Van'ın Kalbinde Saklı Tarih: Geçmişten Geleceğe Uzanan Kültürel Yolculuk
Gazetemiz yazarı Ümran Öztürk'ün Prof. Dr. Gülsen Baş Terzioğlu ile yaptığı röportaj ikinci bölümüyle devam ediyor.
Röportaj: Ümran Öztürk
Van'daki eski şehir ve çevresindeki diğer önemli arkeolojik alanlar arasında bir bağlantı var mı? Bu bağlantılar, şehirdeki yaşam biçimi hakkında ne gibi ipuçları sunuyor?
Eski Van'da birbiriyle bağlantılı 3 farklı alandan bahsetmek mümkündür. Kentin ön belirleyici unsuru, sırtını yasladığı Van Kalesi'dir. Son derece etkileyici doğal bir kayalık üzerinde yükselen kale, Eski Van'ın iç kalesini yani yukarı şehrini oluşturmaktadır. Urartu medeniyetine 'Tuşba' adıyla başkentlik eden bu alanın hemen kuzeyinde 'Van Kalesi Höyüğü' yer almaktadır ki İstanbul Üniversitesi tarafından yapılan geçmiş dönem kazılarında buranın M.Ö. 3000'li yıllardan itibaren kullanıldığı anlaşılmıştır. Kayalığın güneyinde ise bugünkü verilerimizle 1000'li yıllardan itibaren iskn gördüğü bilinen, ancak öncesi ile ilgili olarak da bazı soru işaretleri taşıdığımız aşağı şehir alanı yer almaktadır.
Van Kalesi höyüğünde Erken Tunç ve Urartu dönemi bulgularıyla karşılaşılırken, İçkale'de Erken Tunç'tan başlayarak Urartu, Selçuklu ve Osmanlı buluntuları ile karşılaşılmış olması bu medeniyetlerin kesintisiz olarak benzer yaşam alanlarını kullandığını göstermektedir. İçkale, Osmanlı döneminde şehrin belki de en önemli kesimidir. Askeri yapılar ve mühimmatlar burada konumlandırılmış ve aşağı şehrin gözetlenmesi ve savunulmasında bu yüksek noktanın bütün avantajlarından faydalanılmıştır. Osmanlı öncesinde de benzer bir durumun söz konusu olduğu bilinmektedir. Urartu'nun kayalığın şehre bakan kesimine yaptığı merdivenlere ait izler; yine kayalığa yerleştirilen su sarnıcının Urartu'dan Osmanlı dönemine kadar kullanılmış olması, kentin bazı noktalarındaki işlevsel sürekliliğe işaret etmektedir. Kentin kuzeydoğusunda yer alan ve halkın analı-kızlı olarak isimlendirdiği Urartu dönemi kutsal tapınma alanı, Osmanlı döneminde inşa edilen türbelerle önemli bir ziyaretgaha dönüşürken, bu alanın yakın tarihlere kadar 'hıdırellez' şenliklerinin önemli uğrak noktalarından birini oluşturması ilgi çekici başka bir kültürel sürekliliği örneklemesi bakımından dikkat çekicidir.
Eski Van Şehri'nin tahrip edilmesinin ardından yerleşim yapılmaması, bölgedeki mimari dokunun kaybolmasına nasıl yol açtı? Bu durumun kent kimliği üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eski Van Şehri'nin tahrip edilmesinden sonra yeniden iskna açılmaması, hem olumlu hem de olumsuz etkileri beraberinde getirmiştir. Olumlu yönü, bölgenin modern yerleşim baskısından uzak kalması sayesinde, binlerce yıllık kültür katmanlarının bozulmadan günümüze ulaşabilmiş olmasıdır. Bu durum, arkeolojik açıdan son derece kıymetlidir; zira sosyal yaşamdan inanç sistemine, ekonomik ilişkilerden yönetim biçimine kadar pek çok alanda bilgi sunabilecek kültürel verilerin korunmasını mümkün kılmıştır. Eğer Eski Van, yıkımın ardından yeniden yapılaşmaya açılmış olsaydı, büyük ihtimalle birkaç anıtsal yapı dışında bu tarihsel mirasın izlerine ulaşmak çok zor olacaktı.
Bununla birlikte, yeniden isknın olmaması bazı ciddi olumsuzluklara da yol açmıştır. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında şehrin kaderine terk edilmesi, zaten tahrip olmuş mimari yapının zamanla daha da harap hale gelmesine neden olmuştur. Sokak dokusu, konutlar, kamu binaları ve altyapı unsurlarıyla birlikte şehrin fiziksel belleği büyük ölçüde kaybolmuştur. Koruma ve onarım faaliyetlerinin yürütülmemesi kullanım dışı kalan şehirdeki yıkım sürecini hızlandırmıştır.
Kent kimliği açısından bakıldığında ise, Eski Van'ın yok olan mimari dokusu, halkın belleğinde yer etmiş yaşam biçimlerinin, meknsal aidiyetlerin ve kültürel sürekliliklerin de silinmesine neden olmuştur. Bu boşluk, Van'ın tarihiyle bağ kurmak isteyen yeni kuşaklar için önemli bir eksikliktir. Dolayısıyla, bugün sürdürülen arkeolojik çalışmalar ve koruma çabaları yalnızca geçmişi değil, gelecekteki kent kimliğini de yeniden inşa etme açısından büyük bir önem taşımaktadır.
