Belangaz (*) Ortadoğu halkları
Tanrı iyi yolda yaşasınlar diye tüm peygamberlerini gönderdiği coğrafyanın adıdır Ortadoğu.
Tanrı iyi yolda yaşasınlar diye tüm peygamberlerini gönderdiği coğrafyanın adıdır Ortadoğu.
Ve bu coğrafyaya akıllarını kullanırlarsa asla sıkıntı görmeyecekleri bir değeri de topraklarına bahşetmiş. Bu değerin adına da petrol denmiş.
Peki, ne yapmış Ortadoğu halkları?
Dünya için siyah kan olan petrolü bir avuç kendisini peygamber soyundan sayanların emrinde bırakmış. Şaşaalı hayatlarında saltanat süren bu azınlık, dini kendi inisiyatifinde tutanların ilahi armağanı saymış. Emperyalistlerin kukla kralları, şeyhleri, emirleri doymak bilmez arzularıyla kendilerine emanet edilen ve mukaddes sayılan toprakları çok uluslu devletlerin kontrolüne sunmuş.
Bir avuç azınlığın tatlı hayatı sürerken, efendileri kan emicilerin dişleri yoksul halkın damarlarına geçmiş. Ve en büyük koz olarak da din olgusu çıkarlarına uygun olarak bir kelepçe gibi Ortadoğu halklarının boğazına geçirilmiş.
Sıkıştıklarında din kardeşiyiz diye imdat diyen Arap halkları tarihte kadim dostlukları olan ulusların sıkıntılarında sadece seyirci olarak kalmış. Ve bu seyircilik en çok da Türkiye için yaşanmış.
En son Arap Baharı adı altında yaşanan isyanlar Ortadoğu halklarına barış ve özgürlük yerine yeni kukla yönetimleri getirmiş.
“Sen iyi yönetip, sadık olamadın, şimdi yeni kukla yönetimler gelsin.” politikasının son halkası gelip Suriye topraklarına dayanmış. Ve o halkaya yeni halkalar eklemek için gösterilen kanlı çabalar devam etmekte. Hedefteki Ortadoğu halklarının iç sorunları karmaşıklaştırılmakta, yaratılan kaoslarla yeni bir Ortadoğu Haritası çizilmeye çalışılmaktadır.
Tüm bu sıkıntılar elbette ki sadece Ortadoğu Halklarının özelinde sınırlı kalmıyor. Vahşetin acılı topraklarına konuşlandırılan terör örgütleri sıkıştıklarında Batılı ülkelerin halklarına da ölüm ihraç etmekteler. Ve bu yapılırken dayanak olarak da yine çarpıtılmış, yozlaştırılmış dinsel tuzaklar devreye konulmuş.
Yeni bir Ortadoğu yaratmak isteyenlerin canavarları o değişmeyen:
“Gün gelince yaratılan canavarların sahipleri, canavarlarına yem olur.” Kuralıyla yüz yüze gelmeye başlamış.
Yani ezilen, sömürülen, acı çeken sadece biçare halklar olmuyor. Ezen ve sömüren, acı çeken ulusların da halkları kan ve ölüm rüzgârlarından nasibini alıyor.
Türkiye bu acılar silsilesinin ve değişimin tam içinde yer alıyor.
Tek çare kendi iç sıkıntılarını yaratan sorunlara çözüm bulması, küsen, kırılan, güvensizleşen komşuluk ilişkilerinin yaralarını hızla sarması, hayalci kuramlardan uzak durmasıdır. Bunu yapabilmesi için de yakın tarihteki engin tecrübeler yol göstericisi olacaktır.
Türkiye sosyal ve kültürel, yer altı ve yerüstü zenginlikleriyle olağanüstü ülkelerden biridir. Bugünü yönetenler bu değerlere sahip çıktıklarında ve kültürel renk kuşaklarını sahiplendiklerinde, üretim ilişkilerini önemsediklerinde, adaletli ve hakkaniyetli ölçüleri tüm yurttaşlarına partiler üstü bir bilinçle sunduklarında ve dünya siyasi arenasında akılcı dış politika yürütebildiklerinde aşılmayacak engel yoktur.
Ve Türkiye şu gerçeğin de altını çizmelidir. Yüzde ellinin üzerinde bir çoğunluğun hayır dediği ileriye dönük ütopik düşüncelere saplanıp kalınmamalıdır. Dayatma ve benden sonrası tufan amaçlı her adım içeriden ve dışarıdan oluşacak tehditleri çoğaltır.
Bugün hayati önem taşıyan noktalardan biri de mecliste sandalyesi olan, sandalyesi olmayan parti liderlerin, kitle örgüt liderlerinin bir araya gelerek eteklerindeki taşları dökmesi, özeleştiri yapması ve var olan tehditlerin analizini yapması, ekonomideki sıkıntılara çareler aramasıdır.
Son günlerde güzel bir söz var ve her gün yükselerek söylenen.
“Hepimiz devasa bir Türkiye gemisi içindeyiz. İster dümende, ister güvertede, ister en alt kamarada, ya da birinci sınıf bir konumda olalım; gemi su aldığında ve battığında hepimiz için kaçınılmaz sonuç ortaktır.”
Unutmayın!
Unutmayalım!
Unutturmayalım!
Tek bir vücut olalım!
Başka bir Türkiye yok!