Van Gölü İncileri
Van Gölü İncileri
KARA ELMAS
SAİME ÇATALÇEKİÇ
Yedi katın dibinde
Karanlıkta kaldım ben yine
Vurdum kazmayı kara elmasa
Korktum her vuruşunda
Kara ellerimle kırdım soğanı
Bozdum ALLAH için orda orucumu
Ben de istiyorum yetiştireyim
Geleceğin evladını yurduma
Çünķü ekmek götürüyorum yavrularıma
Yüzüm gibi kara oldu ciğerim de
Adeta ölmeden giriyorum
Kara toprağa karanlığa
Ben yemiyorum beyaz ekmek
Ben çocuklarım yiyor kara ekmek
En zor ben işçiyim
Çünķü ben emekçiyim.
GÖK GÜZELİ
AHMET YAŞAR GÜNDÜZ-
Gelsen...
Ve bayram olsa!!!
Sevenin duası gibi gelsen.
Gök dolsa; Çiçek açsa
Bulsam, şiirimi bulsam...
Buluşsak sözlerde ve harflerde buluşsak.
Şairini bulmuş olsan
Bayram olsa,gitmesen
Sen hep gelsen...
Bir gün sesini duysam...
Gül kokusu duymuş gibi duysam!!!
Kuruyan bir dala tutunup ağlar gibi olsam.
Susuzluk hepsi o kadar...
Solmuş gibi çorak toprakta
Sensizlik, hepsi o kadar
Öteki dilleri unutsam
Sence ne konuşsam?
Bir gün sesini duysam...
Ey gök güzeli...
Lal olmuş bu şehre mavi bir huzur yağsa!!!
Sen olsan...
Kuru bir toprağa dolar gibi dolsan.
Gözlerimde kalsan...
Gözyaşı hepsi o kadar.
Silsen, adımı siler gibi silsen
Ey gök güzeli
Yağsan, ve ben doğsam...
İsimler geçse içimden...
Kalsan, kokunun savtı gibi kalsan!!!
Büyüsen büyüsen ve bir dua olup büyüse.
Suskunluk hepsi o kadar.
Yürekten diler gibi dilesem.
Sussam hepsi o kadar...
Sana seslenince
Gitmesen ve ne olur kalsan!!!
İsimler geçse içimden...
SENSİZLİĞİME NAĞMELER
GÖNÜL ESVEDİ
Yine sensiz, nefesini içimde aradığım bir gece
yüreğimin yanan ateşine tane tane düşen kar taneleri
bu sefer camın ötesinde lapa lapa yağıyor
seni yastığıma fısıldamadan
önce, şiirlerimden sana gelmeye çalıştım
satırlarımdan bir yol çizdim ilk önce
çok uzaklara doğru, senin sol yanına
benimse memleketime
Şiirlerime binip de yola koyuldum
gecenin sessizliğine yavaş yavaş inen
kalem sesleri, hasret cümlelerini
çoktan uykularından kaldırmıştı
gökyüzü bu akşam sensizliğime
nağmeler yağdırıyor, beraber fısıldıyoruz
bu şehrin kaldırımları gibi insanları da soğuk
ruhumu üşütüyor. haykırmak geçiyor
içimden, hem de gökler dolusu kadar
Ellerim soğuk, sana geliyorum ama nedense
varamadan bir girdabın akıntısına tutuluyorum
her yer mavi mürekkep, cümleler dağılıyor,
tutunmaya çare arıyorum
elde kalan kelimelerimle yüzmeye
çalışıyorum yılmadan, yıkılmadan
aşk emek isterdi. yorulacaksan,
keşkelere sığınacaksan, ahlayıp vahlayacaksan
ayağına diken battı diye vazgeçip döneceksen,
girme aşk yoluna demişti mevlana
aşılmazları aşmaya çalışıyorum
ben gelmek istedikçe engeller büyüyor
inat etmiş gibi gelmiyor cümlelerin sonu,
gelemiyorum, kalakalıyorum karanlığın ortasında
oysaki sadece gelmek, yalnızlığımı, ömrüme işlenmiş
bakışlarında dindirmek istemiştim
ama elbet bir gün gelecekmişim gibi
bekliyorum siyah gülüm
Şimdi seni yastıklara fısıldama vakti;
melekler yüreğinden öpsün…
KÜSKÜNÜM
MEHMET MUHLİS ŞEPİK
Neyleyim dünyayı ukdeyle gamsa
Bülbüle yan bakan güle küskünüm
Sığındığım çatı delikten damsa
Kederi coşturan sele küskünüm
Gülmedi bahtıma talihin yüzü
Güvenip kaldığım pişmanlık sözü
Esip geçti Eylül savurdu güzü
Yakıp viran eden yele küskünüm
Düşünce dost dedim tutan olmadı
Bağımda dikeni kimse yolmadı
Hep boştu ceplerim cüzdan dolmadı
Halden anlamayan ele küskünüm
Yıllarca bekledim sorsan bilmez ki
Anı defterini gönül silmez ki
O vefasız yârden haber gelmez ki
Kapımda duran zile küskünüm
Pranga hasreti kalbe çakıldı
İntihardı umut dara takıldı
Sevdaya çaresiz düşen akıldı
Göze perde çeken tüle küskünüm
Benzemez bu derdim hiç bir acıya
Emrah'ı düşürdü derin sancıya
Ferhat değil miydi sordu hancıya?
