Van Gölü İncileri

Van Gölü İncileri


MEMLEKETİM VAN

NURAN AKÇAP DEMİRHAN

Seninle ne kadar övünsem az

Dört mevsimin başka güzeldir

Sabahları kuşlarının sesi

Ötüşürken martılar

Dağlarında kekik kokusu

Seni anlatmaya yetmez satırlar

Senin güzelliğini yazmaya

Kalemde mürekkep durmaz

İnsanı candır, canandır

Misafir sever, başında taç eder

Memleketim Van

Baharda laleler, sümbüller

Bahçelerinde leylak, güller

Yaylalarında kuzular, koyunlar

Gelincikler bir başka güzel

Memleketim Van...

Güler yüzlü insanları

Ekmeğini katık eder

Otlu peyniri

Sabahın en güzel yanı

Muhteşemdir o kahvaltısı

Van Balığı avlanma

Yasakların zamanını unutma,

Balık bendine uğramayı unutma

Balıkların göçünü izlerken

Sakın parmağını ısırma

Van Gölü'ndeki feribot

Akdamar adasına doğru çıktı yola

Badem ağaçlarının çiçekleri

Her bahar muhteşem güzellikte

Memleketim Van...

GÖZYAŞI

AHMET ZAHİROĞLU

Gözlerimde durmaz akar hep yaşım

sorma derdim çoktur benim kardeşim

vurgun yemiş bir deli divaneyim ben

keder sofrasına dizilmiş aşım

Kalbim hep ona gözyaşını akıtır

bir yanım gece bir yanım gündüzdür

sivrilenmiş diller bana batar,

iğneli sözleri sanki satırdır

Takat tutmaz yürümez ayaklarım

çiçek bahçesinde topal sızlarım

ben de kalan yaralı sevdana,

sokaklarda sarılır ben yatarım

Elimde düşmez benim kalemim

siyah dudaklı kalemim ağlıyor

yazıyorum şiir kitabına seni,

bir asır okunsun sevdam benim.

ORMAN DOSTU SİNCAP

ELİF ECRİN ŞAHİN

Ben bir sincabım, ağaçları çok büyük olan bir ormanda yaşıyorum. Orman bizim dünyamızdır. Bu güzel orman bizim gibi birçok hayvan için de bir dünyadır. Bu dünyada doğar büyür ve yaşarız. Bizim dünyamız her mevsim bir başka güzel oluyor. İlkbaharda yemyeşil, yazın ve sonbaharda sapsarı kışın ise bembeyaz. Lütfen hiç kimse bizim dünyamıza zarar vermesin. Biliyorum bu güzel dünyamıza en çok zarar veren insanlardır.

Bazen ağaçları keserek bazen yangınlar çıkartarak orman dünyamıza çok büyük zararlar veriyorlar. Hiçbir hayvan dostumuz insan kadar zarar vermez ormana. Aslında ormanlar sadece bizim için önemli değil ona zarar veren insanlar için de çok önemlidir. Ben güzel bir bahar mevsiminde doğmuştum Doğduğum zaman o kadar güzel bir şeyle karşılaştım ki kendimi cennette gibi hissettim, ağaçlar çiçek açmış etraf cıvıl cıvıl kuşlar ötüyordu, yaşlı bir ağacın kavuğunda olan evimiz ne kadar güzeldi anlatamam. Biraz büyüyünce annemin bana öğrettiği gibi daldan dala atlıyor arkadaşlarımla oyunlar oynuyor, yeni çıkan keskin dişlerimle bulduğum her şeyi kemirmeye çalışıyordum. Bu ormanda ailemle birlikte çok mutluydum. Ormandaki bütün hayvanlarla birlikte kış için hazırlık yaparız. Yeni bir kışa hazırlık yapmak için annem ve kardeşlerimle ormanda dolaşıyorduk bir yere vardık daha önce de buraya gelmiştik ve birçok yiyecek toplayıp yuvamıza götürmüştük. Ama şimdi burada hiç ağaç kalmamıştı, çünkü İnsanlar piknik yapmak için ormana gelip çöplerini ormana atıp gitmişler sonra güneş çöplere vurunca çöpler yanmış ve yangın çıkmıştı, buradaki bütün ağaçlar yanmıştı. İnsanlar bizim yuvamızı bozup kendi yuvalarına gidiyorlar buna da sadece acımasızlık denir. Bizim kış için olan hazırlığımızda tüm sincaplar yemişlerini yer altına saklarlar bazılarının yerlerini unutup öylece orada bırakırız ve onlarda büyüyüp ağaç olurlar. Ve zaman geçtikçe ormanlar ve ağaçlar çoğalır.

