Ya çok sert bir ateist olacaktım ya da sağlam bir mümin

Başbakan Davutoğlu, lise ve üniversite hayatı boyunca yüzleşmeler yaşadığını söyleyerek, 'Bu yüzleşmeler ve tartışmalar sonunda ya çok sert bir ateist olacaktım ya da sağlam bir mümin' dedi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Habertürk gazetesine verdiği röportajda, 1 Kasım'da yapılacak genel seçimlere 'AK Parti için 'köprüden önce son çıkış'' denilip denilemeyeceğiyle ilgili soruyu yanıtladı. Davutoğlu, buna ek olarak, 'Stresli misiniz?' denilmesi üzerine, 'Hayır, böyle bir şey söz konusu değil. AK Parti daha önce pek çok sınavdan başarıyla geçti. 1 Kasım'dan da başarıyla çıkacağız' dedi.

'Tek başına iktidar olamama endişeniz var mı?' sorusunu ise Başbakan şöyle yanıtladı:

'Hayır, yok. Biz gereğini yaparız ama nihayetinde takdir milletin. 7 Haziran'da da söylediğim gibi eliniz­den geleni yaparsınız. Esas olan milli iradedir, ona da saygı gösterirsiniz.'

Habertürk gazetesinden Kübra Par'ın Davutoğlu'na yönelttiği bazı sorular ve Başbakan'ın yanıtları şöyle:

AK Parti'nin geldiği noktadan memnun musunuz? AK Parti'yi son yıllarda kutuplaşmayla, otoriterleşme, medyaya baskıyla, yolsuzluklarla ilişkilendiren eleştirilere ne diyorsunuz?

Ortak akıl, tevazu, yolsuzlukla ve yoksullukla mücadele… Bu değerler bizim için gerçekten önem­lidir. Farklı fikirlerin ifade edilmesi hususunda her zaman açık ve net tavrımı sürdürdüm. Ama şunu da göz ardı edemeyiz; AK Parti sadece ideolojik değer­ler üzerinden kurulmuş bir parti değil, aynı zamanda bir kitle partisidir. Kitle partilerinde her tür insan ken­dine yer bulabilir. Bu esnada halkın yanlış algılama­sına sebep olan davranış biçimleri de gelişebilir. Güç sahibi olduğunuzda, normalde o hareketin içinde olmayacaklar da o hareketin içine girmeye çalışır. AK Parti içinde yanlış yapanlar olabilir. Önemli olan, yan­lış yapanların partinin ana omurgasını oluşturmaması ki böyle bir şey de zaten söz konusu değil.

İktidara yakın medyadaki bazı köşe yazarla­rının ya da kimi sosyal medya hesaplarının söy­lemlerinin sizi de rahatsız ettiği oluyor mu?

Yanlış olan şeyin yanlışlığı, söyleyen kişiye göre değişmez. Yanlış kim tarafından yapılırsa yapıl­sın yanlıştır. Bir dönem AK Parti'ye ağır eleştiriler yaptıktan sonra AK Parti'ye yakın bir tavır ser­gilemeye çalışan birisi, eğer gerçekten samimi bir değişim yaşıyorsa bu takdire şayandır. Ama üslupta, yöntemde yanlış yapanlar, tevazu, hoş­görü gibi değerlerden uzaklaşanlar varsa, onlar ister eskiden beri AK Parti'de olsun, ister yeni gel­miş olsun, yaptıkları yanlıştır. Yanlış olarak görül­mesi gerekir… Ben kullanılan dilin, söylenen söz kadar değerli olduğunu düşünürüm. Bu konu­larda özgürlükçü ve müsamahaya dayalı anlayışın muhafaza edilmesi çok önemli…

'SORUMLULUĞUM OLMASAYDI KIRILABİLİRDİM'

Son dönemde parti içinde bazı gruplaşma­lar yaşandığı söyleniyor. Partinizde gizli bir güç savaşı mı var?