Leylayı saklayan çöle küskünüm
ŞAMAMA
NAZMİ SARAÇOĞLU
Turuncu siyah küçüktür boyi
Oni istemağ gaynana huyi
Ona en iyi gelen Vestan'ın suyi
Şemame oyununa ilham şamama
Ne kavundur ne kelek sırf hastır Vana
Kokusu miski amber yayılır Vana
Gelinler eğer gitse hamama
Gaynananın siparişi şamama
Arabanın ön göğsünün süsüdür
Şarkıların hem tadı hem öyküsüdür
Bostancının tezgâhının süsüdür
Kendi küçük adı büyük şamama
Kaç yıldır hasretiz onun tadına
Türkülerde rastlarız güzel adına
Bir şamama resmi geldi yâdıma
Hüseyinler resmini çizsin şamama
Van'da tekrar gündeme gelsin şamama.
SEVDA KAÇAĞI
RECEP TURAN
Kaçıyorum… Zamanın çıkmaz sokağında, boynumda toy bir sevdanın kokusu; yüreğim yangın yeri üstelik. Kaçıyorum…
Viran olmuş geçmişim, gelecek ise darmadağın, lahzada yetik umutlar; gel de sen karar ver neden hep güzel olan ‘Uzak yarınlar'? Belki de hiç gelmeyecek! Kaçıyorum…
Gecenin en siyahında, nereye gittiğimi bilmeden; zamansız, katıksız ve yarınsız bir sevdayla kaçıyorum. Öyle ki; sivri tepenin yamaçlarından geçiyorum. Gece, siyahlara bürünmüş gene, insanların tüm kusurlarını büyük bir ustalıkla saklamanın gayretinde. Ey karanlık, adaletin bu mu senin! Hadi biraz da beni sakla, hadi! Nereye gideceğimi bilmeden yolumu kaybediyorum. Bildiğim tek şey kaçtığımın daha büyük korkular olduğu. Korkularımı bastırmak adına farklı şeyler yapmak istiyorum. Aklıma küçükken yaptığım gibi şarkı söylemek geliyor. DengbejŞakıro'nun nağmeleriyle başlıyorum terennüm etmeye. Sonra nağmeleri onun kıraatından okumaya çalışıyorum. Pek becerdiğim söylenemez bu işi. Şansımı denemeye çalışıyorum. Bir daha… Bir daha… Ve en sonunda ağzımdan şu nağmeler çıkıyor:
“Belki gözümün ferine kaçar
Yârimin ayak tozu,
Sevdiğimden bir buse aldım,
Kıyamadım dudaklarımı silmeye”
Şakiro'nun sevgilisine serenadı olan bu dizeler,benden karanlık geceye bir armağan. Bu armağan öyle iyi geldi ki bana tüm korkularımı, acılarımı ve özlemlerimi bir anlığına unuttum. Sonra Ağrı Dağı'nın yamaçlarında yeni açılan enfes kokulu bir piltan çiçeği oluyordum; beğenmeyip Tendürek'te bir tutam taze kekik ve yahut da otlu peynir oluyordum şefkat yüklü sofralarda. Bereket yüklü. Ansızın bir ses duyar gibi oldum.
Durdum. Geceyi dinledim. Biraz daha dinledim. Biraz daha… Ürkek bir tavşan. Kulakları havada. O benden ben ondan korktum bir anlığına. Kim bilir o da bana özenmiştir bu gece; sevdadan kaçıyor! Yüreklerimizi dinledik birbirimizin. Evet, o da kaçak benim gibi. Kesin! Sakinleştik, sonra herkes kendi yoluna…Tekrar devam ettim. Baharın serinliği iyiden iyiye hissediliyordu gecede. Tüm yıldızlar ışıklarını bu gece erkenden kapatıp uyumuşlar. İki yoldaşım vardı: simsiyah karanlık, ıpıssız yalnızlık.
