Van Gölü İncileri
Van Gölü İncileri
KARANTİNA GÜNLERDE YALNIZLIK
BURHAN KIRICI
Yurdun camına düşen buğulu perde
gözümde hüzün kesiği yaş
mutluluk diyarının enginliğine uzak
dostlarda sızlar sızı
Karantina günlerinde
çok ağlıyor diye,
buzdolabının çektim fişini
kafama sessizlik serdi tülünü
ama yüreğim lav yanığı külü
Dışarda,
hani o ulaşamadığımız ufukta
çamlar sıra sıra, mübarek tespih tanesi
gökyüzü değil artık berrak
ölüm sessizliğinde yaprak
odamın penceresinden kokmuyor toprak
Yıkadım deniz mavisi eşofmanı
taradım saçımı
baktım hayata parlak gözlerle
çay demledim katran karası
arkadaşlarla uzaktan uzağa hasbihal
ve ardından kahkahalar ötesinde camın
Gülümsemiyor güneş...
hep ırak günler soğukta olsa
yüreğim yorgun, şafağı sıcak
gecenin sessizliğinde çoğalır düşler
sabahın pusunda düşer bir damla cama
ölümü düşmanın güneşin şavkında
serinliğinde suyun...
Ah! anne... ağlama bu gün
eridi özlem sessizliğin içinde ağır ağır
iner bir davudi ses
harap ruhumun bahçesine
YUSUF Û ZÜLEYHA
SUDANUR YILDIRIM
Bir Züleyha vardı bir zamanlar
avare olmuştu sokaklarda hani
lakin Yusuf başka Züleyhalar buldu
bir gözü vardı ki Züleyha'nın eşini yaralayan
ve Yusuf'un bir gözü vardı ki Züleyha'yı kanatan
Delilik hep Kays'a, Sitare'ye, Kerem'e nasip olmaz ya
Mecnun olmak hiç de zor değildir Züleyha'ya!
onun ne Ferhat'ı vardı ne Kerem'i ne de Yuzarsif'i
yıldızlar bile kıskanırdı Yuzarsif bakarken aya
Halhallar şıngırdatırdı sarayı Züleyha'nın bileğinde
ipek kumaşlar bir kadının bedeninde şehvet doluydu
ve insanı yenik düşüren misk yayılırdı saraya...
Lakin yıldızları kıskandıran gözler bakmazdı,
bunca hazırlık değmezdi olmayacaklara
bir çırpınış vardı bakışlarında
ve dile gelmeyen sözcükleri vardı Yusuf'un
Güzel ordaydı ama güzellik de
sevgi ordaydı ancak aşk da
hürriyet ordaydı lakin esirlik de
mümkün mü ki ak karayı kıskansın?
Bir esirlik Züleyha'yı azat etti
delilik hep Kays'a, Kerem'e
Sitare'ye nasip olmaz ya
mecnun olmak hiç de zor değildir
Züleyha'ya!
KÜÇÜK BİR VEDA
SEHER AÇIKGÖZ
Küçük bir veda ediyorum sana
son bir kez şans, o kocaman
güzel vakitler de kalsın
ayrılması zor ama unutulması
o kadar kolay olacak değil
Hayata bir defter açarsın
o defter hep temiz olması istersin
başta düşünmeli nasıl bir adım atmayı
ağladığın her yaprak düşüyor gözlerinde
tutuğun kalem sıkı tut yere düşmesin
sakladığın her kelime kalbinde duruyor
Sert esen rüzgâr ellerin de yazılıyor
rahat edeyim uğraştım sen gelip üstün beni
gökyüzünde uçan balonlar aldın beni
bir bambaşka şehir yerleştirtin
küçükken hiç kimsenin haberi bile
olmadan çıktım senin yanına geldim
açtığın her bir kapı
sana doğru gelmeme izin verdi
Şimdi bir kez daha veda ediyorum
hayatındaki gizli kapını
kim açıyorsa ona git.
