Babaların sözü hayatın özüdür
Hani babanı anlat deseler bana Öyle bir anlat ki nasıl iz bıraktığını anlayalım Bende şöyle anlatırdım
Çok çocuklu evler vardır ya… İki göz, toprak damlı… Odasında kışın her kesin uyuduğu. Ve tavandan asılan bir beşikte en son kardeşe söylenen ninniler. Biz yedi kardeştik tek bir babadan olma tek bir anadan doğma.
Babamız işçiydi… Ancak hayatı öylesine toplar, çarpar ve bizlere bölüştürürdü ki adaletin terazisi bile onun kadar hakkaniyetli ölçüp, tartamazdı.
İnanılmaz bir gazete ve kitap okuruydu. İki göz evimizde; oturup kalktığımız, uyuduğumuz, yemek yediğimiz, dost ve akraba ağırladığımız odamızda duvara oyulmuş bir kitaplığı vardı. O kitaplar babamızın her şeyiydi. Arada bir içini derleyip düzenlediğimde Hz. Ali Cenk Kitaplarından tutunuz da Esat Mahmut Karakurt'un, Kerime Nadir'in aşk romanları ve dünya klasikleri ile karşılaşırdım. Sefiller romanına babamın dolabından ulaştım.
Bir hastalığı sonrası on ciltlik Pardayanlar romanının en arka sayfasına vasiyet yazmış. Size bırakacak tarlalarım, dükkânlarım, bankada çok sıfırlı hesaplarım yok. Ama inanın Pardayanlar roman dizisi paha biçilmez bir değerdir ve o da benim mirasımdır demişti.
Pardayanlar romanı Fransız Romancısı Michel Zeveko'nun ölümsüz yapıtıdır. O romanda kahramanlıklarla birlikte sadakat, insanın birbirine güvenmesi, dostlarına sımsıkı sarılması anlatılır. Okuyunca babamın bizlere bıraktığı en büyük mirasın erdemlilik ve onur olduğunu anlamıştım.
Bir dönem çatışmalarımız oldu. O Tercüman Gazetesi okuyordu ben Cumhuriyet. O Adnan Menderes'i, Demirel'i seviyordu ben Bülent Ecevit'i.
Yılmaz Güney'in her kesin sevgilisi olduğu o günlerde siyah posterlerini almış ve en büyük oğul olarak bana ayrılan ikinci göz odanın duvarlarına asmıştım. Günün birinde o odaya girdiğinde ilk işi posterleri sökmek olmuştu.
Sessizliğim olsa da bu tavrı özgürlüğüme atılmış bu tokattı ve gururumu fena halde incitmişti. Sonra anladım ki babamın derdi özgürlüğüme tokat atmak değil beni giderek karmaşıklaşan kavga ortamına girmekten korumak içinmiş.
Zaman içinde çatışmalarımız sürdü. Ancak sırf sol düşünceye sahip olduğum bir sırada saldırıya uğramamı babam hazmedemedi. Artık kısa sürelerle olsa da onunla Türkiye üzerine söyleşebiliyorduk. Ve beklide hayatında ilk kez gönül verdiğim Ecevit'e sırf bana saldırdılar diye oyunu kullandı. Ancak şartı vardı. Hiçbir sokak eyleminde yer almayacaktım ve varsa mücadelem düşüncemle verecektim. Onun bu vasiyetine hep sadık kaldım. Asla bir sokak çatışmasında rol almadım.
Yazı hayatımı iki insana borçluyum… Birisi evimizden gazete ve kitabı hiç eksik etmeyen rahmetli emekçi babama… Diğeri de nur içinde yatsın Türkçe Öğretmenim Nazif Bayramoğlu'na.
Babamın duvara oyulmuş kitaplığı okumaya açılan büyük bir pencerem olmuş, öğretmenim de azmimi kamçılayan rüzgârım…
Hani derler ya babalar göçüp gidince çocuklar büyürmüş. Öyle de oldu… O göçüp gittikten sonra hayata dair ne varsa öğütlediği hepsi bir bir çıktı.
İnsanlara hemen güvenmeyeceksin…
Yarıştığın arkadaşlarının her zaman sana çelme takacağını unutmayacaksın.
Bencilliği ön planda tutanların en başarılı olduğun anda köstek olacaklarının hesabını iyi yapacaksın.
Paranın değiştirdiği insanlardan uzak duracaksın…
Hep ben diyen egosu hırsa dönüşmüş en yakın dostun bile olsa dikkat edeceksin derdi.
Hepsi… Ama dediklerinin hepsi çıktı! Anladım ki sadece kitaplar, dergiler ve gazeteler değilmiş insanları olgunlaştıran. Hayatın sunduğu engin tecrübelermiş. O tecrübeleri bizimle paylaşan babalarımızı unutabilir miyiz?
Ve en çok yinelediği bir söz her zaman kafamın içinde yankılanır… Çok üzdüğümüzde babamız da şöyle derdi:
"Bir gün sizlerde anne ve baba olacaksınız. İşte bizi o zaman anlayacaksınız…"
Ne doğru sözmüş…
Bir kitap içine binlerce sözcük ve tümce sığdırmaya çalışsanız bu sözün içerdiği kadar anlam yükleyemezsiniz.
Özetlersem eğer derim ki; babaların sözü hayatın özüdür.
Babamı ve babam gibi rahmete uğurladığımız tüm babaları saygı ve rahmetle anıyorum.