BAŞARILARIMI ÜLKEME BORÇLUYUM

Ramazan topu eski belediyenin üstünde olduğu tepeden atılırdı. Yahudi Rahmi'nin dükkânını hatırlıyorum. Çarşının sonunu Bilal Türkmen'in dükkânı belirlerdi. Kemal Kurdoğlu'nu ziyaret ederek teşekkür etme fırsatını buldum. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinden teklif gelirse ve deneyimlerim paylaşmaktan zevk ve gurur duyarım. Ben profesörüm ama hala her gün yeni şeyler öğrenmem gerekiyor ve öğrenmeye çalışıyorum. Yani öğrenmenin sonu yok. İstanbul Samatya Van Öğrenci Yurdu Valilik ve Emniyet Genel Müdürlüğü yapan değerli hemşehrimiz Celalettin Tüfekçi'nin eseridir. Prof. Dr. Aziz Sancar'a mesajı gönderdim: Ben 1945 Van depremini çok iyi hatırlıyorum. Hikâyemde eğer başarılar varsa bunu laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devrim ve olanaklarına borçluyum. Vanlı hemşehrilerimize, Vansesi'nin değerli okurlarına selam ve sevgilerimi iletiyorum.

Röportaj:  İkram Kali

DÜNDEN DEVAM

Eski arkadaşlarınızla sohbet ederken geçmişteki Van'a yolculuk yaparak anılarınızı tazeleme fırsatınız oldu mu?

Her gelişimde geçmişe yolculukta mezarlık ziyaretleri de önemli anı tazelemelerine vesile oluyor. Bu kez babamı, eniştem Suphi Türkoğlu'nu, dayım Osman Tekin'i ziyaretlerime Lüfer Altaylı ve Cem Altaylı'nın aile mezarlıklarını, arkadaşım Hasan Örskıran'ın babası Abbas Örskıran'ın mezarını, arkadaşım Cengiz Aktürk'ün aile mezarlığını, Şefik Türkoğlu'nun aile mezarlığını ekledim. Çok etkilendiğim bir başka ziyarette Azerbaycan Türk kökenli Abdül ve Refiye Özaydın'ın mezarları oldu. Abdül Amca babamın ölümünden sonra haftada bir kaç kez evimize uğrayıp hal hatır sorarak ihtiyaçlarımızı öğrenmeye, Refiye Nene'de her türlü sıkıntımıza ortak olmaya çalışırlardı.

2005 yılında sınıf arkadaşım eczacı Servet Bilgehan ile birlikte Urartu Oteli  kurucularından arkadaşım Mehmet Türkoğlu'nu otelinde ziyaret ettik. Mehmet beyin yanında bir beyefendi oturuyordu ve ben kendisini tanıyamadım. Bu beye beni tanıyıp tanımadığı sorulduğunda bir olay anlatacağını söyledi. Dedi ki eskiden Ramazan topu eski belediyenin üstünde olduğu tepeden atılırdı. Bir gün kaza oluyor, topu hazırlayan belediye çavuşunun eli kopuyor. Söylentiye göre kopan eli postanenin bahçesinde bulup getiriyorlar. Hakikaten ben bir belediye çavuşunun elinin takma plastik olduğunu hatırlıyorum. O bey dedi ki bu olay olunca bunun babası ( Nezir Usta) belediyenin önünde çarşının içinde top atılır mı, gidin Toprakkale yamaçlarından atın, oradan atılan topu herkes daha iyi duyar demiş. Demişler ki topu oradan atarız ama top atma zamanını bize ezan sesi bildirir orada nasıl bileceğiz? O dönemler cep telefonu yok. Bunun babası Büyük Caminin (bugünkü Ulu Cami) minaresinin köşesine bir ampul takarız, imam ezan okumaya çıkarken lambanın anahtarını açar inerken de kapatır. Bu ampulün ışığı Toprakkale'nin altındaki halkın Karadağ tepesi dediği yerden görüleceği için top vaktini belirler. Bu düzen uygulanmış ve bir gün Karadağ'da belediye top görevlileri hazırlıklarını yeni bitirmişken minarede lambanın yandığını görüp topu patlatmışlar. Meğer bir önceki gün müezzin minareden inerken lambanın anahtarını kapatmayı unutmuş. Gündüz elektrik olmadığı için de kimse anahtarın açık kapalı olduğunun farkına varmamış.  Elektrik iftar öncesi verilince lambanın yandığını gören belediye çavuşu topu patlatmış ve Vanlılar iftarlarını açmışlar. Bunları anlatan bey beni göstererek bunun babası Van'a bir saat önce oruç açtıran adamdır diyerek bu anıyı tamamladı.

