VAN'IN UNUTULMAYAN LEBLEBİCİSİ REFİK AKBAŞOĞLU

Ümit Kayaçelebi yazdı...

Sevgili dostlar hani bazen böyle geçmişi hatırladığımızda bir de bakıyoruz ki şu şehrivandan kimler gelmiş kimler geçmiş!

O gelip geçenler Van'ın ilkleriydi Van'ı inşa edenlerdi, Van'a hayat verenlerdi. Biz onlarla yaşadık onlarla büyüdük. Onlar bu fani alemden göçüp gitseler de bu gün eski kuşak olan bizler onları asla unutmadık. Hala hatıraları taptaze.

İşte o unutmadıklarımızdan biri de rahmetli Leblebici Refik Akbaşoğlu idi. Bahçıvan Mahallesinden komşumuzdu o bizim leblebici amcamızdı. Her okula gidişte geliş onu görür cepte paramız varsa paramız kadar leblebi veya çekirdek alır eve giderdik.

Bu gün aklıma geldi yazmadan da edemezdim. Bizim evimiz Eski Ziraat Bankası Sokağında idi. Ben de Atatürk İlkokulunda okuyordum. Rahmetlinin Leblebici Dükkanı tam da bizim okul güzergahımızda bulunması dolayısıyla Refik amcayı görmeden geçmek de mümkün değildi.

O zamanki Dikici Otelinin alt katındaki dükkanı iki bölmeden ibaretti. Bir tarafı satış yeri olarak kullanılırken arka tarafta da leblebi ve diğer çerezlerle alakalı imalat işleri yapılmaktaydı. Kendisi işiyle bizzat ilgilendiği gibi kendisi ve oğulları da imalat işini bilir ve yaparlardı. Hatta çoğu zaman Rahmetli İrfan Altınbaş ta imalatta işyerinde çalışırdı. Onların ellerinde elekle leblebiyi elekte salladıkları hala gözlerimin önündedir.

Mekanı çok lüks değildi ama ne ararsanız vardı. Zaten biz çocukların aradığı tek şey de leblebiydi. Çoğu zaman harçlığımız az olurdu eh o zaman ne yapalım ver Refik amca bana 5 kuruşluk leblebi. Refik amca o zaman terazide tartardı ya külaha koyup verirdi veya aç derdi ceketinin cebini ve çerez küreğiyle kırık leblebiyi veya çekirdek her neyse cebimize boca ederdi.

Ne yapalım o zaman 5 kuruş 10 kuruş 25 kuruş 50 kuruş 1 lira kıymetliydi. Hatta iki buçuk kuruş bile işe yarıyordu. Leblebi kırık olunca ağız bağız cebimizi dolduruyordu. Bu da bizi mutlu ediyordu.

Bazen de her zaman dediğimiz gibi sağlam leblebi alıyorduk ondan sonra alıyorduk havanda bi güzel dövüyorduk sonra içerisine biraz toz şeker koyuyor ve karıştırdıktan sonra tabağa koyup çay kaşığıyla kemali afiyetle yiyip oğ ne ğoş Oğğğeşşş diyorduk.

Biz zaten kırık leblebi sağlam leblebi çekirdek dışında diğer çerezleri hiç bilmedik ki. Onlar da yetiyordu bize. Bazen o yıllarda Arı bisküvi, Ülker, Eti bisküvilerinden tane ile alır arasına lokum koyup yerdik. Bisküvi kutuda tane ile satılıyordu, lokum da öyle. Hatta kavanozda akide şekeri satılıyordu onu da tane ile alıp bele ağzımızda eme eme zevkle keyifle yerdik.

