Van'a Yaz Gelince-Tarihte Van Lahanası
Yunus Türkoğlu yazdı...
Merhum çırpaç Fikri Akdeniz anısına…
İnsan olarak beşikten mezara kadar uzanan bir yolun yolcusuyuz. Bu yolculuk esnasında nice mevsimler ve etrafında cereyan eden nice vakalara şahit oluruz. Yaşadığımız her mevsimden geriye gönül dünyamızda tatlı hatıralar kalır. İster yaz, ister kış olsun, önemli olan nefeslerin rıza-ı ilahiyle geçirilmiş olmasıdır. Alıp-verdiğimiz her nefesin hesabını vereceğimizi bilerek yaşayabilmek çok önemli. Yani içinde yaşadığımız anın vazifesini hakkıyla eda etmeliyiz. Ve yaptığımız her işin ahrete bakan yönünü mutlaka hesaba katmalıyız…
Van'a yaz gelince yollara merhamet iner, ufukları hasret yüklü sevdalar bürür, meyve yüklü dallar yere eğilirdi. Kırlarda otlar biçilirken tayalar konik dikilir, Çaldıran Ovası'nda rüzgârlarla yarışırdı atlar.
Gök kubbemizin altındaki yaz günlerinde, İskele yolu üzerindeki TRT Kampüsü'nün arkasındaki göz alabildiğine uzanan çayırların üzerinde antrenman yapmak ve futbol maçları oynamak, unutulmazdı.
Ramazan ayının yaza denk geldiği zamanlarda Hacı Davut ve Hacı Hüsnü Camiinde teravih namazlarını huşuyla kılmak dünya ve içindekilerden daha kıymetliydi.
Yaz gelince Van''a; Şerefiye, Hafiziye ve Mercimek Mahallesinde hayat masal gibi olurdu. Rengârenk bağlar-bahçeler hayal gibiydi. Cevizin yeşili, ayvanın sarısı, elmanın al yanaklısı ve karpuzun çizgilisi vardı.
Amma ve lakin “Bir mevsimi olurdu” Domatesin, üzümün, salatalığın ve armudun!
Kanaldan akan kehriz suları; akşamın huzuru, gecenin şırıltısı, sabahın ise nuruydu. Kavak ile söğüt dallarında kuşlar öterken, havaya yayılırdı tandırda pişen ekmeğin kokusu. Bir başka olurdu bizim illerde baharın, yazın tadı…
Hızır Aleyhisselam gelir mayalardı sanki sütleri, lezzet katardı yoğurda, kaymağa.
Bilinmezdi bizim ellerde derdin-marazın adı, şimdi kaldı mı etin, balın, çörek ile eriştenin tadı?
Van'ın efsane çırpaçlarından biri olan Rahmetli Fikri ağabey; Allah'ın yeryüzündeki en büyük nimetlerinden olan suya ömrünü adamıştı! Gönül ehli ve halden anlayan biriydi.
Şerefiye Mahallesi'nde kanaldan akan kehriz sularını bahçelere taksim ederken sükûnet sevdaları inerdi ufuklara yavaş yavaş!
Ağaçlar ile meyveleri, sarı kişmiri güller, dallarda öten kuşlar, tarladaki gelincikler ve çayırdaki ibibikler seni tanır, seni severdi.
Mellaki armutlar, aslik, pamuk, bey ve cebe sığmaz elmalar ile mor alolar seni ve bisikletini özler!
Şerefiye Mahallesi sakinleriyle beraber Havz-ı Kevser'den su içersiniz İnşaallah.
Makamın ali, mekanın cennet olsun…
Yaz geldiğinde merhum Cevdet Yaşar ve merhume hanımı Saime teyzelerin bahçesinde sanki meyveler hiç bitmez gibiydi. Bu işin sırrını çocuk aklımızla çözmemiz mümkün değildi.
Ömrümüzün üzerinden epeyce bir yaz geçip de yaş kemale erince okuduğum bir Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz- Aleyhiselam'ın- şöyle buyurduğunu ve işin sebebi hikmetini anlamış oluyordum.
“Kulların sabaha erdiği her günde iki melek semadan iner ve şöyle dua ederler;
Birincisi şöyle dua eder;
<>
Diğeri de şöyle dua eder;
<>”
Şimdi düşünüyorum da; “-O bahçedeki meyveler olgunlaştıkça lengerilerle komşulara dağıtılırdı. Sunay ile Songül'ün getirdiği kaysılar, vişneler, elma ve diğer meyveleri ev sahiplerine dualar ederek yerdik.”
Demek ki Rahmetli Saime teyzenin bahçesindeki meyveler bunun için hiç bitmiyor ve bereketleniyormuş!
Allah –Zülcelâl- hepimizi böyle cömert müminlerden eylesin. Cennet meyvelerinden yemeyi de onlara nasip etsin…
Geçmekte olan yaz günlerinin ümmet-i Muhammed ve Van halkı için; af ve afiyete, şifa ve rahmete vesile olmasını niyaz ediyorum…
TARİHTE VAN LAHANASI
Lahanayı Birde Evliya'dan öğrenelim…
Evliya Çelebi'nin de lahana için söyleyecek birkaç sözü vardır elbette. İstanbul'da sebzeci esnafının dört yüz dükkânında, beş yüz neferden oluştuğu ve tahtı revanlar üzerinde salatalık, maydanoz, kereviz ve lahana gibi sebzeleri sattıklarını anlatır.
Evliya'ya göre lahanaların en irisi ve makbulü, fil göbeği kadar büyük olan Van lahanasıydı. Balkanlarda ve Macaristan'da gördüğü kapuska tabir edilen lahanalar ise Van'da ki kadar büyük olmasa da yinede mehteran takımındaki davul kadar vardı.
Bugün beyaz lahanadan yapılan yemek olarak bildiğimiz kapuska, Slav dillerinde beyaz lahana anlamında kullanılırdı.
Evliya Çelebi bu kapuska için;
” Kazan kadar kelle olup bütün yaprakları güllaç yaprakları gibi perdir.” der.
Boşnaklar kapuskayı çok seviyorlardı ve Boşnakçada lahana turşusu manasına da geliyordu. Anlaşılıyor ki kapuska, bize Balkanlar'dan miras kalan bir lezzet…(YEDİKITA Dergisi Mayıs 2021 /sayı 153)
Ey Yüce Rabbim! Bereketli yağmurlar gönder, bizleri susuz bırakma ne olur. Âmin.
Sağlıcakla kalınız.