Hayatınızın şekillenmesinde ve başarınızda en çok kim etkiledi sizi?

Benim kendimi kurtarmamda ve yapabildiysem aileme katkı sağlamamda babamın davranışının çok büyük etkisi var. Babam bana çok şey öğretti. Babamın arkadaşı gibiydim. Beni her zaman yanına almasından dolayı Sıhke Caddesinden Cumhuriyet Caddesine döndükten sonra belediyeye kadar yaşıma rağmen herkesle selamlaşırdım. Cumhuriyet Caddesinde Faik Akay'ın dükkânı vardı. Onun yanında dikiş makinesi, radyo gibi ev aletleri satan Yahudi Rahmi'nin dükkanını hatırlıyorum. Benim için Çarşının sonunu mandolinimin alındığı Bilal Türkmen'in dükkanı belirlerdi.  Babamın öğretilerine ait bir şeyler söylemek isterim. Üstünde dantel bir örtüyle ilk radyomuz AGA markaydı ve 2 büyük pille çalışırdı: biri 90 voltluk, diğeri 1.5 voltluk yuvarlak. Sonra AGA gitti Rahmi beyin dükkanından prizdeki elektrikle çalışan MULLARD marka radyo geldi. Akşam babam eve geldiğinde yeni radyoyu göstererek bunun içinde kaç lamba var diye sordu. Bende omuzlarımı yukarı kaldırarak bilmiyorum dediğimde babam insan merak edip arkasını açıp bakmaz mı dedi. Tabi ertesi gün annemin dikkatli ol ikazlarıyla radyonun arkasını açıp lambaları saymıştım. İlkokul 2. Sınıfa geçince babam bana Hislon marka kol saati aldı. Saatin ekranın alt tarafında 17 taşlı  (17 jewels) olduğu yazıyordu. Babam saatin taşlarını saydın mı diye sorarsa diye bıçakla arkasını çizerek açtım. Akşam geldiğinde babama taşların eksik olduğunu söylediğimde saatin arkasını açarak hareketli her parçanın bir de alt tarafında taş olduğunu bana öğretti.

Ayını hatırlamıyorum ama ben ilkokul 4. sınıftayken Sıhke Sokağındaki Naci-Şahap Ergin'lere komşu oturduğumuz evden yine Sıhke Sokağındaki Cahit Ünsal'ların (Kamile Hanım annesi) evine taşındık. Çünkü toprak damlı evin yerine çatılı bir ev yapılacaktı. Babam evin planlarını Nurettin beye yaptırmıştı. Nurettin beyin soyadını hatırlamıyorum ama plana son şekli verilirken ailecek bir akşam şimdiki Hastane Caddesindeki evlerine gidip konuşmuştuk. Hemen belirtmeliyim ki inşaat hiç başlamadı. Taşındıktan bir kaç ay sonra babam otomobil kazası sonrası vefat edince biz gerisin geriye eski evimize taşındık. Annem bu planların kopyasını uzun yıllar salondaki aynanın arkasında rulo halinde saklamıştı. Bu ara bilgiden sonra babamın öğretilerine dönmek isterim. Kısa bir süre kaldığımız Cavit Ünsal'ların evi geniş bir kapalı avluya açılan odalardan oluşuyordu ve evin tüm odalarında elektrik vardı. Babam 50x50 cm büyüklüğündeki kalın bir tahtaya evin planını çizerek bana evdeki elektrik düzenine göre gerçek malzemeler kullanarak bu tahta üstüne elektrik "tesisatı" yapmamı istedi. İlk denememde evin elektrik sigortasını attırdım ama bu deneyimden çok şey öğrendim ve ileriki yıllarımda çok faydalandım. Babamın öğretilerini anlatarak bitiremem ama şu son örnekle yetineceğim. Babamın atölyesine motor tamiri için gelen arabaların motor sesini bana dinletir ve problemi tarif etmemi isterdi. Problemi doğru tarif ettiğim zaman gururla etraftakilere beni gösterirdi. O zamanki kamyon motorlarının ateşleme sırasını iyi bildiğimden ehliyet sınavlarına beni yanına alırken konuşmamam ve kopya vermemem gerektiğini bana hatırlatırdı.  Babamın bu ilgisi olmasaydı 11 yaşımdayken anlattığım yaptıklarımda herhalde başarılı olamazdım.    