Genel Başkan olduğumda kendime 3 hedef çiz­miştim. Birincisi, ne olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın, şahsi hesaplara aldırmadan partinin birli­ğini koruyacağım. İkincisi, 7 Haziran seçimlerinden sonra ülkenin yönetiminde bir boşluk oluşmasına izin vermeyeceğim. Üçüncüsü, sorunların çözül­mesi ve yeni bir vizyon belirlenmesi için çabalayaca­ğım. Şimdi dönüp baktığımda kendime çizdiğim bu çerçevenin içinde kaldığımızı düşünüyorum. AK Parti kendi içinde yenilenerek, tazelenerek, güçlenerek yola devam ediyor.

Peki, bu süreçte kırıldığınız oldu mu?

Eğer ülkeyi yönetme sorumluluğum olmasaydı o zaman belki şahsen kırılabilirdim, ama şu durumda şahsen kırılmaya hakkım olmadığını düşünüyorum.

Ya AK Parti içinden 5. parti çıkacağı iddiası?

Bu Bahçeli'nin fantezisi. Kendi partilerindeki tartışmaları, örtbas etmek için dikkatleri başka yöne çekme çabası…

‘YA SERT BİR ATEİST OLACAKTIM YA DA SAĞLAM BİR MÜMİN'

Solcu arkadaşlarınızla hâlâ görüşüyor musunuz?

Evet. 15 gün önce aradılar. Hem hasret gidermek istediler hem de ülkemizdeki ortamla ilgili aktarmak istedikleri varmış, konuşmak istediler. Oturduk, birlikte yemek yedik. Orada 30 yıl öncesine gittik. Hepimiz sınıf arkadaşıydık o masanın çevresinde. Ne ben Başbakandım ne onlar doktor, işadamı ya da başka bir meslek. Birbirine ismen hitap eden insanların verdikleri güven duygusu başkadır. Sağcı ya da solcu bütün arkadaşlarıma tatlı bir hatıra olarak bakıyorum. Lisedeyken sağdan ve soldan arkadaşlarımız çatışmalarda hayatını kaybetmişti. Hepsi de bu ülkenin daha bağımsız, daha onurlu olması için mücadele etmişti. Düşünün daha lise yıllarında bile bu tür çatışmalar yaşanıyordu.

Sonra Boğaziçi yılları başladı...

Üniversiteye başladıktan bir hafta sonra “Biz seni tanıyoruz. Burada lisede yaptığın faaliyetleri yapamazsın” tehdidiyle karşılaştığım liberal bir ortam düşünün! Gençlik hareketi liderleri olarak biliniyorduk. Aslında annem o dönemdeki gelişmelerden kaygılanıp Almanya'da okumamı istiyordu. Oysa ben Boğaziçi'ne sadece okul okumak için değil, fikri bir hareket için gittim.

Neydi o fikri hareket? İslamcı kuşağın Boğaziçi'ndeki altyapısını kurmak mı istemiştiniz?

Evet, ama bu şimdi anlaşılan şekliyle bir İslamcılık değildi. Fatih Camii'nde, sokaklarda, sahaflarda hissettiğim şeydi.İstanbul 'un özü İslam'dı. Bütün lise hayatım bu yüzleşmeyle geçti. Bir yandan Marksist literatürü diğer yandan diğer ideolojilerin eserlerini okuyorduk. Tarihi ve diyalektik materyalizmi gözden geçiriyordum. Sürekli tartışıyorduk. Bu yüzleşmeler ve tartışmalar sonunda ya çok sert bir ateist olacaktım ya da sağlam bir mümin... Vasat olma şansım yoktu. O gerilimi öylesine içeriden ve yoğun bir şekilde yaşamıştım ki bir gün “Biri bana Allah inancımdan daha kuvvetli bir şekilde varoluşumu anlamlandıracak bir şey söylesin, ona inanacağım” demiştim. Hayatımı değiştiren ve ruhuma yön veren husus Esma-ül Hüsna oldu. Allah'ın güzel isimleri üzerinden bir varoluş alanı oluşturup kendi varoluşumu anlamlandırıyordum. Boğaziçi o zamanlar sağlam entelektüellerin olduğu bir ortamdı. Öğrenciler arasında ideolojik ayrışmalar olmakla birlikte ortak bir kültür atmosferi vardı. Cemil Meriç, konuşmalar yapardı.

Bakmadan Geçme