Van Gölü İncileri
Van Gölü İncileri
TANDIR GELENEĞİ (EYVAN)
NURAN AKÇAP DEMİRHAN
EYVAN: Osmanlı döneminde, Orta Asya Ülkelerinde ve özellikle İran'dan günümüze kadar gelen planlı, mimari mekândır. Genel olarak evlerin avlularına kurulur, içinde, büyük ve küçük olmak üzere iki tandır kurulurmuş.
Tandır ekmeği yapımı öncelikle ekmeğin hamuru geceden veyahut sabah namazında hazır edilir. Sabah namazı ardından tandır yakılır, hazırlanmış hamur önce ekmek tahtasında merdane ile açılır ardından tandır yastığı mazraka üzerine yayılır dumanı geçen tandırda teker teker pişirilir. Küvle tandırın yanından açılan bir küçük baca oluktur iş bitiminde kül temizlendiğinde külün verdiği toz küvleden temizlenir.
Tandırlar mevsimine göre kullanılır, iki kapısı olan Eyvanın bir kapısı bahçeye diğer kapısı avluya açılırmış. Kış mevsiminde yapılan ekmekler büyük tandırda pişirilir, Eyvanın avluya bakan kapısı kullanılır, küçük tandırı sadece taptapa ve çörek için kullanılırlarmış. Kalabalık aileler de ekmek çok yapıldığı için evin hanımına yardımcı olsun diye ücret karşılığında ekmek yapmak için yardıma gelen kişiye KEYVENİ denir.
Büyük tandırda pişen ekmeğin kokusu köye veya mahalleye yayılırken, ekmeğini pişiren ev sahibi eyvanı süpürür temizler, yöreye özgü kilimleri yayar. Bestekleri (yastıkları) dizer. Yünden yapılmış örtü veya yorgan kürsünün üzerine örtülür; tandırda yapılan kavurga, hedik, kürsünün başında toplanarak çay içilip sohbet ederlermiş.
Sohbetlere genellikle Dede Korkut Hikâyeleri ve bilmeceler eşliğinde devam edilirmiş. Yine yaz aylarında eyvanın bahçeye bakan kapısı kullanılır, aynı şekilde bahçe sulanır, süpürülür kilimler yayılır, bestekler (yastıklar) dizilirmiş. Eyvan geleneği tandır evleri ile günümüze kadar gelmiştir.
Günümüz tandır evlerinde geleneğini devam ettiren köylerimiz vardır.
EH İŞTE!
RECEP TURAN
Soğuk, çok soğuk. İnsanın yüzünü bıçak gibi kesen bir hava var. Burnumun ucunda hafif bir ıslaklık… Kulaklarım taze tandır ekmeği gibi yanıyor. Göz bebeklerimin üşüdüğünü de eklemek istiyorum. Sanırım havanın soğuk olduğunu çok olmasa da hissettirdim!
Neyse, asıl mesele bu değil. Gece gece canımı sıkan Necla'nın attığı mesaj oldu. Kızdım. Hem de çok... Gerçi elimden bir şey gelmiyor. Ne yapayım bazı şeyler zorla olmuyor. Ben de isterdim her şey güzel olsun! İşte…
Yürümeye devam ediyorum. Yüzeyi taze donmuş su birikintilerine basınca çıkan sesler az da olsa huzur veriyor bana. Yürürken içi rüzgârla dolu, yalnız bir siyah poşet selamsız yanımdan geçiyor. Belli ki acelesi var, çok hızlı. Hava acayip soğuk. Keşke tek derdim soğukla mücadele olsaydı diyorum kendime. Değil mi? Keşke tek derdim havanın soğuk olması ya da bu gece yatacak sıcak bir yuvamın olmaması olsaydı. Emin olun hiç erinmeden bir evsize sırtımı dayar aynı kartonun üstünde sabahlardım. Ya da ısınmak için dip dibe girmiş masum sokak köpeklerinden biri olurdum bu gece.
Bazen evinin olması üşümene engel olmuyor, paranın olması ‘para' etmiyor. Dostlarının olması yalnızlığına engel olmuyor kimi zaman. Bazen çok şeyin oluyor ama aradığın o mini minnacık huzur kırıntısından eser kalmıyor. Muhtemeldir bu gece varlık denizinde yokluk nasibim oldu benim. Oysaki oltamın ucunda beklediğim bir tutam sevgi, bir gıdım huzur. Dedim ya benimkisi dermansız bir dert işte. Sürekli sorguladım aslında kendimi. Benim bir eksiğim var mı? Ya da varsa noksanlığım, tam olarak ne yapabilirim diye ama nafile. Ne zaman bu konuyu düşünsem, her şeyden öte varlık arayışına geçiyorum ansızın. Sonra düşüncelerimin ardı arkası gelmiyor ve zihnim dünyanın maddi sınırında bitiyor. Anlamsızlaşıyorum bir anlığına. Kafayı yastığa koyup histerik duygularla hayal meyal uykulara dalıyorum.
