Van Gölü İncileri
Van Gölü İncileri
KİMİM BEN
ESMA GÜLAÇAR
Bir ben lazım bana bu âlemde
hissizler ülkesinde bir kalbin hayranı
yalanlar evreninde dürüstlüğün müptelası
kurnazlar ülkesinde şeffaflığın gözetleyeni
ben olmanın mücadelesiyim bu evrende
Sıkışıp kalmış yüreklerde insanlık
bir tek nağmelerde kalmış arkadaşlık
sinelerde donmuş yok olmuş fedakârlık
yitirilen güzelliklerin ardı sıra yol alan
yol alırken kaybolan yolcuyum ben
Çetin bir çağın nesliyim ben
vurdumduymazlıkların çığı
hiddet ve nefretlerin sağanağı
hırs, kibir ve taassubun fırtınası
karşısına geçmeye talip bir kelamım ben
Biliyorum her çağ bir imtihan
yürekler derya iken bir an
kimi zaman kapkaranlık bir zindan
özümüzden kopuşun feryadıdır
yaraları sarılamayan bu devran
Kendi çağını dalarken seyre
yaşam yolculuğunun zerrelerinde
giderken kayıp erdemlerin peşinde
beni bekleyen masum yüreklerde
bir iz bırakmaya talibim bu âlemde
Kimi zaman bir hiçim ben
kıvranırken boşluğun pençesinde
kimi zaman bir ummanım ben
dokunabildikçe yüreklere
hissettikçe yaşayan bir vicdanım ben
Var oluşun manasız kılındığı
gerçek mücadelenin yok sayıldığı
akılların şuursuzlaştırıldığı
hakikate tutunmanın zorlaştığı
bir asrın, bir devranın insanıyım ben.
BİR HÜSRAN Kİ
HASAN SATI
Bir hüsran ki
gök kubbelerden sala ile duyulur
haramı moda diye
yeni nesle uydurur...
Ülkeye sorsan kimine gurur
kiminde ise kalbe işlemiş şuur
hani harama karşı kurulmuştu sur?
Ey nefsine esir olmuş gençlik!
ne olursun dur...
kalmadı yeni nesilde,
ailevi ahlaktan yana şuur
tövbeler olsun
Lut'un kavmi misali etti zuhur...
EY HAFIZ
KAMURAN ALATAŞLI
Kimse kimseyi anlamaz bu devirden
anlayan ise yanlış anlar gönlünden
bir merak girdi mi gönlüne
ararsın cevabını bulmaya
Bulamazsan dönüşür o vesveseye
elbette bulursun o cevabı meraktan
buldun mu şükret her şekilden
allah razı olsun bu anlayışından
verdin isminin hakkını helalinden
Ey hafız, hep mutlu ol hayatından
takma insanların konuşmasından
dostun olsun kitaplardan
kuran olsun kalbinden
gönlümde baki kaldı secde
Unutma imtihan dünyasındayız
hakkını helal eyle gönülden
kapanma gururura
hep çalış allah yolundan
Ey hafız, bıraktım fani hayallerden
buldum kendimi baki sorulardan
beni yaratan benden razı mı,
dedim kendime derinden?
BÜYÜ, TÜRKÜ VE DÜĞÜM
MUHAMMET BARAN ASLAN
Ne çok ağladım ne de az güldüm
Sözlerim batıyor kendi dilime
Başımda bir gölge, gönlümde düğüm
Ne ben giderim, ne gelir kimse.
İnsanlık bu yolda neden koşuyor
Duvarlar ardında bin bir duvar var
Bir hain bir yerde yaprak yakıyor
Bana mı küsülü acaba bahar?
Susuzdur, bu yüzden susar insanlık
Kim anlar beşerle olan kavgamı
Bu kavga belli ki kalubelalık
Gövdemden dökülen can mı canan mı?
Bulutlar üstünde yürür bir seyyah
İzleri bağrımda biter gün be gün
Diriden, meyyitten evladır ervah
Yarınlar doğmadan, ölüyor bugün
Ben dahi anlamam öz fısıltımı
İlahi bir aşka hasret yeryüzü
Görülmez, bilinmez yerde bir kıyı
Gecenin koynunda bekler gündüzü
Kanlar mürekkep olsa da yazsa
İçimde büyüyen ıssız türküyü
Bir bohçam kalsa, bir kuru asa
Silinse zihnimde çınlayan büyü.