Valla ğoştu o zamanlar. Bazen paramız olmazdı evde zamanı gelip geçen dergi kitap ders kitaplarını getirir leblebici amcaya kilo işi satardık o da bize para kadar leblebi, çekirdek, şeker vs. verirdi ve fit olurduk. Tezgahın bir tarafında büyüklü küçüklü hazır külahlar olurdu ve Müşteri geldiğinde gramına göre o külaha bırakır ağzını kapatıp verirdi. Tabi paran çoksa çok alacaksan ona göre de kese kağıtları hazırda dururdu.(Daha poşet icat olmamıştı)

Zaten evi de hemen emek sinemasına giden ara yolun üzerindeydi. Biz de çocuklarıyla samimi idik onlar da bizi tanırlardı. Bu işte babasının vefatından sonra rahmetli Sayim çok uğraştı o da vefat edince işin başına Memet geçti. Şu anda babasının mesleğini icra eden Mehmet akbaşoğlu var ve Akbaşoğlu leblebi Van'da bir marka.

İşte bele dostlar bu gün yine efkarlandım Refik amcayı hatırlayınca. Ama neylersiniz ki hayat kimseye baki değil. Kalan sadece anılar. Yazımı sonlarken o altın dişli her zaman gülümseyen suratıyla Mardinli Refik Akbaşoğlu amcamızı ve oğlu Sayım Akbaş oğlunu rahmetle ve hayırla yad ediyorum

Bu arada yıllarca yediğimiz leblebi hakkında kısa bir bilgi sunarak yazımı noktalıyorum. Bazı tarihi kaynaklarda yer verilen bilgilere göre, nohudun işlenmesiyle elde edilen kuruyemiş türü olan leblebi, ilk kez Şeyh Murat Gazi tarafından 1370'li yıllarda bulundu. Nohudun ısıtılıp bekletilmesini keşfeden Şeyh Murat Gazi'nin bulduğu leblebi üretimi, kısa sürede Anadolu'ya yayıldı.

Kabri İstanbul'da bulunan ve ''Leblebicilerin Piri'' diye anılan Şeyh Murat Gazi'nin icat ettiği leblebinin üretimini, onun vefatından yaklaşık 180 yıl sonra bir Arnavut ustadan öğrenen Tavşanlılı ustalar, bu kuruyemişi Tavşanlı'da üretmeye başladı. 19'uncu yüzyılda Tavşanlı'da yaygınlaşan leblebi üretimi, Cumhuriyet döneminde de ustalarının sayısı artarak devam etti.

Leblebi, nohudun günler süren uğraş sonucu terbiyesiyle özel fırınlarda kavrulmasıyla elde ediliyor. Bu işlem sırasında nohut 3 ayrı günde 3 kez ''tavlama'' diye bilinen ısıtılma işlemine tabi tutuluyor. 3'üncü tavlamadan sonra bir alana serilerek dinlenmeye bırakılan nohut, bu aşamaya gelinceye kadar bir ay bekletiliyor.

Leblebi yapılacağı günden bir gün önce akşam nohutlar ıslatılarak kabarması sağlanıyor. Ertesi gün nohutlar önce tavada ısıtılıyor, daha sonra ''mafrak'' denilen ahşap aletle hafifçe bastırılarak kabukları çıkarılıyor. Bu işlem sırasında nohutların bir kısmı ikiye bölünüyor. İkiye ayrılanlar elekle bütünlerden ayrılıyor. Bölünenlere ''kırık leblebi'' denilerek, bundan leblebi unu yapmak için yararlanılıyor.

Bütün olan leblebiler çeşitli şekillerde satışa sunuluyor. Bir kez daha kavrulma işlemine tabi tutulmaları sonrası sarı üstüne siyah benekli görünüm kazanıyor. Buna ''çifte kavrulmuş leblebi'' deniliyor.

Nerde kaldı o kırık leblebili günler

Vansesi Özel Haber
Yorumlar 3
Murat Serkan ÖNDER 15 Aralık 2021 15:44

Sürpriz oldu :)

Murat Serkan ÖNDER 15 Aralık 2021 15:44

Sürpriz oldu :)

Yusuf Kazak 10 Aralık 2021 20:21

Harika bir yazı... Kaleminize sağlık Üstad!

Bakmadan Geçme