Babam Selahattin Başıbüyük'e mektup
Biliyormusun 28 yıldır babalar gününü sen gittin gideli kutlamıyorum. Her sonbahar ayında yerlere gazeller döküldükçe toprağı yağmurlar çiseledikçe, güneş yavaş yavaş ısısını kaybettikçe ve o uğursuz ekim ayı yaklaştıkça ruhumda sesiz ince bir sızı başlar.
Sen ki babaannemin gümüş düğmesi ve benim altın rozetimdin. Hani o kocaman ellerin ile ellerimi tutuşun, o uzun boyuna parmaklarımın üzerinde sarılmaya çalışmam ve boynunu ve yanaklarını koklayarak öpüşüm, dokunuşun pazar günleri yatak keyfimiz ve kulağımı kalbine dayayarak dinlediğim kalp atışların, senin adamlığın, senin kocaman merhametli yüreğin, senin mütevazi yaşamın ve kibarlığın...
Nasıl bir deryaydın. Hiç babanı tanımadan baba sevgisini yaşamadan bana ve iki kardeşime yaşattığın o babalık duygusu kim bilir sen ne kadar özlemişsindir hiç tatmadığın babalık duygusunu. Usulca geceler odamıza girer üstümüzü örter saçlarımızı okşar buseler bırakırdın yanaklarımıza ellerimize. Hep önceliğin de çocukların vardı.
4 Ekim 1988' bizi sensiz bırakıp gitiğinde hayatımda hiç korkmadığım kadar korktum yalnızlık hissederek panik yaşadım. Ben artık yalnızdım arkamdaki dağ erimiş uçsuz bucaksız uçurum oluşmuştu. Bakamıyordum arkama geceler ağlayarak uyanıyordum. Benim aşkım benim sevgilim benim canım yoktu artık. Hayatımdaki pusulamı, dayandığım yüce dağı kaybetmiştim.
Senin ölümünden tam bir sene sonra İstanbul'dan memleketimiz güzel Van'a geldim. Hayatını ve hayatımızı geçirdiğimiz Beşkardeşler otelinde senin odanda kaldım. Belki vedalaşabilirdim seninle, diye düşündüm. Halbuki ben senin cenazene gelmeyi camide seni tabutta yatarken görmeye tahammül edemezken nasıl vedalaşabilirdim!
Sevgili babacığım, Van'da bir kaç gün kaldım. Senin dokunduğun yerler dokundum, gezdiğin caddelerde dolaştım, oturduğun koltuklarda oturdum, otelde" Seyfi bey Sevgi'ye bir gazoz ikram et deyişin" kulaklarımda çınladı. Gözyaşlarım durmadan akıyordu. Nafile seninle vedalaşamıyordum olmuyordu yapamıyordum. Ben senden gidemiyordum. İnanki hiç gidemedim. Hep canımda, ruhumda, gezdiğim yerlerdeydin. Çünkü sen benim tam kalbimin orta yerindeydin sevgilim..
Hani ikimiz Cumhuriyet caddesinde el ele yürürken bazen oyuncak bazende kıymetli dostlarından İsmet Yörük amcayı ziyarete giderken beni gözlerin ile takip ederdin ve derdin ki "neden başın önünde yürüyorsun suç mu işledin" bende hayır derdim. Aşkım, "benim kızımın hep başı dik olmalı asla yere bakmamalı" Bakardım senin yüzüne ne demek istiyor diye. Yıllar sonra ne demek istediğini kavrayarak anladım. Bak derdin maviş her ne yaşarsan yaşa yüzün çamura gelmeden ben seni çeker alırım ama doğru ve erdemli yaşa. Bitanem, hep başım dik hep ileride. Bende kızımı senin beni büyüttüğün öğretilerle büyüttüm.