İSTEMSİZ CÜMLELER YIĞINI
MUSTAFA AYYÜREK
Hakikatti bu... Dile getirme, yüksek çatılardan sonra yadırganır, kınanırsın. Hakikatti o... Dile getirdi yüksek çatılardan ve... Salı verdi düşüncelerini zamanın mahkûm olduğu o anda ama kelimeler kekemeydi ve ahenkle dans etmedi süreksiz buluşmaların tarifi imkânsız ışığında.
Cümleler hükümsüzdü, ömrü yetmeyen saniyenin hükümsüz dakikalarında. İş bu bir gerçek var, çığlık koparan dehlizlerin dipsiz kuyularında menekşeler açmaz. Güller hep solmak zorunda dalında koparılmasa bile, çünkü mevsimi gelir hüzün dolu hazan bestesinden solacaksın diye seslenir ve bir yaprak düşer. Solacaksın diye seslenir ve sevdiğin gülün geriye dikeni kalır.
Mor zambak var mı salkım bahçelerinde? Bilmiyorum ama kararmak üzere seviyor, sevmiyorların papatyaları. Bir kez daha denerken, bir ilki gerçekleştireceğinin heyecanıyla yenisi denemek zorunda kalır. Ve bir yenisinin peşinden gelecek olan başka yenileri.
Kıyılarda balık ölüleri varken nasıl olurda hakikati haykırmazsın ve nasılları izleyen amazon ormanlarının Nil' siz nehirleri. Takipçisi olmadığın yolların sarp yokuşları hiç çıkmadın ama ilk narayı hep sen attın " kazandık" diye. Fakat sen kaybettin! Evet, kaybettin çünkü mahkûmu olduğun yolun ilk yolcusu olmadığın yerde boş bir çabaydı seninkisi... Ve sevmeler hükmünü yitirirken alışılmış hikâyelerin hüzünlü bir o kadar da belirgin sonlarda.
Sen de yine aynı nara "kazandık" ama sen değil. Hangi sevmeler diye bir soru yankılanır kulağında duyarsın lakin hissetmezsin. Bu sevmeler hakikat eden sevmeler mi? Belki değil. Ama ne fark eder her sonuç bir sonuçsuzluk iken darağacında sallanacaktır güller, papatyalar ve menekşeler ve dahi balıklar ve amazondaki Nil' siz nehirler.
Bir son buluş değil bu Darwin'in bahsettiği gibi bir gerçeklikse eğer evrim, insanlığın ilk tarihinden bu güne hiç değişmedi ölüler ve güller. Yeni bir türün heyecanlı coşkusunu yaşarken bilim insanları Marsta bir koloni kurulur. Yıldızlar Arasında çekilir bilimden fırlamış kurgular. Artık bir sonu geldiyse evrim hükmünü kazanacaktır gerçek olmayan belirsiz realitesiyle. Ve son bulacaktır akşam buluşmalarının sevgisiz sevmeleri ve yağmur altı dakikalarının istenmeyen sahneleri.
Hakikat bu değildi fakat olmaması gerekirdi. Olan oldu, olacak olan oldu ve olan olmaya devam edecekti akşamleyin salan okunurken bir minarede.
AYNILIK
BARIŞ ALTINTAŞ
Her şey aynı...
O mağaradan ilk çıkış anımızdaki tedirginlik, bilinmezlik, zihnimizin ve kalbimizin muğlaklığı modern dönemin debdebesinde halen soluyor... Toprağa ellerimizin ilk değişi ve karnımızın açlığı, doymak bilmeyen gözlerimiz ve kuvvetimiz yetince zalimliğimiz ve köle ettiklerimizin hepsi aynı...
Aynı mağarada gözlerine gözlerimizin değdiği o güzel kadının ruhumuzdaki iklimleri tarumar edişi, ilkel olan bu yüzyılın 21'inden daha insancıl... Ve ilk soluktan bu yana kavgası hep kendisi ile olan bu madde ve mananın ötesindeki biyolojik organizma, hem tüm varlığın en mucizevi detayı hem de en acınacak durumda olanı...
İnsan muamma, kendi kıyısının bilinemezi... Aynı, kendimi o mağaradan çıkan ilk adamın varoluş karşısındaki merak, heyecan, korku ve açlık duygusu içindeki haline denk buluyorum.
Ruhum, kalbim ve zihnim... Aynı tedirginlikte...