BEN / ŞAİRBAZ
SERHAT YILDIZ
Ben, yüreği ateşe bulanmış şair
aklımda tasarlarım kelimelerimi
yüreğimin hüznüne bandırıp
dilimle haykırırım
Bilmem öyle beylik lafları
kısa ve özdür
yüreğimin vefakar kelimeleri
kiminin yüreğine dem vururum
kimisinin diline
kalbimi emanet ettim
bir gönül bekçisine
Çocuklar şiirlerime söz
kadınlar anlam olur
mısra mısra dökülürüm
hayalini kurduğum dünyama
ellerimi şahit kıldım
düşüncemin değer kattığı
beyaz kağıtlara
çok sevip
çok kırılmayı öğrendim mesela
Gidenler duyar oysa
cümlemin ağırlığında kırılan
kalemimin feryadını
Gözlerimin yaşını
gidenlerden hatıra bildim
ettiklerini cefa bulmam ben
gelenlere şükür ederim
dünya mı ağır gelir bana yoksa
yanlış dünyaya ben mi ağır mı gelirim
ölümü çok seviyorum oysa
üstüme basıla basıla
binlerce kez öldüğümü unutarak...
Ben yüreği ateşe bulanmış ŞAİR
önce kendimle savaştım
sonra beni kendimle bırakanlarla
yılmak bilmedim
elbet bir gün öleceğimi bilerek
Ben yüreği ateşe bulanmış ŞAİR
dualarla uğurla beni yüreğine
gönlünün en güzel köşesine
hükmüm ebedi olsun
yüreğindeki
cennet bahçesine.
AZİZİM UYKUDA MISIN?
ŞEVKET SULHAN
Kelebekler larvadan çıkalı epey oldu
hayata bir adım
bir adım kaldığını umursamadan
sanma börtü böcek bir hezeyan içinde
hedef şaşmaz bir cümbüş
kuşa merhaba, merhaba denizim …
Dağ taş merhaba dilinde
azizim uykuda mısın?
Ağustos ayının bu saatinde
çok şey var söylenmesi gereken
bir hayli zamandır arafta bekliyor
sana dönüşlerim
Gayret etmek nafile
dilim dönmüyor hayret
Akdamar ıssızlığı miras, can buldu
tekerlemeleri dönüyor Van Gölü'nün
azizim uykuda mısın?
Pencereni açık bak
martılar geçiyor
diğer kuşlara benzemez
başkasına benzemediğin gibi
müstesna halin
Kartal bakışlım hedef şaşmazdın
nedir seni uykuya bağımlı kılan
yoksa ben miyim
Kalk ne olur
yüreğimin küllerini topla
başka baharlara savur
savur da açılsın
gül bahçesinde hayalim.
VEFALI EVLAT VE GELİN
HAMİDE DONMUŞ
Konya'da bir dostumun ziyaretinden ders aldım. Sizlerle paylaşıyor olmamın faydalı olacağına inanıyorum.
75 yaşında baba, 64 yaşında anne ile birlikte kalan aile çok mütevazı ve manevî değerlere bağlı yaşam sürdürmekteler. Maddi olarak da ekonomik özgürlükleri yerinde, şirketlerinde birçok kişi yi istihdam etmiş, hayra da vesile olmuşlardır. Akşam yemeği çok farklı, kocaman bir yer sofrası kurulur. Tüm aile sofrada bulunur. Çok zengin bir sofra. Yemeklerden başka neler var diye soracak olursanız sizlere yazarken bile onur ve kıvanç duyduğum belirterek bir bir yazayım. Koca sofrada samimiyet,saygı, sevgi, büyüklere hürmet, miniklere merhamet, bir bardak suyun yanında şefkat vardı. Besmele ile başlayıp şükür ile biten yer sofrasında en önemlisi vicdan ve güzel ahlâk vardı.
2021 teknoloji yılı makam ve mevki, para ve hırs uğruna yitirilen değerleri bu ailede görmek, yaşamak sanırım yüce Allah'ın az insana bahşettiği en güzel nimet olsa gerek... 75 yaşındaki baba Alzheimer hastası, hastalığı ilerlemiş kimseyi tanımıyor artık. Acıksa acıktım diyemez, canı yansa ağrı sızım var diyemez. Tuvalet ihtiyacı olsa lavaboya gideceğini bilmez yürüyemez. Kimseyi yanına yaklaştırmaz. Arada bir avazı çıktığı kadar bağırır. Çünkü hastalığının 7.evresinde en zor en çıkılmaz olan evredir. Hastalik çok hızlı ilerlediğinden henüz bu tip hastalara kalıcı bir tedavi ve çözüm bulunmadığından zorlukla evde bakım yapmaktadırlar.
