Kültürün ve dinin karması olarak doğan çocukların yetişkinliklerini yaşadığı bu dönemde, onların arada kalmışlığını, tercihsizliklerini, maruz bırakıldıkları ve yoksun olduklarıyla bir boşlukta kaybolmalarını izliyoruz. Ne sağın ne de solun çocukları oldular. Tam bir devrim anında doğup hiçbir ideolojiye bağlı kalamayıp kendi bildikleri üzerinden yeni bir yol çizmeye çalıştılar, çalışıyorlar. Her defasında bir öncekinden da ha zor olduğu inkar edilemez bir gerçek. Çünkü öncekilerin ayak izleri o kadar derin ve sağlam bir şekilde atılmış ki, atılan adımların yanlışlığını dile getirmek aforoz edilmeye yeterli bir gerekçe olarak görüldü ve görülmeye de devam ediliyor. Ne tarlada çapan yapabilecek gibi yetiştirildi ne de tuttuğu kalemi çalıştıracak kadar olanak verildi. Dinci çiftçi babanın, okuyan dini anlamayan çocukları oldular. Bundan dolayı yanlış dinin yanlış yorumlamalardan kaynaklanan sonuçlara bakmak gerekiyor.
İnançtan yola çıkalım; dört temel kutsal kitaptan birinin sahipliğini yaptığı inancımızdan, İslam’dan ve İslam’ın kültürün baskısıyla nasıl yoğrulup, herkesin kendince kutsallaştırdığı anlamlarına da değinmek istiyorum.
Ben hacı hoca değilim, çok detayını bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla İslam’ın kul hakkı yiyip başı secdeden kalkmamakla olduğunu hiç mi hiç sanmıyorum. Çünkü İslam’ın bu kadar basit olduğunu düşünmüyorum. Ne parayla alınan bir iman olduğunu nede erkeklere bahşedilmiş bir yüceltme şekli olduğunu da zannetmiyorum. Allah’ın varlığını evrene bakarak görebilen Hz.İbrahimin soyundan gelen inanca bakarak da dinin bu olmadığını söylemem için bin ciltlik kitaplar okumam gerekmiyor, ki o kitaplarda bu saydıklarımı süsleyip püsleyip ibadetin sadece iki rekat namazdan ve tutulan oruçtan ibaret olduğunu söylediğini de düşünmüyorum. Zekanın ev sahipliğini yaptığı inancın şimdinin sorgulanamaz gerçekliğe bürünmüş oluşu tabi ki sorgulamaya çalışanlar için tam bir araf oluyor.
Mevlana’nın İslam’ın hoşgörüsüyle ‘’ne olursan ol gel’’ cümlesinden, Yunus Emre’nin ‘’ Bir kez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil.Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil’’ insanlık cümlesine uzanan yolculuğun şimdinin menfaatler savaşına dönüştüğünü gördükçe hem inandığımız değer ve inançlara hem de kültürümüze yapılan katliamı esefle izliyoruz. İnsana değerden, insanı harcamaya dönüşen bir yapının doğuşu ile mevcut durumu arasındaki fark uçurum kadar olunca maalesef ki görmemezlikten de gelinemiyor. Belki bundandır ki bahsettiğim kuşak tutunabilmekte bu kadar çok zorlanıyor.
Tamda bu nokta başta bahsettiğim neslin nasılda kaybolduğunu anlatıyor. Eli kalem tutup ekmek tutamayan nesle, inancın yanlış yorum yolunda ekmek verilmeye çalışıyor olunması kaybımızın her yönde ne kadar derin olduğunu gösteriyor bize.
Aynı jenerasyonun ekmek davasına harcandığı inançtan uzak, kültüre asi oluşları da belki doğal karşılanmalı. Ama bence herkes körü körüne bağlı olan atasını, sorgulamayan anne babasını ve şimdi var olan açlığı gönül rızasıyla kabul eden kendisini suçlasın. Herkesin çözümü kendi içindeki inancındadır, başkasının gösterdiklerinde değil.
Arafta kalmak kesinlikle doğru bir tespit ama unutmayalım ki bu çocukları bu belirsizliğe iten şey sistem ve bunu çok güzel başardılar