Tırtıl hariç benim gibi bütün hayvanlar da orman dostudurlar, hiç zarar vermezler ona. İlkbahar sonbahar yaz ve kış bütün mevsimlerde ormanlar ağaçlar bütün canlılar için çok önemlidir. Hepimiz buna sahip çıkmalıyız. Böyle yaparsak her şey daha güzel olacak. Tabi insanlar da doğaya daha duyarlı olursa.".

ERCİŞLİ EMRAH

EROL ÇELİK

Ercişli Emrah 17. Yüz yılda yaşamış ünlü bir saz şairidir. Emrah'ın babası Âşık Ahmet'tir. Âşık Ahmet, kimine göre Tiflis'ten, kimine göre Gence'den, kimine göre Ahlat'tan gelip Erciş'e yerleşmiştir. Kimine göre de Ercişlidir. Âşık Ahmet Kale Beyi Miroğlu Ahmet Beyin Divan âşığıdır.

Ercişli Emrah'la Erzurumlu Emrah Karıştırılmış, Ercişli Emrah'ın şiirleri Erzurumlu Emrah'a mal edilmiştir. Erzurumlu Emrah'tan başka, Emrah adında başka bir halk Şairinin olduğunu ilk defa 1927 yılında Ziyaettin Fındıkoğlu yazmıştır. Daha sonra birçok bilim adamı bu konu üzerinde çalışmalarını devam ettirmiştir. Araştırmacılara göre Erzurumlu Emrah 19.yy da yani Ercişli Emrah'tan 200 yıl sonra yaşamıştır. Karakoyunlu olan Ercişli Emrah Türkçeyi çok iyi kullanırken Erzurumlu Emrah şiirlerinde Farsça, Arapça ve Türkçeyi kullanmıştır.

Ercişli Emrah; şiirlerinde duygularını ve sevgilisini anlatırken bitki, hayvan ve dini motiflerden yararlanmıştır. Kuş ve hayvan motifleri arasında turna, suna, bülbül, keklik, ceylan, baykuş, kuzu, koyun, yer alırken dini sembol olarak ta Hızır, Huri ve peri sembollerini kullanmıştır. Bitki dünyasından sadece gül, menekşe, nergis ve sümbül adlarını kullanmıştır. Ozan Ahmet Poyrazoğlu'na göre Ercişli Emrah'ın 20 şiiri Erzurumlu Emrah'a, bir şiiri Summani'ye, bir şiiri Bayburtlu Zihniye, bir şiiri de Karacaoğlan'a mal edilmiştir. Bir şiirini Âşık Reyhani ve Dursun Cevlani kendilerine tapşırmışlardır. Bir şiiri ise Keskin türküsü olarak geçmektedir.

Ercişli Emrah'ın Erzurumlu Emrah'a mal edilen şiirlerinden birisi “Dedim - Dedi” veya “Uykudan Uyanmış gözleri mahmur” şiiridir. Bu şiir Ercişli Emrah'ın Selbi'ye söylediği ilk şiirlerinden (türkülerindendir) Erzurumlu Emrah şiirlerini hazırlayan Metin Karadağ'da bu şekilde zikretmektedir Erzurum bölge radyosuna Eflatun Cem Güney tarafından değiştirilerek okutulmuştur. Ercişli Emrah'ın mezarının, Çelebibağı Kale mezarlı-ğında olduğu kabul edilmekle birlikte, Emrah'ın İran dönüşü “köşk“ yaptırdığı üzüm bağlarındaki mevkide de olduğu da rivayet edilmektedir. Ancak bu çok zayıf bir ihtimaldir.

Ercişli Emrah hakkındaki bilgiler Hayatı etrafında oluşturulan Emrah ile Selbihan (Selvi) hikâyesi ile sınırlıdır. Bu hikâye Türk Halk Hikâyeleri arasında geniş coğrafyada bilinmektedir. Çeşitli yörelerde farklı anlatımları olmasına rağmen ortak nokta Emrah'ın Ercişli olmasıdır. Erciş anlatımına göre Emrah Selvi'sine kavuşamamıştır. Hikâyenin sonunu özetlersek; Emrah yaşlı, bitkin ve yorgundur. Hastalanmış yatağa düşmüştür. Hasta yatağında Selbihan'ı sayıklamaktadır. Bu arada İran Çapakurları tarafından reislerine götürülen Selbihan bir fırsatını bulur, ellerinden kurtulur, Erciş'e gelir. Emrah; “Baba Selbihan'ın kokusu geliyor” diyerek sazını ister son türküsünü söyler. Selbihan o anda içeri girer. Emrah güçlükle başını çevirir büyük bir özlemle onu seyreder. Bir şeyler söylemek ister söyleyemez. Elini Selbihan'a uzatır ama son nefesini vermektedir. Eli yana düşer. Emrah ruhunu teslim edince Selbihan'ın feryadı dağı taşı inletir. Selbinin gözyaşları sel olup akar. Bu acıya daha fazla dayanamaz.