Evin büyük Annesi ise tek böbrekli, şeker hastası, hiper tansiyon tedavisi görmekle beraber günde 3 öğün ünsülin kullanmak zorundadır. 64 yaşında ki büyükanne bir böbreğini yıllar böbrekleri alınan oğluna hayat vermek yaşatmak adına bir böbreğini oğluna vermiş. , anne yüreğiyle oğluna böbrek naklini gerçekleştirmiş. Ancak böbreğini verdiği oğlu vefasız cıkmış haftada bir bile olsa ziyaretlerine gelmez tek üzüntüleri ise bu vefasızlık...
Evde şirin mi şirin iki torun var. Evin gelini Şeyma Hanım'ın çocuklarıdırlar. Gelinin 28 yaşındaki eşi ise sabah sekizde şirkete gider akşam sekizde evine gelir. Dakik olduğu kadar güzel ahlaklı biridir. Gelin sabırlı mı sabırlı, hem kocasına hem tüm ailesine karşı olan sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyor. Hem iki çocuğunun terbiyesi ve bakımını eksiksiz yaparken evin bütün işlerini titizlikle yapmaktadır. Büyüklerini varlıklı oldukları halde huzurevine, yaşlı bakım evine yerleştirip züppe zenginler gibi tatil keyfi yapmıyorlar. Sıkılmıyor musunuz, her gün onca iş stresi ve telaşı içinde hiç mi kendinizi düşünmüyorsunuz? Verdikleri cevap karşısında sorduğum sorudan utandım.
-Hamide Hanım onlara bakmak, onlara off bile dememek onları mutlu etmek bizim için en büyük tatildir. Biz büyüklerimizi baş tacı yaparken inanıyoruz ki Rabbilâleminde bizleri dünyaya baş tacı yapıyor. Onların bir duası bizleri 40 yıl kötüden beladan afetten korur. Büyüklerin olduğu evde huzur mutluluk bereket var. Büyüklerin oturduğu sofrada şifa var. Büyüklere merhamet eden bedende vicdan iman ahlak var. Biz ölene dek onları sırtımızda incitmeden taşıyacağız onlarda bizi büyütmek için dünyanın kahrını zamanında taşımadılar mı?
Bu anlamlı sözler den sonra söz söylemek yakışık almaz diyerek ziyaretin vakti doldu Van iline dönmek üzere yola çıktım. Her gün erken saatlerde 75 yaşındaki babasını banyoya götürerek temizliğini yapıyorlar, duş yaptırıyorlar, en güzel kıyafetlerini giydirip evin en güzel köşesine oturtularak sabırla kahvaltısını verip doyuruyorlar. Akşam işten dönen vefalı ve ahlaklı evlat önce Alzheimer babasının bakımını yaptıktan, karnını doyurduktan sonra birde babasının elini öptükten sonra kendi ihtiyaçlarını karşılıyor. Hassasiyetle incitmemeye, kırmamaya dikkat ediyorlar.
Evlatların anne ve babalarına sahip çıkmadığı, hatta bakım evlerine bırakarak keyif çattıkları şu dönemde böyle ulvi bir ailenin çayını içmek gurur verici...Kendilerini büyüten eğiten dünya ve ahiret hayatına hazırlayan, her türlü riskleri göze alarak kendilerine güzel bir gelecek bırakan anne ve babalarına bir bardak su vermekten aciz olan kızlara ve gelinlere Şeyma hanımı örnek göstereceğim. Saliha bir eş olmanın yanı sıra saliha bir evlat bir kadın olmanın onurunu yaşıyor. Annenin evladından evladın annesinden kaçtığı şu yıllarda rabbim hepimize salih ve saliha evlatlar bağışlasın. Vefalı evlatlara selam olsun...
ANAMIN KUCAĞI
NECLA ARPA GÜLAÇAR
Sevgili Dostum,
Uzun bir aradan sonra memleketimdeyim; dünyaya gözümü açtığım yer anamın kucağı, toprağımda... Çoğu insan gibi benim için de çok kıymetli ana kucağı toprak...
Bir yerlere ait olduğunu bilmek hissetmek ne güzel ne kadar kıymetli... Bilen bilir kıymetini. Aidiyet, mensubiyet duygusu öğrenmiş olduğum yaşam felsefesine göre vazgeçilmez bir unsurdur... İbn-i Haldun "Coğrafya kaderdir." der. Elbette bir nevi kaderdir; doğduğun yeri, mensubu olduğun aileni, ırkını değiştiremezsin, köklerinden vazgeçemezsin vazgeçtiğin anda aidiyetini yitirmiş olursun...
