Zehra Nenemin leylakları
Yüksek denizin ayakuçlarına serpilmiş yeşil ve mavi şehrimizin Mayıs ayı ters lalelerin çoğaldığı, zeringadehlerin ağaç diplerinde kümelendiği ve leylakların çiçek açtığı aydır
Leylaklar açtı mı bahar gelmiş, üç tekerlekli arabaların üzerinde dağlardan derilip getirilmiş uşkunlar çoğalmış demektir.
Kar ve buzu sırtından attı mı, Erek dağının beyazı laciverde dönüşmeye başladı mı, tabiat ananın tekmil çiçekleri yeni mevsimin bahar olduğunu muştular.
Köylü pazarının paket taşlı caddesi küçük camiinin yanı başından Bahçıvan Mahallesine açılır. Ve sizi bir zamanlar kerhiz suyunun bir kolu olan arkların faytoncular mahallesine götürür. O mahalle halkı Siirt'ten göz edip gelmiş hemşerilerimizin sayıca çokça olduğu mahalledir. Henüz taksilerin parmakla sayıldığı o günlerde bu hemşerilerimiz faytonculukla geçimlerini sürdürürlerdi. İşte o faytonlardan bir kaçının arka arkaya durduğu, atlarının tımar edilip, arabalarının temizlendiği su kanalının hemen karşısındaydı Zehre Nenemin evi.
Kenkan Settar Dedemle mutlu yaşamları vardı. Aslında Zehra Nenem, anneannemin anasıydı. Ama biz ona nene derdik anam da büyük ana diye hitap ederdi.
Her Perşembe günü anacığım kucağında kıvırcık başlı Ümit Kardeşim ve bir yanında Melek bacım bir yanında benle giderdik Zehra Nenemin evine. Kocamış kadıncağıza el verirdi Güler anam… Evini temizler, yatak yorganını havalandırırdı. Ancak kocamış haline rağmen Zehra Nenem o çok sevdiğimiz sarı yağdan yapılmış şorvayı (lütfen dikkat çorba demiyorum şorva) pişirirdi. İçine özenle doğranmış etleri didikler ve kırmızı pul biberle rengini koyu kırmızıya dönüştürürdü.
Settar Dede de sanki şovranın kokusunu ta çarşılardan almışçasına çıkar gelir, koltuğundaki lavaş ekmekleri yer sofrasına sererdi. Anamın temizlediği yeni derilmiş yeşil soğanlar da Zehra Nenemin toprak köhne duvarla çevrili ulu leylak ağacının dibindeki kerdinin ürünü olurdu.
Şovranın konulduğu derin kaplara Settar Dedenin getirdiği lavaşı doğranır ve Zehra Nenemin şükür duasıyla yenirdi.
Zehra Nenem leylak ağacına bir çocuk gibi özenir bakardı. Konu komşusunun:
“Nene bir dal koparıp ver.” Dileklerine:
“O zaman sizde bana bir kulağınızı verin balam.” Derdi. Ve tek dalına dokundurmaz, kıymazdı. Öyle olduğu içindir ki Bahçıvan Mahallesinin faytoncular sokağına yaklaşıldığında Zehra Nenemin leylak ağacının mis kokusuyla karşılanırdı. Eğer faytonlar olmasaydı mutlaka o sokağın adı Leylak Sokağı olarak anılırdı.
Leylak ağacı geçmişiyle barışık insanlara benzer. Onların anıları nasıl öylesine köklerine uzanırcasına ve güzelse, leylak ağacının da kökleri geçmiş zaman köhne evlerinin huzur veren avlularının mavi ve pembe arasında gidip gelen nazlı bir süsü büyüleyiciliğindedir.