Restorasyonu yapılan yapılar arasında en dikkat çekici olan hangisidir?
Geleceğe Miras projesine dahil edilen Eski Van'da kazılar haricinde gerçekleştirilen çalışmaların önemli bir ayağını restorasyon çalışmaları oluşturmaktadır. Alanda günümüze ulaşan yapı kalıntıları, Selçuklu ve Osmanlı dönemine aittir. Osmanlı yapıtları olan Hüsrev Paşa Külliyesi'ne ait cami, medrese, türbe ve imaret, Kaya Çelebi Cami ve Horhor Cami, geçmiş dönem restorasyonlarıyla günümüze ulaşmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Van Valiliği'nin destekleriyle 2023 yılında başlatılan restorasyonlar içerisinde en özeli tabii ki Ulu Cami'dir. Kentin orta noktasında kayalığa kısmen yakın bir noktada yer alan bu yapının en önemli özelliği, aşağı şehirde bilinen ilk Türk İslam eseri olmasıdır. Yapının bir diğer önemli yönü ise özgün mimarisidir. Mukarnas kubbesi, alçı ve tuğla süslemelerinin çeşitliliği ile Anadolu'da bir benzeri daha bulunmayan bu yapı İran'daki Selçuklu yapılarıyla ile yakın bir benzerlik taşımaktadır. Yapının Van Müzesi'nde sergilenen süslemeleri dahi bu sanat eserinin görkemini yansıtacak düzeydedir. Alanda restorasyonu devam eden diğer yapılar ise özgün tuğla minaresiyle dikkat çeken Selçuklu çağına ait Kızıl Minareli Cami ve Osmanlı dönemine ait Hüsrev Paşa Hanı ile Miri Ambar'dır.
Bu yapılarla ilgili gelecekteki planlar nelerdir?
Restorasyonu gerçekleştirilen söz konusu tarihi eserlerin korunarak gelecekte daha geniş kitlelere tanıtılması amaçlanmaktadır. Ulu Cami ile Kızıl Minareli Cami, dönemi ifade eden birer mimari iz olarak sergileneceği gibi ibadet mekanı olarak da kullanımını sürdürecektir. Hüsrev Paşa Hanı'nın sosyal ve ticari bir merkeze dönüştürülmesi planlanırken, Miri Ambar'ın dijital bir müze haline getirilmesi amaçlanmaktadır. Bütün bu mekanlar turizm rotalarına dhil edilecek, böylece turistik alanlar olarak daha erişilebilir hale getirilecektir. Restorasyon sonrası, bu yapıların, eğitim, tanıtım ve kültürel amaçlı etkinliklerde kullanılması koruma sürekliliğinin de sağlanması anlamına gelmektedir.
Şehri yeniden inşa etmek yerine, eski yapıları restore etmek, bölgedeki kültürel mirası korumak açısından neden daha tercih edilir bir yaklaşım olmuştur?
Eski Van şehri, yaklaşık 450 bin metrekarelik çok önemli bir tarihi alan. Kuzeyde tüm görkemi ve etkileyiciliğiyle kente sınır oluşturan kalesi ve güneyindeki aşağı şehirde, yüzlerce mimari yapının oluşturduğu yoğun bir mimari doku mevcut. Dolayısıyla bu büyük kent alanında mimari dokunun tamamını yeniden inşa edileceğini düşünmek ya da ileri sürmek çok da gerçekçi olmayan bir yaklaşım. Zira bu kentten günümüze sadece 12 yapı ya da yapı kalıntısı ulaşmış durumda. Geriye kalan bütün yapı stoku ise neredeyse ya tümüyle yok olmuş ya da toprak altında kalmış vaziyette. Bu nedenle son derece geç kalındığını kabul etmekle beraber, zararın neresinden dönülürse krdır anlayışıyla belirtmek gerekir ki Bakanlığımızın ve yerel idaremizin son yıllarda alan üzerinde giderek artan yakın ilgisi ve desteği son derece kıymetli. Ancak bu heyecan verici projede, eski kentin tamamını yeniden inşa etmenin çok da mümkün olmadığını vurgulamak gerekir. Buna ne zaman, ne iş gücü ne de ekonomik koşulların imkan sunması güç görünüyor. Kaldı ki yok olmuş bir tarihi kentin tümüyle yeniden inşası, evrensel koruma ilkeleriyle uyuşacak bir bakış açısı da değil. Bu nedenle halihazırda yapıldığı gibi bir kazı planının oluşturulması, kazılarla kentin geçmişinin aydınlatılarak, elde edilen bulguların kültür ve bilim dünyamıza kazandırılması, bunun yanı sıra günümüze ulaşan tarihi yapıların özgün biçimlerini koruyacak biçimde restore edilmesi ve kentin ören yerine dönüştürülerek ziyaretçilere doğru biçimde anlatılması en doğru yol haritası gibi görünüyor.
Devam edecek.