Memleketim diyebilmek çok sıcak bir histir. Birçoğumuz doğduğumuz yerden madden ve manen doyduğumuz yerlere göç ederiz. Yıllar geçse de bir uğrak yeri, anamızın kucağı gibi olan memleketimize dönmek kısa bir süreliğine de olsa ziyaret etmek fevkalade bir coşkudur... Beğenerek dinlediğim şarkının sözlerini mırıldanarak koşturarak büyüdüğüm mahallenin sokaklarında dolaşıp dururken eski yüzlere rastlamamak ne kadar acı verici...
"Bir özlem yangınıdır yaşamak/Şarkılı bir masaldır yaşamak." Özlem yangını ile doğduğum şehri dolaşırken şarkılı bir masal gibi hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti... Ne zaman büyüdüm ben!
Ne zaman anamın kucağını terk ettim!
Şimdi başkalarının olmuş doğduğum evin önünde durdum...
Bahçesinde ne güzel anılar biriktirmiştim...
İyi okumayı ben bu bahçede bana kucak olan kiraz ağacının dallarında öğrendim. Okumaya kayısı ağaçlarının altında aşık oldum.
Doğru ya ilk aşkım bir roman kahramanıydı...
İlk günlüğümü herkesten kaçtığım kocaman İğde ağacının gövdesinde yazar orada gizlerdim. Orası benim dünyadan uzak sığınağımdı...
Şimdi hayran hayran baktığım gençliğim de çıkmak için acele ettiğim kapının artık benim olmadığını bilmek ne denli elem verici...
Dünyayı değiştirmek için koşarak çıktığım bu kapıya dünyayı değil, sadece kendisini çok yormuş, çok yorulmuş, kırılmış dökülmüş, olarak dönmek... Ama artık bu kapı benim değil, bizim değil, anneciğimin kucağı değil, babamın disiplinli erlerini yetiştirdiği yer değil...
Bir zamanlar ne çok kızgındım onlara... Meğer haklılarmış ne de geç anladım... Galiba her çocuğun kaderi bu... Bir masal gibi hayat serüvenini tamamlamak zorunda... Nasihat fayda etmiyor o can yakıcı tecrübeyi yaşamak zorunda... Kanadı olan bir kanatlıyı kim durdurabilir ki? Uçmak için doğmuşsa, gitmek için var olmuşsa hangi kapı, hangi ana kucağı onu durdurabilir?..
Özgürlük sandığımız metropollerde tutsaklığı öğrendik. Beton tarhlarda sadece bedenimiz değil, düşüncelerimiz çürüdü... Yalnızlaştık, bireyselleştik, bencilleştik kendi kendine yetme hülyasına dalmışken, aslında binlerce insanın emeği ile 24 saatimizi doldurduğumuzun farkında bile değildik... Farkına varanlar şimdi kırsala dönüş modasında... Beğenmediğimiz bedenler, beğendiğimiz ruhlar. Beğendiğimiz ruhu bir bedene sarmak kolay olabilirdi aslında ama aramak insanoğlunun tabiatında var işte...
Tüm arayışlardan sonra yorgun ayaklarım beni doğduğum eve getiriyorsa halen aidiyetimi çok önemsediğim, özlediğim anlamına geliyor... Bu mahalle, bu ev, bu kapı yine de anamın kucağı gibi kokuyor... Ama bana, ailemize ait değil artık. Babamın mezarı artık bize ait olmayan güzel evimizin yan tarafında devasa mezarlıkta 1.90 boyunda uzanmış boylu boyuna yatıyor... Ömrü boyunca çok sevdiği ağaçların altında yatıyor... Hayatın lezzeti onu ve etrafındaki tüm uyuyanları seyredince kaçıyor... Öyle demişti: Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) "Hayatın lezzetini kaçıran ölümü çokça hatırlayın"... Canımı sıkan geçmiş ile gelecek arasında beni sıkıştıran bu zaman diliminden hızlıca kaçıyorum... Karşıda gençliğimde her akşam gün batımını seyrettiğim tepeye bakıyorum... Evet, saate baktım yıllar sonra yine sevdiğim şeyi yapmanın tüm heyecanıyla hipnoz olmuş gibi tepeye bakıyorum... Adını arkadaşlar ile "Memiş Tepesi" koymuştuk... Çünkü tepemiz Memiş dayının bahçesinin yanındaydı... Arkadaşlarım ile az yemiş araklamadık hani:) Memiş dayının bahçesinden... Tepemizde meyveleri hınzırca yerdik. Aslında hepimizin bahçesinde aynı meyveler vardı fakat biz muzipliği Memiş dayıyı kızdırıp eğleniyorduk işte... Her gün batımında bir ayçiçeği biraz bisküvi ile buraya kah yalnız, kah arkadaşlarımla kaçar gelirdim... Bir sığınaktı burası bizler için... Hayal kurardık benim hayallerim ise hep gizliydi paylaşmak istemezdim kimse ile Çünkü benim en büyük servetim hayallerimdi... Şimdi ağrıyan bacaklarım ile tepeye yavaş yavaş tırmanırken artık yaşlandığımın farkına varıyorum... Tepeden kuşbakışı babamın mezarını, anamın kucağı olan güzel evimizi, mahallemizi seyrediyorum... Mahalle sakinlerimiz değişmiş bize tuhaf tuhaf bakıyorlar... Ben ise aldırmıyorum nasıl olsa tanımıyorlar beni şarkıma devam ediyorum...