Kemal Kurdoğlu ile daha sonraki yıllarda hiç görüştünüz mü?

Ailemizin ve benim hayatımda çok önemli yeri olan Kemal beyi Türkiye'ye her gelişimde olmasa bile zaman zaman ziyaret ederek teşekkür etme fırsatını buldum. En son geçen sene  (2018) İstanbul Beykoz'daki evlerinde ziyaret ettim. Eşine, kızlarına ve damadına bilmedikleri bu yardımı ayrıntılı anılarla tazeleyerek kendilerine Kemal Abi adına teşekkür ettim. Bu yıl geldiğimde 2019 başında muhtemelen 95 yaşında Kemal Abinin vefat ettiğini öğrendim. Saygıyla rahmetle anıyorum.

Ferit Melen, Turgut Özal, Recai Kutan, Fehim Adak, Saban Boysan ve aileden Hurşit Altaylı ve Suphi Türkoğlu gibi siyasi isimlerle tanıştınız.  Politikayı hiç düşünmediniz mi?

Hemen belirtmeliyim ki saydığınız kişilerden Vanlı olmayanlar onları tanıdığım zamanlarda daha siyasete atılmamışlardı. Onların ön plana çıkan özellikleri iyi teknokrat olmalarıydı. Ama onlarla tanışıklığım onların siyasette önemli rol oynadıkları devirde de devam etseydi politikayı yine de düşünmezdim, düşünseydim bile başarılı olamazdım. Üniversite eğitimimin ilk yıllarında ülke sorunlarının çözümlerine bağlı olarak siyasi düşünceler beni de etkiliyordu. Siyasi partilerin önceliklerini ülke çıkarlarının tanımladığını sanıyordum ve sanki o zamanlar için doğru bir beklentiydi. Çünkü bakanların, müsteşarların, genel müdürlerin bile liyakat ve örnek olma kriterlerine göre atandığı bir devirdi. Böyle bir devirde Maliye Bakanı olacağına şüphe olmayan Ferit Melen 1961 seçimlerini kaybederek Van'dan ayrılmıştı. Şimdi isminin verildiği havaalanına uğurlamaya gelen az sayıdaki insanın ve seçim kaybetmenin üzüntüsünü Ferit Melen'in yüzünde hmiş ve çok geçmeden de Türkiye'nin gerçeklerinde siyasi seçeneklerin belirlenmesinde benim kabullenemeyeceğim faktörlerin daha ağırlıklı olduğunu görmeye başlamıştım. Bir örnek vermek isterim: 1961 seçiminin önceki günü Nebi Bekiroğlu ile şimdi ismini hatırlamadığım bir köye CHP oy pusulalarını götürdük. Köy "ekabiri" zamanında Nebi abinin dedesinin kahyası imiş. Ferit Melen'in o seçimde kazanamayacağını bize söylediğinde hayretle nedenini sormuştuk. Cevap olarak herkes Ferit Melen seçilirse camilerin kapatılacağına inandırılmış demişti. Çünkü yasak olmasına karşın propaganda çalışmalarında din siyasete araç olarak kullanılmıştı. Bu açıklamadan sonra sorunuza cevap olarak diyeceğim ki üniversite eğitimimin son yıllarından sonra politik uğraş benim rotamda hiç yer almadı. Yaklaşık 20 yıl önce rotama politikayı ekleyebilecek yüksek dereceli bürokrat olma önerisi kararımın ne kadar doğru olduğunu göstermişti. Öneri için bilge kardeşim Nazmi o görevin bana yakışmayacağını, ortamın benim düşündüğümden çok farklı olduğunu söylemişti. Zamanın bakanının "bizim adamımız mı" sorusu da liyakatin önemini kaybettiğini yandaşlığın esas alındığını kanıtlamıştı. Politika ülkeye hizmet yarışı olmaktan çıkıp partiye hizmet yarışına dönünce hırsın mantığı köreltmesi önlenemiyor. Politika hırsıyla doğru olmayan beyanat ve haberlerle insanlarımızın nasıl ayrıştırıldıklarını görerek politikaya ilgi duymak kolay olmasa gerek.