Emrah'ın na'şı mezara konulacağında Ellerini gökyüzüne açarak cemaate döner: “Ey cemaat Allah'ını seven benim bu yapacağım duaya âmin desin” der ve başlar duaya. Son Peygamber Hazreti Muhammet hatırına, diğer peygamberler, evliyalar enbiyalar hürmetine pirler aşkına dileğinin kabulünü dua eder. Beni Emrah'ıma yoldaş et, Canımı al Allah'ım, Biz bu dünyada kavuşamadık öbür dünyada kavuştur Ya Rabbim der, cemaatten helallik ister, kendisini Emrah için açılan mezarın içine atar, ruhunu teslim eder. Emrah'ın mezarının yanına bir mezar daha kazılır. Bu mezara da Selbihan defnedilir.

Sonuç olarak: Bütün araştırmacılar Ercişli Emrah'ın var olduğunu Erciş'te yaşadığını, şiirlerinin Erzurumlu Emrah'a mal edildiğini kabul etmiştir. Erciş'teki yaşlılarında anlattıklarından yola çıkılarak mezarının Çelebibağı'nda olduğu ağırlık kazanmıştır. 19 Temmuz 1979 tarihinde düzenlenen “Ercişli Emrah Semineri ve Şenlikleri” sırasında büyük bir katılımla ziyaret edilerek burada gömülü olduğu kabul edilmiştir.

Seyrana Düştü

Çarşamba gününde seher vaktında

Gözüm bir ala göz ceylana düştü

Ataşlı okunu vurdu bağrıma

O da yandı sinem amana düştü

Çıktı bin naz ile göründü bize

Maral tek avcısın düşürdü düze

Buhağın altından tuş geldi göze

Top yop zülüfleri gerdana düştü

Emrah kimse yarın bu kadar öğmez

Âşık olan zorbalara baş eğmez

Arası meydandır uc uca değmez

Aklım o meydanda seyrana düştü

Kaynak:

Selahattin Koşar, Dünden Bugüne Erciş, 2008 baskısı

Saim Sakaoğlu, Ercişli Emrah 1987 baskısı

Ahmet Poyrazoğlu, Ercişli Âşık Emrah Deyişleri

Ali Saraçoğlu Ercişli Emrah, Kültür Bakanlığı Yayınları 1999

Celal Gazioğlu, Bütün Yönleriyle Tarih ve Kültür Hazinesi Erciş

http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=1340

http://www.turkuler.com/ozan/ercisliemrah.asp

YALANCILARIN DAVRANIŞLARI!

HAMİDE DONMUŞ

Bir önceki yazımızda yalan ve sanal yalancıları yazmıştık. Bu hafta masum ve pembe yalanları ele alalım. Öncellikle yalanın tüm kötülüklere davetiye çıkardığını ifade etmek isterim. Tehlikeli ve yıkıcı olan yalanlar zamanla ahlâkî yaşamı etkilemeye başlar ve kişinin davranışlarına yansır. Halk arasında yalancı kişi saygınlığını kaybeder.

Tabiri caizse şempanzelere benzerler onlar. Şempanzeler de sürekli birbirini kandırırlar. Bazı insanlar şempanze gibidirler. Çok aldatır yalanla avutur ve şempanzen misali hiçbir şey olmamış gibi sırıtırlar. Bu tip insanları mümkün oldukça hayatımızdan çıkarmamız lazım. Tabii bunun yanı sıra masum ve pembe yalanlar da vardır.

Masum Yalancılar!

Bebekler ve anneler masum yabancılardır. Asya bebek henüz 8 aylık annesi odada yalnız bırakıp mutfağa gidiyor. Asya avazı çıktığı kadar bağırarak ağlamaya başlar. Anne odaya girince Asya'nın gözlerinde bir damla yaş olmadığını görür. Anne aynı fiili tekrar dener.

Evet, Asya tekrar ağlamaya başlar. Anne 8 aylık kızının annesinden ayrılmamak için ağlama numaraları yaptığını anlar. İşte buna masum bebek yalanları diyoruz.

Bazen de seven kadınların masum yalanlarına şahit oluruz.

