Zaman akıp gidiyor
Pazarlardan bir Pazar, Şubatlardan bir şubat, yıllardan bir yıl.
Pazarlardan bir Pazar, Şubatlardan bir şubat, yıllardan bir yıl.
Tıpkı bütün diğer öncekiler gibi.
Zamanın dokunarak eşsiz kıldığı dünden bugüne, bugünden yarına uzanan süreçteki bir başka an.
O her aklın kendine göre resmini çekebildiği ama hiçbir aklın ve gücün durduramadığı akışın bir bölümü. O aynı saniyede çekilmiş olsalar dahi hiçbir aklınkinin bir diğerininkine benzemediği anlar dizisinden bir halka.
Bugün Pazar ve ben akıp giden zamana, yaş ve sağlık durumlarına göre ışığı artan, ışığı azalan; doğup büyüyen, yaşlanıp sessizce ve sırasıyla silinen insanların ön planda yer bulduğu sahneye bakıp yaşam denen şeyi düşünüyorum.
Düşünceler, anılar, ezberler, yorumlar birbirine kapı aralıyor.
Uzaktan, yakından sesler geliyor kulağıma.
İnsanlar, evlerinde, işyerlerinde, cadde ve sokaklarda, araçlarında ve diğer her yerde konuşuyorlar.
Benim oğlum, senin kızın, ötekinin babası, annesi, iş, ekmek, düğün, bebek…
Bizim parti, sizin parti; bizim takım, sizin takım, bizim memleket, sizin memleket…
Bizim işyeri, sizin işyeri. Bizim müdür, sizin ustabaşı, bizim çalışan…
Bizim apartman, sizin araba, onun tarlası, bahçesi, traktörü, şunun fiyatı, bunun fiyatı.
Falancanın makamı, filancanın unvanı, berikinin nüfuzu, gücü ya da sefaleti.
Kovid 19, sağlık çalışanı, mutasyon, uzaktan eğitim, ekonomi, Kobi, destek, teşvik, tatil…
Kulak verip nasibim olan kadarını alıyorum. Yeri, vakti gelince seslere ben de sesimi katıyorum.
Bugünü kavrayabildiğim kadar kavradıktan sonra olduğum yerde durmuyorum. Kopup geçmiş zamanlara gidiyorum.
Yüz yıl önce de, iki yüz yıl önce de, bin yıl önce de, bu topraklarda ya da başka yerlerde, farklı gündemlerle, dillerle, sözcüklerle insan türünün kendi zamanları anlamında benzer şeyler söylediğini işitir gibi oluyorum.
Bireylerin ve toplumların yaşamlarında dengeli ve düzenli dönemlerin yanında, aniden düşen ya da yükselen borsa grafikleri gibi zikzak yapan zamanların da olduğu ve olacağı gerçeğiyle de yeniden yüzleşiyorum.
*
Doğrularıyla yanlışlarıyla aklımdakiler beni iki kitabın rehberliğinde bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. O kitapların biri 1915'i yaşamış bir Van muhacirinin anıları esas alınarak Hikmet Ilgaz tarafından roman tarzında yazılmış olan 'Şark Yıldızı, Esir Cami Müslümanları' kitabı, öteki de yakın zamanda okuduğum OksenTeghtsoonian'ın kaleme almış olduğu 'From Van to Toronto: A Life in TwoWorlds(Van'dan Toronto'ya: İki Farklı Dünyada Bir Yaşam' adlı anı kitabı.
Kitaplar bulunduğumuz ülkede ve şehirde yaklaşık yüz yıl önce savaşın gölgesinde bir yıkım yaşandığını; sıradan insanların kendi halinde akıp giden yaşamlarının beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan dünya savaşı ile kısa sürede altüst olduğunu; muhacirliklerin, açlığın, sefaletin, hastalıkların, ölümlerin beklenmedik bir şekilde toplumların kapısına dayandığını anlatıyor.
Kitapların birinin yazarı Müslüman bir Türk, ötekisinin yazarı da Hıristiyan bir Ermeni, ancak ikisinin anlattığı da farklı yönlere giden yollarda yaşanmış, zamana yayılmış birer sefalet, yokluk, perişanlık öyküsü.
İki kitap da, o kırılma vakti gelinceye kadar iyi kötü birlikte yaşayan ve bunun hep böyle gideceğini düşünen insanların, dünyayı paylaşma ve Osmanlı Devleti'ni parçalama, hesapları yapan başkalarının başlattığı bir savaşta, nasıl savrulduklarının hikyeleriyle dolu.
O hikyeler, tarihten ders almasını bilenlere çok şey anlatıyor. En küçük özürlü bir beyinden, en büyük organize, çıkarcı ve insanlık vicdanı anlamında sorunlu bir üst akla kadar büyüklükleri değişen kimi yıkıcı odakların, duruma göre uzaktan yakından devreye girerek, şehirlerin, insanların yaşamlarını uzun süre olumsuz etkileyebileceklerinihem anımsatıyor hem öğretiyor.
O kitaplar bizlere tarihin tekerrür ettiğini de hatırlatıyor. O anlamda bizleri gelecekteki muhtemel yıkımlara, sıkıntılara karşı uyanık ve birlik halinde olmamız için uyarıyor.