Anlaşılan bu gece huzur yok bana. Sizi de çok sıkmak istemiyorum. Emin olun kimsenin düzeltebileceği bir konu değil. Yoksa söylemez miydim size Necla'nın attığı “Artık sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Ben seni hak etmiyorum ve sen daha iyilerine layıksın” mesajını.
Ne zaman başıma bir anlamsızlık musallat olsa sokaklar dostum olur bense müdavimleri. Yürümeye devam ediyorum. Basınca üzerine çıkan, parke taşlarına inanılmaz bir bağla sarılmış kar tabakasının kat küt sesleriyle avunuyorum. Telefonum çalıyor. Arayan annem.
Alo. Alo…
Evet, söyle anne, dinliyorum.
Kuzum ne yapıyorsun?
İyiyim, anne...
Neredesin?
Dışarıdayım. Hayırdır?
Bu soğukta, bu saatte?..
Söyle anne, ne oldu dinliyorum.
Yok bir şey oğlum, seni çoook seviyorum. Onu diyecektim. Çok dolanma emi. Eve geç...
VAN'DA
MEHMET AKÇAY
Kaç mevsim geçirmişim ben
Kışı Van 'da yazı Van'da
Yıllar sonra değişti ten
Çoğu Van'da azı Van'da
Yağa yumurtayı kattım
Üzerine biber attım
Severek yiyerek tattım
Balı Van'da tuzu Van'da
Aşkı sevgiyle atıştırdım
Edep ile yatıştırdım
Okutup da yetiştirdim
Oğlu Van'da kızı Van'da
Şöyle bakınca maziye
Hiç gelmemişim aksiye
Çalıştım açılsın diye
Eli Van'da gözü Vanda
Çağlar'iyem ben böyledim
Nice gönüller eyledim
Yazdım çaldım çok söyledim
Sazı Van'da sözü Van'da.
GİTME GÖZLERİM
MURAT AKKOYUN
Elinde mendil, gözünde yaş
nedir bu kalbin, derdi ayyaş
gitme gözlerim, yollar taş
sakalında toz, saçında kuru tasa
nedir bu isyanın, şifresiz kasa
gitme gözlerim, bunca yasa
ayağında nasır, ayakkabısı yırtık
yol dikenlidir, basma artık
gitme gözlerim, feryadın yitik
sırtında yük, gülüşünde cefa
ne zaman gelecek bu sefa
gitme gözlerim, gelmeyecek bu defa
sokağında karanfiller
niye böyle geçer, yağmursuz günler
gitme gözlerim, zamansız seneler
dizelerinde yorgun buhran
kalem tutuklu, görülmez faydan
gitme gözlerim, bitmez bu devran
gökyüzü mavi içinde karanlık
memleket gibi seyranlık
gitme gözlerim, bitecek bu aydınlık
bitti artık bu umutlar
gelmez artık eski bulutlar
gitme gözlerim, yağmayacak
beklediğin yağmurlar
BAHAR
TALİP ÇAKIR
Vakti gelmiş baharın cemreler serpiliyor
dökülen yaprakların dalında rengi beliriyor
bir daha doğuyor tabiat bir daha varım diyor
yaşamanın sevinci ile tanıklık ediyor ruhumuz
Beyaz gelinlik çamura bulanmış
saçaklardan tel tel dökülüyor
gelen her bahar bizden götürüyor
Gökyüzünde telaş göçebe kuşlar beliriyor
sonsuz döngüye ömür izin vermiyor
Kaç bahar kaldı sence çok gözükmüyor
doğa ana işte gerçekleri ne güzel saklıyor
kar sulaklarının arasından bir papatya
gözüme ilişiyor yaşar mıyım yaşamaz mıyım
kazanan papatya ve yaşamaya devam ediyor
Bahar kokulu memleketim yeşilin her tonunu
mavinin her rengini barındıran ovalar
gözünde yaşı eksik olmayan bulutlar
ben yaşamam siz her yıl yaşamaya devam edin.