Papatya Hanım'ın eşi çok yoğun ve kendisine zaman ayıramayan biridir. 5 yıldızlı otelde aşçılık yapar. Gece geç saatte gelip kanepede sızıp kalmaktadır. Bu durum artık Papatya Hanımı' üzmektedir ve onu derin düşüncelere sevk etmektedir. Papatya, eşinden daha fazla alaka istediğinden saat 16.30'da eşini arar. Çok fena halde sancılandığını, acilen eşinin eve gelmesi gerektiğini söyler. Eşi telefonu kapatır, taksiye atlar eve gelir. Yatak odasında Papatya'yı makyaj yapmış, saçlarını taramış, sanki düğüne gidecekmiş gibi bir havası olduğunu görür. Papatya'nın eşi Yusuf Bey neler olduğunu anlamıştır. Sarılır eşine. "Canım karıcığım, sol yanım, kalbim… Sana zaman ayıramadım, seni ihmal ettim, hakkını helal et “diye fısıldar kulağına. Papatya Hanım hastayım, diyerek eşine yalan konuşmuş az da olsa onunla vakit geçirme fırsatı bulmuş olur.

Bu gibi hasret kokan, aile huzuru için konuşulan yalanlara masum yalanlar diyorum. Papatya Hanım eşi Yusuf'u çok sevdiği için birkaç dakika da olsa eşiyle huzur bulmak, eşinin iş stresini hafifletmek için böyle bir masum yalana başvurmuştur.

İyi mi etti, derseniz? Elbette ne kadar masum ve zararsız olsa da iyi etmedi diyebilirim.

Koyunları çalınan çobana kimse inanmaz senaryosuna hatırlar gibiyim. Yalancının mumu yatsıya kadar demezler mi? Masum bile olsa yalan ve yabancılardan rabbimize sığınalım. Lâkin üç yerde zarar vermeyecek şekilde yalana ruhsat verilmiştir:

1-Harpte ordunun yerini düşmana söylememek can ve mal güvenliği için doğruyu yalanla kapatmak

2-İnsanların arasını bulmakta küsleri barıştırmakta

3-Karı - koca arasını düzeltmek veya yuva yıkılmaması için yalan konuşarak sırları gizlemek.

Bu üç yer dışında yalan en büyük kötülüktür.

Yabancıları nasıl tanıyabiliriz? Çok kolay… Jest mimik, yüz ifadesi, ses tonlarına dikkat ederek yalan konuşan insanı hemen çözebilirsiniz. Bazen de yalan konuşurken yüzleri kızarır, duygularına hâkim olmaz timsah gözyaşları dökerler. Mesela; eşinin kendisiyle boşanmak istemesi karşısında adamın mahkemede hâkim huzurunda ağlayarak "Ben eşimi seviyorum. Boşanmak istemiyorum." demesi gibi. Yalanla yoğrulmuş timsah gözyaşlarına hepimiz şahit oluyoruz.

YALANCILARIN DAVRANIŞLARI!

Yalancılar soruya soru ile cevap verirler.

Tutarsızlıkları vardır. Kaçamak kısaltmalı sözcükler kullanırlar.

Aşırı şakacı, kavgacı, bahaneci olurlar.

Gergin olurlar ya da itici kahkahaları vardır.

Lafı gevelerler. Kekeleyerek sağa sola bakarlar.

Dudaklarını ısırır, büzer ve burunlarını kaşırlar

Ellerine hâkim olamaz elini ovuşturur, sıkar veya kollarını başını, yüzünü, bacağını kaşır, uyuz olduğunu sanırsınız.

Parmağını ısır…

KENDİMDEN ÖZÜR DİLİYORUM

SEMRA USLU

Ömür denilen yolda çok yokuşlar çıktım

kâh düştüm tepe taklak, kâh yuvarlandım geriye

her ayağa kalkışımda

bir çelmede devirdiler dost bildiklerim

kimine inandım, kimine güvendim

kimine yapmaz dedim

ama şu geçip giden koca ömrümde

ben kimseyi tanıyamadım, bilemedim...

Filmlerden bilirdim sırtından vurulmayı

kalleş bir kurşunla sırtından vurulmanın

sadece kurşunla olmadığını öğrendim

her arkamı döndüğümde dostlarıma...

insanlar insanlıktan mı uzaklardı

ya da ben mi fazla insan göremedim

bir onu çözemedim...

cebinde ki paranın sayısı kadar insan

giydiğin kıyafet kadar adamdın oysa

öyleydi onların kitabında, kanununda...

ellerim cebimde çok dolaştım

Bomboş sokaklarda bazen yağmur yağdı

gizledi gözyaşımı, bazen güneş vurdu gözlerime

yaş dolan gözlerimi sakladım

"güneşten" diyerek, soranlara...

acılarımı hep içimde yaşadım

yanımda olan kim varsa yoklardı aslında...