Gelirken yanımda Kasım Ağa'nın mavzerini de getirdim. Yanlış mı yaptım yoksa ağanın en sevdiği silahını almakla? Olsun, ağanın yaptıklarına karşı az bile! Hem yıllardır parya gibi çalıştım ona. Bu kadarını da hak etmişimdir! Ağa sürekli bununla ava çıkardı. Av dönüşü mavzeri bir güzel yağlar üçüncü eşi olan Gülizar Hanım'a teslim ederdi. Yani anlayacağınız kendimden daha değerli bir eşyayla kaçıyordum.
Gelen olursa ardımdan, ölümüm mavzerdendir bilesiniz! Cebimi yokladım. Dedemden yadigâr köstek saat sessizliğe sinmiş öylece duruyordu. Açıp baktım,nafile. Karanlık onu da zapt etmiş. Kaç olduğu anlaşılmıyordu zamanın. Ben ise durmadan koşuyorum. Koşmadığım zamanlarda yürüyorum. Sırılsıklam olmuşum.
Düşünmeden edemiyorum, sahi insanlar neden bu kadar acımasız? Neden bu kadar zalim olabiliyorlar. Dedemin, “Büyükler, çocukların cüsseli ve yalan söyleyebilen halleridir sadece” dediği gibi miydi? Ya da buna biraz da zalimlik katarsak tam olur sanki! Evet, evet büyükler, küçüklerin cüsseli, yalan söyleyebilen ve istediklerinde zalim olabilen halleriydi.
Şüphesiz Kasım Ağa da bir tercihte bulunmuş ve zalim olmuştu. Doğrusu zalimlik cuk diye üstüne oturmuştu. Yoksa bu adamı iyilik yaparken ya da merhamet gösterirken hiç düşünemiyorum. Asık suratlı, çatık kaşlı ve bir kulaktan diğerine uzanan geniş timsah ağzıyla bir zalimin en canlı örneğiydi kendisi.
Kasım Ağa'yı düşündüm ve düşündükçe sinirlendim. Bu sefer daha çok korktum, daha çok koştum. Sonra Gülizar'ı hatırladım. Kiraz dudakları, zerdali gözleri, dik ve diri vücuduyla bir afetin insan suretiydi mübarek. En zor zamanlarda hep onun hayalini kurardım. En güzel rüyalarım hep onla başlardı. “Senle her şey ne güzel be kadın. Ah Gülizar ah!”
Bu karanlık gecede ışığım olan yine Gülizar. Elini bana uzatıyor. Dudaklarını iyiden iyiye hissediyorum. Nefesi yüzümde ve sıcacık. Sonra kollarını açıyor ve yekvücut oluyoruz. Gecenin soğuğu işlemiyor bedenime. Karanlık deryası sonsuz ışıklara bürünüyor bir anda. Amansız bir ateş basıyor bedenime. Durmadan büyüyen ışık huzmesine karşı gözlerimi kapatıyorum. Bedenimi yaylaların şefkatli çayırına seriyorum. Başımın altında çoban çıkını. Vücudum yorgun, terli ve nispeten huzurlu… Dalıyorum hülyalara yanımda sadece o isim: Gülizar. Güneş sıcaklığıyla yüzümü okşuyor. Bedenim kaskatı kesilmiş. Akşamdan kalmışım ölü gibi orta yerde. Yaşadığımı anlamak için gözlerimi açıyorum.
“Evet, yaşıyorum.”
Şimdilik! Kalkıp etrafa bakıyorum. Her yerim apaçık ortada. Korkularım hafiften filizlenmeye başlıyor. Gözlerim mavzeri arıyor. Etrafıma bakıyorum yok! Sonra usulca ayağa kalkıyorum. Birkaç adım ötede altın işlemeleri yansıyor gözüme mavzerin. Sakinleşiyorum. Nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum. Sonra hiçbir dağ, taş, dere, çayır, bayır tanıdık gelmiyor. Anlamsız bir rahatlık yaşıyorum.
“Ağadan ne kadar uzaksam o kadar iyi!”
Düşüncemin arkası gelmiyor. Peki, nereye giderim, ne yaparım? Kime yakın olmalıyım kimden uzak, bilemiyorum!İlk kez açlığı iliklerime kadar hissediyorum. Ve uçan kuştan, sürünen yılana kadar her canlıya iştahlanıyorum. Kaçıyorum. Gülizar'ın aşkından mı yoksa ağanın zulmünden mi, bilemiyorum! Gecenin siyahında sadece kaçıyorum.
