaşır. Kimi ise geçer dümeninin başına, hırçın dalgalara inat yön verir gemisine ve ulaşır hayallerinin limanına.
Benim öyle çok da imkânsız hayallerim yoktu aslında. Gemim için çizdiğim rotanın mesafesi oldukça kısaydı. Fakat dalgaların büyüklüğü işimin zorlaşmasına sebep oluyordu. En azından buna inanıyordum. Peki, ya neydi zor olan, neydi zorlaştıran? Herkes için yürümek sıradandı mesela. Ama benim için imkânsızdı. Hayatım boyunca hiçbir zaman bacaklarımı hissetmedim, kullanamadım. Bacaklarımın bendeki karşılığı bir çift yük oluşuydu.
Deniz dalgalarına rağmen hayallerimi temsil eden liman beni kendisine çağırıyordu inatla. Hayal gücümdü bu. Tuvalim, boyalarım, fırçalarım, renkler... Tüm bunlara rağmen deniz dalgalarını hiçbir zaman fırsata çevirebilmeyi düşünemedim. Onların bana yardımının olabileceğini anlayamadım bir türlü. Çünkü yürümeyi geçtim, ayakta dahi duramayışım gemimin karşısına büyük bir kaya parçası gibi çıkıyordu adeta.
On beş yaşına geldiğimde iki yıl boyunca bir daha hiç dokunmamak üzere kaldırdığım resim malzemelerimi bir yarışma hevesiyle çektim önüme ve başladım hayal etmeye. Bu yarışmanın bana özel olduğuna inanmam, heyecanımı dizginleyemiyor oluşuma yol açıyordu. Engellerin aşmak isteyenler için başlangıç olduğu söylenir. Acaba benim de yıllardır hiçbir işe yaramadığına kendimi inandırdığım bacaklarım, hayallerim için bir merdiven basamağını mı oluşturuyordu? O an için bunu düşünmedim. Yalnızca yapmak istedim ve yaptım.
Her zaman olduğu gibi yine hiç düşünmeden fırçanın boyayla buluşmasına izin verdim. Ve uzun süredir böyle bir an yaşamıyor oluşumun verdiği heyecanla bu muhteşem ikilinin kendi içlerinde olan uyumunu izledim bir müddet. Sıra bu ikilinin kâğıtla buluşmasına izin vermeye gelmişti. Böylesi büyüleyici bir ana şahit olmak için fırçanın ucuyla kâğıda dokundum aceleyle. Ardından bir süre de boyanın kâğıtta dağılışını izledim. Evet, kesinlikle buydu! Mutluluk benim için kâğıtta bırakılan fırça darbelerinden ibaretti.
Bir mutluluk darbesi daha, sonra bir tane daha... Derken bitmiş haliyle resmim karşımda duruyordu. Resimde sonsuzluğa doğru uzanan denize, bir gemi eşlik ediyordu. Ama en önemlisi geminin sahipsiz olmayışıydı. Dümeninde bir de kaptanı vardı. Hayallerini liman yapan ve gemisinin rotasını buna göre çizen kaptan, deniz dalgalarını da rotasından şaşmayacak şekilde yönlendiriyordu. Gemi ise rotasını bilen bir pusula misali dalgaların boyuna, gücüne bakmadan süzülüyordu enginlerde. Durmak istemiyordu sanki!
Yarışmaya gönderdiğim resim, bir aylık bekleyişin sonunda yanındaki birincilik belgesi ile geri geldi. Hani daha önce demiştim ya mutluluk benim için fırçanın kâğıtla buluşmasından ibaret diye. İşte o an, hiç tahmin edemeyeceğim şeyler benim mutluluğu bulmamı sağlamıştı. Varlığımın yük olduğuna inandırıp buna iyiden iyiye alıştığım tekerlekli sandalye, en büyük dostumdu artık. Dostumun varlığını geç de olsa fark ediyor oluşum ise en büyük mutluluğum.
Yarışmanın ardından resmim bazı sergilerde yer aldı. Limanıma adım atmıştım ve buradaki hayatım da usul usul şekilleniyordu. Kendisinden güç aldığım en büyük destekçim ise başlarda buraya ulaşmamı zorlaştırdığına inandığım dalgalardı.
Otuz yıl geçti aradan. Ama heyecanım on beş yaşındaki kız ile aynı. Beni mutlu ettiğine inandıklarım aynı. Dostum ise hâlâ ilk günkü gibi benimle. Şimdiyse bir resim sergisindeyim. Konuşmamı bitirir bitirmez başımı çeviriyorum sıra sıra dizilmiş tablolarıma doğru. Fırça darbeleri bana ait olan her bir resim, gülümsemeye başlıyor sanki o esnada. Her birinde yalnızca benim bildiğim apayrı yaşanmışlıklar var.
Cümlelerim yüreğimden akan su damlaları misali aktıkça akıyor nehirlere. Aktıkça başka vadilerde karşılığı alkış sesleri oluyor yankılanan. Benim ise bu coşku karşısında tepkim oldukça basit kalıyor. Beni hedefe götüren ve bu yolda en büyük destekçim olan dostuma bakıyor, önce gülümsüyor, sonra da ona göz kırpıyorum.