2015 Nobel Kimya ödülünü Türk bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar la bir tanışıklığını oldu mu? 

Hepimizi kazandığı Nobel Ödülü ile gururlandıran Prof. Dr. Aziz Sancar'ı North Carolina'da benim üniversiteme çok yakın bir yerde olmasına rağmen tanıma şansım olmadı. Ödül haberini öğrenince 22 Mayıs 2016'da kendisine şu mesajı gönderdim:

"Sayın Prof. Dr. Aziz Sancar, Nobel Ödülünüzün 19 Mayıs 2016'da Anıtkabire Takdim Törenini bir Atatürk Türkiye Cumhuriyeti insanı olarak gurur duyarak ve zevkle izledim. Nobel Ödülünü Anıtkabir'de böyle bir törenle takdimle çok değerli olan Nobel Ödülü sınırlarını aşarak bizler gibi kendilerini de bulundukları durumlara ve pozisyonlara getiren Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarını bilinçli olarak aşındırmaya çalışanlara çok önemli ve etkili cevap/ders vermiş oldunuz. Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarının korunması gerektiğini bu kadar etkili olarak hiç bir kuruluş veya kişi başaramazdı. Sağolun, varolun ve daha nice değerli ödüllerle insanlığa katkılarınıza devam edin."

Sizin gibi eğitim için, başarı için mücadele eden gençlere yardımcı olabildiniz mi?

Mücadele eden gençlere yardıma gelince bana ulaşan herkese elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım ve çalışıyorum. Özel örnekler vererek onları ve kendimi rahatsız etmek istemem ama genel olduğu şunu ekleyebilirim. Ben Virginia Tech'e gittiğimde 12 civarında Türk öğrenci vardı. Sonraları bu rakam 250'yi aştı. Eşimin büyük özverisiyle uzun yıllar Türk öğrencileri, öğretim üyelerini ve diğer Türkleri bayramları vesile ederek evimizde yemeğe almaya devam ettik. Bu yemeklerde öğrencilerin sorunlarını öğrenip yardımcı olmaya çalıştık. Ankara Üniversitesine seminer vermek üzere gitmiştim. Bir dekanın benimle görüşmek istediğini söylediler. Dekanın bana hitabından beni tanıdığını anlayınca nereden tanışıyoruz dediğimde sizin evinizdeki yemeklerden dediğinde çok duygulanmıştım.

Jeofizik profesörü olarak depremler yaşayan Van için neler söylemek istersiniz?

Uzmanlığımın petrol aramacılığı olduğunu belirterek şunu söylemek isterim. Okyanus ortalarındaki yer kabuğu açılmaları durmayacağından Afrika Kıtası kuzeye doğru itilmeye devam edecektir. Türkiye'de çok yıkıcı depremler olmuş ve olmaya devam edecektir. Deprem zamanını falcılara inanlar düşünsün derim. Bazı depremsiz bildiğimiz bölgeler bile jeolojik anlamda uzun yıllar (milyon ölçüsü dahil) sonra deprem bölgeleri olabilecektir. Depreme dayanıklı alt yapılar ve binalarla şehirleşmeye gitmek gerekir. Ben 1945 Van depremini çok iyi hatırlıyorum çünkü deprem esnasında komşumuz Şeker Hanımın "kaf dağının arkasına" bağırmalarını hiç unutmadım.

Lise öğrencisi 1950'li yıllarda Van'dan yakını ve kalacak yeri olmayan İstanbul'a tek başına lise eğitimi için gidiyor.  Eğitimini tamamlayarak Türkiye ve Amerika'da profesör olarak Van'a gururla geri dönüyor. Bu başarıyı kime borçlusunuz?

Van'da babamın vefatı ile başlayan hikâyemde eğer bir başarılar varsa bunu laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti devrim ve olanaklarına borçluyum. Cumhuriyet kurallarının görmemezlikten gelinmesini ve insanların kutsal hislerinin parti politikası için istismar edilmesini kabullenemem.  Benim gibi binlerce Anadolu gencine eğitim ve başarı yolunu açan laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetidir. Bende bilim insanı olarak çalışarak, üreterek, öğrenciler yetiştirerek güzel ülkeme borcumu ödemeye çalıştım ve çalışıyorum.

Van anılarınızı,  mesleki tecrübelerinizi öğrenciler ve akademisyenlerle paylaşmak üzere Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nden bir davet alırsanız gelir misiniz?