15 yaşındaydım bir gün beni iş yerine yemeğe davet ettin.Yemek yerken bana bir şey anlatacağını ama anlattığın olayın gerçek olmadığını, iyice dinlemem gerektiğini soracağın sorunun cevabını düşünerek vermemi istedin. Sen benim aşık olduğum öğretmenim ben ise senin meraklı, heyecanlı öğrencindim. Ve anlatmaya başlayarak dedin ki:
"Adamın biri Japonca'ya gidiyor. japonya'dan eşine oldukça kıymetli bir dizi siyah inci alıyor ve İstanbul'a dönüyor. Adam bu incileri kolye haline getirip evlilik yıl dönümünde eşinin boynuna takmak istiyor. Fakat adam Kapalıçarşı da hangi kuyumcuya gitse hiç biri bu incilere dokunmak istemiyor. Adam üzgün ve düşünceli. Bir kaç gün sonra bir arkadaşının önerdiği demirciye gidiyor.Demirci kendi işinde bir sanatkar ve adam mutlu. Selamıaleyküm diyerek içeri giriyor. Demirci adamın selamını alarak buyur beyim diyor.Adam incileri cebinden çıkararak bunları delmesini istiyor. Demirci hafif bir tebessüm ile kabul ediyor. Beş dakika içinde incileri deliyor ve bir misinaya diziyor. Adam çok mutlu kolye hazır ücretini ödeyerek demirciden ayrılıyor. Akşam evlilik yıl dönümü ve eşinin boynuna kolyeyi takıyor.Eşinin karşısına oturuyor ve keyifle kolyeyi seyir etmeye başlıyor.Çok geçemeden adamı neden hiç bir kuyumcu incileri delmedi de bu demirci deldi diye düşünce alıyor. İçini kemiren düşünce adamı rahatsız edince bir solukta kendisini Kapalıçarşı da buluyor. Kuyumculara nedeni soruyor. Kuyumcuların adına bir kuyumcu cevap veriyor;'Beyefendi demirci incilerin kıymetini ve değerini bilseydi emin olunuz ki oda delmez, hatta hiç dokunmazdı diyor. Adamın kısa süren mutluluğu mutsuzluğa dönüşerek oradan ayrılıyor"
Aşkım, bu kısadan hisseyi, bana 15 yaşımdayken anlattın. Bundan ne ders çıkardığımı sordun. Bir kaç gün düşündüm sana verdiğim her cevap sonrası tekrar düşünmemi istedin. Hep aklıma gelen parasal değeri oldu. Oysaki senin ders niteliğinde verdiğin cevap benim hayatımın yolu haline geldi.
Ellerimi o kocaman ellerinin içine alarak şöyle dedin: "Bak mavilim, hayatında karşına ne çıkarsa çıksın, iyi veya kötü değerini ve kıymetini bil. Kötü yaşadığın bir şey dahi senin şansın, senin sonradan kıymetlin olabilir. Yaşadığın acı tatlı her olayın bir şans olduğunu düşünerek hayata böyle bak kıymetini ve değerini bilerek yaşa."
Evet sevgilim, evet aşkım. Ben senin bana çizdiğin yolda ilerleyerek büyüyordum ve geliştim. Her şeyin kıymetini ve değerini anlayarak yaşıyorum . Herkesin huzurunda sana teşekkür ediyorum. Sen benim canımsın, sen benim öğretmenim, sen benim dünyamsın. Bitmeyen özlemin, unutmadığım kokun eksik olmayan sevgin beni kavuruyor.Hala kendimi senin ceketinin iç cebinde saklı his ediyorum.Sen hala benim savaşçım benim koruyucum muhteşemimsin..
Sana hiç veda etmedim, şimdide sonrada etmeyeceğin. Ben seni yaradana emanet ediyor, senin ve bütün yürekli babaların babalar gününü kutluyorum. Aşkım tekrar buluşmak üzere.
Hep kalbimdesin, seni çok seviyorum. Hep senin Sevgin'deyim(Mavilin)