KARANLIK SOKAKLAR
RUKEN GÖREN
Karanlık sokaklarda buluyorum kendimi
rast gelmedim gülen suretime
korkutuyor beni yanıp sönen lambalar
gelmeyin üstüme, karanlık sokaklar
Karanlık sokaklarda buluyorum kendimi
sebepsizce doluyor gözlerim bir anda
ne bir adres ne bir iz var ardımda
gelmeyin üstüme, gözü yaşlı sokaklar
Karanlık sokaklarda buluyorum kendimi
tıpkı rüyalarımda ki gibi kapkaranlık
hep bir arayış hep bir haykırış içindeyim
gelmeyin üstüme, isimsiz sokaklar
Karanlık sokaklarda buluyorum kendimi
beni izliyor sanki gökyüzünde yıldızlar
her düşen ben için bir yol misaliydi
gelmeyin üstüme, kayıp sokaklar
Karanlık sokaklarda buluyorum kendimi
sorsan çoktan kaybettim ben izimi
öyle yorgun öyle biçareyim ki
gelmeyin üstüme, yorgun sokaklar
Karanlık sokaklarda buluyorum kendimi
dargın şimdi bana tüm gündüzler
kuşlar konmaz, gün doğmaz pencereme
ah, karanlık sokaklar gelmeyin üstüme.
EDEBİYAT, İNSAN VE DİL
İLKAY ŞULE GÖÇMEN
Edebiyat güzel sanatlardan bir sanat dalıdır. İnsanı temel alarak hareket alanını genişletir ve yine insana hitap eder.
Her insan toplumsal bakış açısı kadar aynı zamanda bireysel düşünme yeteneğini de genişletir. İnsanların duyguları, düşünceleri ve hayalleri vardır elbette; bunları her zaman konuşarak, sosyal hayatın akışı içerisinde karşısındaki kişilerle, dostlarıyla, arkadaşlarıyla, ailesiyle paylaşmak ister. Ama bazen derdini, tasasını, duygusunu veya hayallerini anlatamaz bir hale gelebilir. Tutar yazılara döker içini, yürek yangınını. İşte bu yazılanlara Edebiyat diyoruz.
Biliyoruz ki bir metinin hareket alanı sınırlı olamaz. Çünkü hem yazan hem de dinleyen, okuyan insanlarda duygular uyandırır, yeni ufuklara yelken açar, yazılanlar. Ancak her yazı edebiyat olur diye kural da yoktur. Edebi bir değer taşıması için bazı hassasiyetlere, özelliklere sahip olmalıdır yazılanlar. Okuyanda estetik zevk uyandırmayı hedef kılmalıdır her şeyden önce. Şiirler de bir edebiyat metinidir, bir ifade dilidir, duygu aktarım yöntemidir. Dil yaratıcılıktır elbette ve edebi türlerde olduğu gibi şiirlerde ise dilin kullanımı önem taşır.
Edebiyatla iç içe oldukça, edebi metinler yazdıkça hayal dünyamız da gelişir. Edebiyat yazmayla gelişir, sözü bundandır ki değer taşır bizim için Bizim de bu gelişmeye katkımız vardır elbette hem yazan olarak hem de yazılana kıymet katan okur olarak. Bunun içindir ki gerek yazılı edebiyatta gerekse de sözlü ifadelerimizde Türkçemizi güzel ve doğru kullanmamız gerekir. Kural ve kaidelerine dikkat etmemiz lazım.
Edebiyat, içerisinde dilin tüm çelişkilerini barındırır. Çünkü dil, yaratıcılık ve insanlık sanatıdır. bazen karmaşık, bazen sade, bazen de doğal bir sanat bütünlemesidir. Dil, sürekli kendini yenileyen bir mekanizmadır. Edebiyat da dil ile zenginleşir. Türkçeyi güzel ve doğru kullanmak, dile biraz daha önem vermekle mümkündür. Bu konuda düşünürlerin sözlerine de kulak vermek gerekir. Nihat Sami Banarlı ”Bizim dilimiz imparatorluk dilidir. Her dil, imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz.” derken Mevlana ise, ”Gönlü ve sözü olmayan bir kişinin yüz dili olsa, o gene dilsiz sayılır.” demiştir. Her insan yazı da yazabilir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki edebiyat metinlerinin estetik zevk ve duygusal etkileşim uyandırması şarttır. Sanatçı, edebiyatçı eserleriyle eğer bunu yapabiliyorsa edebiyat yazmış olacaktır, sanat yapmış kabul edilecektir. Çünkü unutmamak gerekir ki edebiyat bir sanattır. Hem de güzel sanatların en kıymetlisidir.