Ben her sene İstanbul ve Ankara'da mesleki seminerler veriyorum. Mustafa Kemal Atatürk'ün vasiyetiyle kurulan doğduğum memleketimin üniversitesi olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinden (Van YYÜ) teklif gelirse ve deneyimlerim öğrencilere yararlı olacaksa onları motive etmek için paylaşmaktan zevk ve gurur duyarım.

Öğrencilerin bu söyleşiyi okuyabileceklerini düşünerek bir anımdan söz etmek isterim. Amerika'ya ilk kez 1979'da Ziyaretçi Profesör olarak 3 ders vermeye gittim. İlk defa İngilizce ders anlatacaktım ve üniversitede Şeref Sistemi geçerliydi. Şeref Sisteminde sınavlarda kopya çekmek, yardım vermek, ve yardım almak suç. Şeref Sisteminde sınav gözetmenleri de öğrencilerin kendileri olduğu için sınavlarda öğretim üyelerinin gözetmenliği gerekmiyor.  Dahası suç rapor edilince öğrencilerden oluşan bir hakemler kurulu incelemelerde bulunup suçu rapor edilen öğrenciyi sorguluyorlar ve suçun işlendiğinin kesinleşmesi halinde öğrencinin üniversiteyle ilişkisinin kesilmesine karar veriyorlar.

İlk yarıyıl bir derste 82 öğrencim, diğerinde 13 öğrencim vardı. Bu küçük grupta mastır ve doktora yapan öğrencilerin yanı sıra 4. sınıfı okuyan öğrenciler de vardı. Bu 13 kişinin final sınavında soruları dağıtıp ofisime gittim. Arada tekrar sınıfa döndüm belki soruları vardır diye. Yıl içerisinde matematik bilgisi yeterli olmadığı için zorlanan bir mastır öğrencinin herkesten uzakta en arkada köşede oturduğunu görünce kopya çekiyor olabileceğini düşündüm. Hem öğrenciyi rencide etmemek ve hem de Şeref Sistemini tetiklememek için kâğıdına dokunarak ofisime geri gittim. Akşam değerlendirdiğim sınav kağıdının geçer not alamayacağını da görünce onu ek süre ile sözlü sınava almayı düşündüm. Sabah öğrenciyi ofisimin kapısında beni bekler buldum; bana beni niçin rapor etmediniz diye serzenişte bulundu. Şüphelendiğimi ama kopya çektiğinden emin olmadığımı ve ek süre ile sözlü sınava alabileceğimi söyledim. Siz bana hayatımdaki en büyük cezayı verdiniz. Eğer beni rapor etseydiniz Şeref Sistemi Hakemler Kurulu beni üniversiteden atacaklardı. Siz rapor etmediğiniz için onların verecekleri kararı bana aldırttınız, mastırımı bitirmeden üniversiteden ayrılıyorum dedi. Ne söylediysem fayda etmedi ve kararını uygulamaya koydu.

Bu anıyı sizinle tazelemek beni Van Lisesi 1. Sınıf yıllarıma götürdü. Önde oturduğum için matematik sınavlarında küçük kâğıtlara yazdığım cevapları arka taraflara atardım. Bir seferinde kopya vermekten sıfır aldım ama huyumdan vazgeçmediğim için bir kez öğretmenimiz Nedim Cengiz Bey beni sınıftan çıkardıktan sonra sınav yapmıştı.

 Uzun eğitim sürecinden sonra deneyimlerinizle gençlere ve öğrencilere neler tavsiye edersiniz?

Öğrenmenin hayat boyu devam etmesi gerektiğini belirtmek isterim. Ben profesörüm ama hala her gün yeni şeyler öğrenmem gerekiyor ve öğrenmeye çalışıyorum. Yani öğrenmenin sonu yok. İnsanların sürekli kendilerini yenilemeleri gerekiyor; kendilerini yeni bilgilerle donatarak gelişmelere hazırlamalılar. Benim şuan kullandığım bilgilerin yüzde doksanı üniversiteyi bitirdikten sonra edindiğim bilgilerdir. Üniversitede öğrendiğim bilgilerin yüzde onu işime yarıyor. O yüzde 10'da temel bilimler olarak değişmeyen matematik ve fizikten öğrendiklerimdir. Amerika'da doktora yapmak isteyen öğrencilerime hep şunu söyledim: 'Eğer bana bir şey öğretemeyecekseniz benim doktora öğrencim olamazsınız. Ben sizden bir şey öğrenmeliyim yoksa siz benden daha ileriye gidemezsiniz.' Onların yönetimimde yapılacakları çalışmalardan araştırmalardan ben de yeni bir şeyler öğrenemezsem bilime katkı yapamamış oluruz. Gençlere her zaman sevebileceğiniz bir işi yapın tavsiyelerinde bulunurum. Ne yaptığınızdan çok severek yapıp yapmadığınız önemlidir. Sevilerek yapılan işler hobi sınıfına girerek başarının yolunu açar.