Uzaklardan bir ışığın varlığını görüp yönümü oraya veriyorum. Gittikçe yaklaşıyorum ışığa. Sonra her yer tanıdık gelmeye başlıyor. Oturduğum, kalktığım; Gülizar'ı ilk kez gördüğüm ve sevdiğim, uğruna ölümlere gittiğim her şey… Kilerin kapısını usulca aralayıp karnımı doyuruyorum. Sonrası mütevekkil bir uyku ve alışık bir rüya…
“Sevdadan kaçamazsın! Hele o da seviyorsa…”
Beynime mıh gibi çakılan bu sözlerle uyandım. Serin bir bahar sabahıydı. Çıktım dışarı pusuya yattım. Ağanın dışarı çıkmasını bekledim. Akrep ile yelkovanın nazlı tıkırtılarına tanıklık ettim yıldızların altında. Kapı açıldı ve beklediğim an geldi. Mavzerin ağzına sürdüm mermiyi. Dikildim ağanın karşısına.
“Destur lan domuz!”
Fal taşı gibi açılan gözlerinde ölümü gördüm, sonra dilinin tırsıp boğazına kaçışını.
“En acısı da kendi silahından çıkan kurşunla ölmektir!”
***
Yelesini cesur rüzgârlara bıraktım atımın. Terkimde Gülizar var. Yumuşak elleriyle sımsıkı sarmış bedenimi. Basiretsiz sevdalara dalıyorum. Havada barut kokusu…
Kaçıyorum. Gecenin en siyahında umuda uçuyorum. Dilimde Şakiro'nun nağmeleri:
“Sevdasız bir kalp;
Bülbülsüz kuru ağaca, gülsüz bahçeye benzer.
İnsanın yastığı taştan, yatağı dikenden olsun ama yeter ki
Gönülden sevdiği olsun.”
HUZURLU AĞIT
M. ENES BİÇER
Ne tarifsiz bir acıdır ayrılmak
hiç alışamadığım ,alışayamacağım
umutla kavrulmuş aceleci adımlarla
yuvana giderken sessiz sessiz
rastladığım en garip duyguya kapılırım
yüreğim huzur ve endişeye mahkûm
ağlamak en çok bana yakışır şimdi
tanıyamadan güzel şekilde seni
nasıl da farketmedim ah!
kayıp gittin apansız, yıldızlar misali
Islanınca yanaklarım,
nükteli sözlerin aklıma doluşur
mâziye gömülmüş anılarımız
gönlümün mahşer meydanına dökülür
Meraklanma el etek çekemem senden
sadakat eksilmeyen zaafımdır benim
eksilir hanemizden kokun
duvarlarda yankılanan o eşsiz sesin ve tenin
sağır kalacak biliyorum bu duvarlar, güzelim!
evdeki aynalar dahi kör artık
unutmam tatlı çekişmelerimizi
beraber ağlayışlarımızı, gülüşlerimizi
tebessümünle aydınlanırdı evimiz
kederinle bulutlar sarardı üstümüzü
Olmasın yüreğinde bir dirhem yalnızlık
Züleyha ve Yusuf'un aşkı sarsın evini
layıksın huzura ve çocuk yüreği merhamet
Allah'a emanet ol.
SENİ HATIRLATIR
ELİFNUR ÖZCAN
Dinlediğim her şarkı
okuduğum her söz
gördüğüm her yüz
baktığım her göz
bana , seni hatırlatırken
benden uzakta olman
canımı acıtır, sevgilim
sana yazılmışken bütün şiirler
bütün sözler sana hitab ediyorken
her şey bana seni hatırlatır
yine ve yeniden gelirken bahar
binbir rengiyle açılırken çiçekler
sensiz ve sessiz geçiyor günler
hep gelişine açılacak kapım
pencerem hep göğüne bakacak
değil bana yeni bir yıl, bir ömür
seni beklemekle geçecek
ben ki, binler ömrümü
seni sevmeye adadım, sevgilim .
KEŞKE
DİLANUR KARAMAN
Keşke gelsen bana ansızın
Gelsen de sarılsam sana sımsıkı, bir ömür
Gözlerinin içine baksam
unutsam saatlerin geçişini
Seyredalsam cennetten bahçeleri
Kokunu içime çeksem
baharda taze çiçekler gibi
Ve bir daha hiç gitmesen
Hep yanımda kalsan
Beraber eskitsek hayalleri
Kalan da terk eden de kazanmıyor
Öyle işte ikimiz de kaybediyoruz yaşamı
Belki de her şeyi kabullenip
Hayatı akışına bırakmak lazım
Yoksa felek rahat bırakmaz bizi.