SİTEM
SADIK ER
Katre tanecikleri gibi inersen eğer
kendi kanatlarınla semadan
düşme benim yaşadığım coğrafyalara boş yere
sen tek şebnem olsan bile yüreğime serpilen
İstemiyorum artık seni, istemiyorum hiç
girme düşlerime bulut beyazlığında gelinliklerle
sanal görüntüler gibi anlamsız
o otuz iki dişi zangır zangır titreten
ayazlarda kalsam bile alma beni dünyana
gecelerin insafsız gizinden uzansın gönlüme
Oysaki sen yakmıştın gönlümü ve içindekini
baktırma artık siteminle sürekli
solgun, sisli, amansız yorgun düşmüş
vücutları taşıyamayan sabahla bir olup
gülümseme bana alaylı alaylı…
Gizli gizli buluşup kara mavi bulutlarla
yağmur olup düşme toprağıma ansızın
çöllerde kavrulup yansam da umarsız
yaşamın son demlerinde girme ezik yüreğime
soluksuz kalıp can versem de sonsuza dek
soluğum olma hiç çek git, sonsuzluklara…
GÖZLERİNDE VAR OLMAK
ÖZER İNTİBAY
Hatırlamak istemiyorum belki
günün güneşi gözlerine doğar şimdi
saçlarının serinine uzansam şöyle
şöyle öteye beriye aksam mesela
tutup çekiversen beni kendine
çam sakızı kokan omuzuna yaslasan
ve itiraz etmeden titrek kirpiklerine yazsam
dudağının üstündeki bene konsam mesela
gözlerine doğacak güneşi izlesem
Gözlerin ne zaman on ikiyi gösterse
ben çiğ damlası gibi düşerim dudaklarına
ufak, acı bir gülümsemeyle toprağa
sonra çocuk olmak vardı dizlerinde
hayaller kuracaktım gizlerinde
bulutlara şekiller, dağlara hikayeler yazacaktım
papatya falıyla prakları gönlüne savuracaktım
sonra, sonra akşam olmak vardı gözlerinde
gözyaşlarına uzanıp rüyalar görecektim
kirpiklerinden kayıp toprağa düşecektim
ve o an yüreğinde fırtınalar kopacaktı
vakitsiz bir ay batışı, zamansız bir yitiş
bir maşuka dar gelen sokaklar
ve ben gözlerinden tamamen düşecektim
ve ben gözlerinden tamamen düşecektim.
YETER
RAMAZAN ŞAŞMAZ
Kalbime gergef gergef; ördüğün nakış yeter
Yüreğimi eriten; nazlıca bakış yeter
Coşkun çaylar misali; duygunla akış yeter
Gönlümün çerağını; hissinle yakış yeter
Muhabbet koylarında; asil duruşun yeter
Güvercin kalbi gibi; nabzı vuruşun yeter
İkliminde vuslatın; aşkı kuruşun yeter
Kalbime gergef gergef; ördüğün nakış yeter
Hece hece vefaya; imza atışın yeter
Sabahıma doğarak; akşam batışın yeter
Dalganı sahilime; aşkla katışın yeter
Yüreğimi eriten; nazlıca bakış yeter
Duygu duygu kalbime; sevda koyuşun yeter
Aşkımın heykelini; gönle oyuşun yeter
Dünyadan sıyrılarak; hissi soyuşun yeter
Coşkun çaylar misali; duygunla akış yeter
Zarif bir kuğu gibi; gönle süzülmen yeter
Nota nota sayfama; aşkla düzülmen yeter
Kırık kalp durağında; mahzun, üzülmen yeter
Gönlümün çerağını; hissinle yakış yeter.
KALK GEL, SÜVEYDA
EMİRE KARAKOÇ
Gecenin ayazında yüreğim yangın yeri
sensizlikten dilim damağım kurudu
bir yudum sana ihtiyacım var,
kalk gel, Süveyda
Özlem buğuları sarıyor gözlerimi
yokluğunun acısı saplanıyor yüreğime
hasretine takılı bir plak gibi
sende tekrarlıyorum, yoksun
sensizliğe demir attı yüreğim
Virane şehrin sokaklarında
yolunu gözleyen hancıyım
ne kervanlar geçti bu handan
bir senin yolun düşmedi
Hayaller yokluğunda
virane şehirde boynu bükük kalıyor
kalk beri gel, Süveyda.
AVUTMAK
EVİNDAR SAYILGAN
Bir insan ne kadar avutur kendini
ya da ne kadar inandırabilir
kendi söyleyip kendi dinlediklerine
Bazen bir hayale
kapılıp gitmek ister
öyle vurdum duymaz, öyle delice
ardında bırakıp her şeyi
dönüp bakmadan
çünkü bakarsa yarım kalı
yürüyemez
aslında avunmak en büyük ihtiyaç
en olmadık zamanda
tam da bitti dediğin yerde
gözlerin kapalı inanmak
umut etmek var ya
çoğumuzun en çok istediği şey
Bir gülü koklarken avuttum kendimi
unuttum her şeyi
avutmanın, gerçeğin yerini
tutmayacağını bile bile.