Çok değerli bilgiler paylaştığınız röportaj için çok teşekkür ediyorum. Hikâyemize nokta koyarken Vanlılara, okurlarımıza neler söylemek istersiniz son olarak? 

Van dünyanın en güzel şehirlerinden biridir. Vanlı olduğum için kendimi şanslı kabul ediyorum. Bir anımdan söz etmek isterim. İstanbul'da üniversitede okurken Yedikule-Samatya semtindeki Van Öğrenci Yurdunda kaldım. Yurt valilik ve Emniyet Genel Müdürlüğü de yapan değerli hemşehrimiz Celalettin Tüfekçi'nin gayret ve katkılarıyla yapılmıştı. Şehir merkezinden ilçelerden, köylerden yüzlerce Vanlı öğrenci bu sayede İstanbul'da yükseköğrenim gördü.  Bina şimdi Celalettin Tüfekçi Kız Öğrenci Yurdu olarak hizmet vermektedir. Bazı akşamları Vanlı öğrencilerin de gittiği kahvehaneye çay içmeye gittiğim olurdu. Bir akşam kahvehaneye elinde kemanıyla bir çocuk geldi ve acıklı şarkılar çaldıktan sonra para toplamaya çalıştı. Bu çocuk daha ilkokul 4. sınıfı yeni bitirmişken güneş doğmadan dükkanı açtığım ilk günlerime götürmüştü beni. Öylesine etkilenmiştim ki hislerimi o gece bir yazıya aktararak rahatlamıştım. Yazımı Vansesi Gazetesinin o zamanki Yazı İşleri Müdürü Ahmet Kuralkan beye göndermiştim ve yazım Vansesi'nde yayınlanmıştı.

İkram bey babam Nezir Çoruh'un 1952 Ağustos ayında Vansesi gazetenizde yayınlanan ölüm haberini arşivlerinizden bulma ümidiyle sizinle yaptığım görüşme sonrasında sorularınızla babam Nezir Usta'nın Van'a hizmetlerini ve ona bağlı anılarımı anlatma olanağı verdiğiniz için size ve Vansesi Gazetesi ailesine teşekkür ediyorum.

Yayınladığınız bu söyleşiye gelen yansımalardan önemli bulduğum bir bilgiyi aktarmak isterim. Benim Shell petrolünü ilk Ruşen Altaylı'ya ait olarak hatırlamam üzerine Ziya Altaylı'nın oğlu arkadaşım Namık Altaylı ilkokula başladığı 1950 yılına ait şu notu gönderdi: "Shell petrol Ruşen abiden önce bizdeydi. Altay otelinin arkasında kebapçı Aziz ustanın yanında terzi Celal Kaplanoğlu'nun bitişiğinde tenekeyle, gazyağı, benzin kiloyla gres yağı, litreyle motor yağı satardık. Gazyağı tenekelerini silip parlattığımızı hatırlıyorum. Köylüler o tenekelerle pazara tereyağı getirirlerdi. Bir başka petrol da buğday pazarına yakın bir yerdeydi diye hatırlıyorum." Namık Altaylı'ya teşekkür ederken belirtmek isterim ki o zamanlara ait Van'la ilgili çok şeyleri bilmiyor olabileceğimin çok iyi farkındayım. Yayınlayarak belgelediğiniz Van'a ait verdiğim bilgiler benim anılarımdaki yansımalarıdır. İnsan beyninin geçmişe ait olayları şekillendirebileceğini düşünerek cevaplarımda çok dikkatli olmaya çalıştım ve söyleşinin uzunluğunu kontrol etmek için de çok sayıdaki Vanlı akrabalarımı, arkadaşlarımı ve tanıdıklarımı anamadım. Okurlarınızın eksiklikleri, yanlışları ve 60-70 yıl öncesine ait anıların yansımalarını hoş göreceklerini umuyorum. Tüm Vanlı hemşehrilerimize, Vansesi'nin değerli okurlarına selam ve sevgilerimi iletiyorum.

(SON)  

Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme