Babaannemin şefkatle yaktığı kına
İnsanoğlunun en eski sanatlarından biri olduğu bilinen kına çağlar boyunca süregelen geleneklerimizin bir parçası olarak yerini almıştır. Türk kültüründe adanmışlığın sembolü olan kına yakma bazı olayların ritüeli olmuştur. Kullanıldığı hemen her kültürde, evlilik, doğum ve ölüm ile ilişkilendirilmiştir.
İnsanoğlunun en eski sanatlarından biri olduğu bilinen kına çağlar boyunca süregelen geleneklerimizin bir parçası olarak yerini almıştır. Türk kültüründe adanmışlığın sembolü olan kına yakma bazı olayların ritüeli olmuştur. Kullanıldığı hemen her kültürde, evlilik, doğum ve ölüm ile ilişkilendirilmiştir.
Kına kurban edilecek hayvana, evlenecek olan gençlere, sünnet olan oğlan çocuklarına, Anadolu`da askere gidecek olanların eline, avucunun içine yakılır.
Kınanın çağlar boyu etkisi mi yoksa öyküsü mü daha ilginç diye baktığımızda ikisinin de ilginç olduğunu görüyoruz. Bendeki etkisi yıllar boyunca süre gelen bir şefkat dokunuşunun öyküsünü çağrıştırır. Bundan dolayıdır ki hangi yaşta olursam olayım kına kokusu beni anavatanıma, çocukluğuma götürür.
Babaannemin ayda en az bir kere saçlarına ve ellerine yaktığı kınanın hazırlanışını her defasında heyecanla izlerdim. Bizde bulunduğu dönemlerde ne zaman kına yakacak olsa; kınasını annemin onun için özel alıp sakladığı kına tasında karıştırıp karardı. O çok özenle hazırladığı kınasının içine neler koymazdı ki. Bir tutam tuz, geceden ıslattığı süzüp bir bardağa aldığı karanfil suyu, ardından ceviz kabuğu ve yaprağını kaynatarak süzdüğü suya çayın demini de katarak kınasını özenle yoğururdu.
Kemik tarağı ile hazırladığı karışımı saçlarının her zerresine yedire yedire sürerken bizler etrafında oturup onu dikkatle izlerdik. Kınanın o büyüleyici kokusu tüm odayı sarardı. Özenle saçına yaktığı kınasını önce bir boneyle dikkatlice sarar üzerine de başından hiç eksik etmediği tülbendini örterdi. Kalan kınayı tasın kenarına dikkatle pay ederdi. Sırayla bizlere o ince parmaklarıyla payımıza düşen kınayı avuç içlerimize koyar, elimizi yumruk gibi sıktırırdı. Ardından parmaklarımızın üzerine de bir desinatör gibi itinayla nakış dediği küçük geometrik desenlerle süsler kondururdu. Ellerimize çoraplar geçirir kumaş parçalarıyla da bir güzel sardıktan sonra "şimdi sabaha kadar açmak yok yoksa kınanız tutmaz" diye de tembih ederdi. Ellerimiz sarılı yatağımızda uzun bir süre uyuyamaz ,sabahı zor ederdik. Günün ilk ışıklarında uyanır uyanmaz adeta paketlenmiş gibi sıkıca sarılan ellerimizi hemen açtığımızda kınanın rayihası evin her köşesine yayılırdı. Heyecanla ellerimizi yıkar ardından saatlerce parmaklarımıza verilen desenleri incelerdik. İşte bu yüzden kına bana; babaannemin şefkat dokunuşlarını hatırlatır ve her defasında yüreğime bir gülümseme düşer.