"Şarkılı bir masaldır yaşamak/ Acısı tatlısı çok olsa da /Yine de güzeldir yaşamak...
Vesselâm
YILDIZLARA MÜPTELA OLMAK
YUSUF KAZAK
İnsanın kendisi ile baş başa kaldığı ve adeta kendisine 'kulak verdiği' vakittir gece vakti. Sessizliğe bürünen ortamın etkisiyle insan yüreği de usulca köşesine çekilir ve derin bir sükûnet iklimine girer. Bu sakinlik hali kişiye çok farklı dünyaların kapısını aralar. Gün içerisinde hayatın karmaşasında müthiş bir kuşatmaya maruz kalan insan zihni, gece vakti ile birlikte kuşatmayı yarar ve özgürlüğüne kavuşur. O vakte kadar yaşamın gürültüsünden yüreğinin sesini duyamayan insan, o vakitle birlikte yüreğine dikkat kesilir. O andan itibaren tüm bedenin ve ruhun hâkimiyetini ele geçiren kalp, kişinin her zerresini sarmaya başlar. Bununla birlikte insanda bir 'ilham faslı' açılır.
Çok kurak geçen bir mevsimden sonra yağan ilk yağmurla birlikte toprak nasıl bir coşku ile canlanıyorsa işte o şekilde insan ruhu da muazzam bir şekilde toparlanır ve silkinir. Yürekten açılan bir yol ile akmaya başlayan 'ilham suyu'yla bedenini ve ruhunu arındıran insan, bambaşka biri olarak sahneye çıkar. Yürek coşkusunun etkisiyle gecenin özüne inmeye başlayan ve etrafındakileri daha dikkatli bir şekilde incelemeye başlayan insan, karanlığı ve bu karanlığa bir mana katan yıldızları seyre dalar. Karanlıkta beliren mehtap geceyi büyüleyici bir ışıkla aydınlatırken, bunları keşfe çıkan kâşif de kalbini ve zihnini aynı şekilde aydınlatır. Geceyi ve karanlığı keşif yolculuğunun bir diğer yönü de kişinin yüreğinde taşıdığı duygulardır. Zira yürek hangi duygularla sarılı ise ve 'Gönül Kasrı'nın tahtında kim oturuyorsa işte bunlar geceye ve keşfe yön verir. Hiç şüphesiz geceler en iyi şiir yazılası vakitlerdir. Yürek diyarı bu vakitte 'ilham pınarı'nı cömertçe akıtır ve tüm hissiyatı yıkamaya başlar. İnsanın, sıradan biri olarak başlayıp ya meczup ya da şair olarak bitirebileceği vakittir gece vakti... Bu vakitle birlikte insan ıstıraplar içinde ya tamamen karanlığa gömülür ya da zihnindeki kişinin apansız gökyüzünde belirmesiyle gecesini ve yüreğini nurlandırır. Böylece afallayan ve mest olan insan, yıldızlara müptela olur.
Artık yüreğini ve zihnini esir alan 'zat-ı muhteşem'in saçtığı büyülü ışığa en yakın şeyi gecede ve karanlıkta aramaya başlar. Bundan ötürü mehtaba ve yıldızlara yarenlik edip onlarla gönül dünyasını renklendirir ve şenlendirir. Ancak gecenin sonunda yine de hüzünlüdür insan...
Çünkü hayallerinin ve tatlı düşlerinin muhatabı olan kişiye eşdeğer bir şey bulamamıştır ve okyanuslar dolusu su boşaltmasına rağmen yüreğindeki yangını söndürememiştir. Gece kâşifi bundan sonra yeniden doğan güneşle birlikte ya çoktan ufukların ardına ulaşmış bir 'meczup'tur artık, ya da çılgınlıklara sürükleneceği bir geceyi daha bekleyen bir şair.