Veda Durağı

Yunus Türkoğlu yazdı...

Dünya gurbetinden asıl yurdumuz olan ahret yurduna yani sılaya yolculuk hepimizin başındadır, unutmayalım! Bir gün mutlaka sonsuzluk yurduna biletimiz kesilir/kesilecek. Bir bakmışsın ki hayatın en tatlı, en debdebeli ve umulmadık yerinde 'in derler' bize! İn dedikleri yer 'Veda Durağı'dır! İnmemek elde değildir! Üryan olarak geldik ve üryan olarak gideriz! Sayılı nefeslerin bittiği, can kuşunun uçmadığı, mal ile mülkün, akademik kariyerin, rütbe, makam ve apoletlerin işe yaramadığı o günde yaratanın rahmetini ümit etmekten başka çaremiz yoktur… Çünkü veda durağımızın, ne zaman, nerde ve nasıl olacağını bilmiyoruz! O halde her daim hazırlıklı olmak akıllıca olur. Buna 'veda durağı' diyorum, bazısı 'ölüm durağı', bazıları ise 'son durak' diyor! İsmine ne derseniz deyin fark etmez! Velhasıl buna ecel, ölüm veya emaneti sahibine teslim etme demek en doğrusu olur kanaatindeyim...

İkindi namazını kıldıktan sonra camiden çıkmak üzereydik, komşumuz Mehmet amcanın mahdumu Servet kapıdan girdi ve Sadrettin hoca ile konuşmaya başladılar. Hasta olan pederinin vefat ettiğini ve salasının okunmasını istiyordu. Bizler bu konuşulanlara kulak misafiri olduk ve akabinde camiden çıktık.

Rahmetlinin evi camiye yakın olduğundan dolayı kapı önündeki kalabalığı görmüş, ağlaşmaları duymuştuk. Özellikle kerimeleri Mürüvvet ve Kıymet ablaların ağlaması hüzünlüydü! Biraz sonra sala okununca hasta ve yaşlı olan Mehmet amcanın vefat ettiğini tüm mahalleli öğrenmiş oluyordu. Salada cenazenin akşam namazına müteakip Garipler Mezarlığı'na defnedileceği belirtilmişti. Mahallemizden değerli bir şahsiyetin daha darı bekaya irtihal ettiğini duyunca müteessir olmuş, çok üzülmüştük. Ve bir yıldız daha kaymıştı!

Akşam namazından sonra defin işleminin yapılacak olması beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Kış mevsimindeydik, yerde en az yarım metre kar ve oldukça soğuk bir hava vardı. O güne kadar gece defin işlemine hiç rastlamamıştım. 'Neden gündüz beklenilmedi?' Sorusunu soracak yaşta ve konumda değildik! O yıllarda Ortaokul öğrencisiyiz, cenaze sahiplerine veya camideki büyüklere böyle bir soru sorma lüksümüz yok gibiydi…

Akşam namazına gidince cenazenin son cemaat yerinde olduğunu gördük. Yanında oğlu Servet ve diğer yakınları vardı. Akşam namazından sonra cenaze namazını kılıp kapıda bekleyen cenaze aracına mevtayı bıraktıktan sonra belediye otobüsleriyle mezarlığa doğru yola koyulduk. Normalde bizlerin orada olmaması gerekiyordu! Ben cami gurubundan olduğum için şanslıydım ve diğer arkadaşlar için Sadrettin hocamıza;'-Birkaç kişi gelebilir miyiz?' deyince kabul etmişti. Orada olmak bizim için bir keşif, bir macera ve bir gezi mahiyetindeydi! Yıllar önce yaşadığımız bu olayı anlatmak tekrardan o günlere dönmemize vesile olacaktır!

Otobüse bindik, herkes sıkıca giyinmişti, kalorifer sürekli sıcak hava üfürüyordu. İçerisi oldukça soğuktu. Birkaç arkadaş sağ tarafta arka kapının yakınında oturmuştuk. Çocukluk bu farkında olmadan konuşup gülüşmelerimiz oluyordu! Büyükler bazen elleriyle 'sus işareti' yapıyor, bazen dönüp çatık kaşlarıyla bize bakıp 'susun' diyorlardı sanki... Camlar buzlanmıştı dışarısı görünmüyordu. Tekerleklerin yoldaki buzları ezerek ilerleyişini duyuyorduk.

Kışla Caddesi'nden Belediye Garajı'nın köşeden dönüp Erek Dağı ve Garipler Mezarlığına doğru yol almaya başlamıştık. Birazdan camlardaki buzlar çözülmüş buğulanma başlamıştı. Buğulu cama bir şeyler yazıp-çizmek sonrasında kolumuzla silip dışarıyı ve puslu ışıkları izlemek harika bir duyguydu! Yeni yapılmaya başlanan Sosyal Konutlar sağımızda kalıyor, sola dönüp az ilerledikten sonra mezarlığın önündeydik. Cenaze aracı epeyce bir manevra ve patinaj yapıp arada büyüklerin itmesiyle kapıdan içeriye zar zor girebilmişti! Biz ve öndeki otobüste olanlar yolda inmiştik. Yürüyerek kapıdan girip kuzey batı tarafına doğru yöneldik…

Rakım yükselmiş, Erek Dağı'na biraz daha yaklaşmıştık hava çok soğuk, tertemiz ve yerde diz boyu kar vardı. Karların üzeri en az on santimetre kaymak tutmuş vaziyetteydi. Ay ışığında donan kar taneleri yakamozlar gibi parlıyordu. Müthiş manzara azda olsa hüznümüzü dağıtıyordu.

Batmadan yürüyebilir miyim diye karların üzerine basıyorum? Ne çare, her adım atışımda üsteki tabaka hart diye kırılıyor ve göbek boyuna kadar karların içine gömülüyordum… Çok güzeldi…

Sağ tarafta duvara yakın bölümde mezar kazılmıştı. Aracın far ışıkları, evden getirilen lüx ve fenerlerin yardımıyla cenaze mezara koyuldu. Dualar okunurken mezarın üzeri kapanmaya başlanmıştı. Ölümün acı gerçeği içimize çökmüştü. Merhum Mehmet amca karlı bir kış gecesi hayata veda etmişti. İşte burası onun veda durağıydı. Artık ameliyle baş başa kalmış, bizlerde dönüş hazırlığına başlamıştık. Meknın cennet, makamın Firdevs olsun…

Allah'a emanet olunuz…

Bakmadan Geçme