Payıma düşeni aldım her defasında

"yapmasaydın" dediklerinde

gözlerime baka baka...

aynaya baktığımda hesap soruyor

yüzümde ki çizgiler "kendin için ne yaptın,

neden herkesi kendinden önde tuttun"

deyip çeviriyor yüzünü benden yansımam

şimdi kırık bir kalp ve umut yokluğunda

daha ne kadar gider bu beden bilmiyorum

kendimden özür diliyorum...

İHTİŞAM-I ŞARK

ALİ GAFFAR BİLİCAN

Mavi çağa tanıklığıyla Van

koyu maviliğiyle yaşamın hengamesi

durgunluktur, inci kefalinin göç etmesi

Muş Ovası'ndan, Dengbej bağrından

yükselir ayrılık acısı

Bingöl Dağlarında bir çoban

sevdiğinin hasretlik kokusuyla

başlar kavalını çalmaya

bin yıllık destan olur nağmesi

yankılanır dağlarda pervasızca

Hasankeyf'te son demindedir tarih

hisseder iliklerine kadar boğulmanın acısını

Kanispi'de sular asiliğiyle akmaktadır şimdi,

Bazid'in en uç köşesinde

ihtişamıyla selamlar şehri İshak Paşa

yanı başında allame-i fikir Hoca Ahmed-i Hani,

Mem û Zin'in sevdası, Melayé Ciziri'nin engin bilgisi

dünyayı sırtlamış bir gemi bekler

Cudi'nin tepesini

Dersim ‘de kaderine küs ters laleye ne demeli

Berçelan Yaylası'nda kadim çadırlar,

medeniyetlere ev sahipliği yaparlar.

Bitlis evladıyla övünür, Şam'da hutbesi okunan

Başet Dağı'nda hâlâ ezan sesidir yankılanan

Urfa'da İbrahim peygamberin saltanatı var

atıldığı ateşten yeşeren çiçekler açar

medeniyetler beşiği Mezopotamya'nın

hükümranlığına vefalı dost Amed var

Muş Ovası'ndan dengbejin türküsüne,

Bingöl Dağlarında özlemle çalınan

kavalın ezgisi eşlik eder, her seher.

BEKLE BENİ

CAN DEMİR

Bekle beni, geleceğim

ey benim Ferhat yanım

dağları delip geleceğim

Bekle beni, geleceğim

ey karanlık gecemin yıldızı

ışık olup geleceğim

Bekle beni, geleceğim

ey benim tutsak yalnızlığım

zincirleri kırıp geleceğim

Bekle beni, geleceğim

ey her sabah bıkmadan

doğudan gelen güneşim

yanıp yanıp geleceğim

Bekle beni, geleceğim

ey benim yağmur yüreklim

tozu dumana katıp geleceğim

Bekle beni, geleceğim

ey gönlümün tarifsiz yarası

kabuk bağlayıp geleceğim

yağmuru suya karıştırıp

gemileri limanlara sığdırıp

dünyayı yakıp geleceğim

bekle beni, sevgilim

geçmişi yakıp geleceğim.

SENİ VAN'LA ÇİZDİM SEVGİLİ

EBRU BEYİŞ

Bir kadın çizeceksen hayallerimizin denizine

mavi diye vurduğu Edremit, Erciş sahillerine

bir kadın çizeceksen, duyguların kadar yoğun

bedenim kadar parçalanmış şelalede

Bir kadın çizeceksen bir vakit

Van kalesinden baksın sevdaya

Akdamar adasından duysun canhıraşı

Tamara'ya, Siyabend û Xecêsine de yer ver

Bir kadın çizeceksen, allı yeşilli,

başında çiçek, beklesin sevgili gelene dek

Bahçesaray'a, Gürpınar'a benzeyecek

Bir kadın çizeceksen, ölesiye sessiz

kar içinde sıcak bir gülüş esecek

Çaldıran'a, Başkale'ye selam verecek

Bir kadın çizeceksen hayalime sahil olan

ay ışığında silueti görünen

mavi umudundan Van Gölü'ne veren

Bir kadın çizdim işte eşsiz olan

Van'ıma ne kadar benziyordu oysa

her ilçesinde yanımda hissettim yüreğini

seni Van'la çizdim sevgili.

Bakmadan Geçme