Bir Gece Vakti

Yunus Türkoğlu yazdı...

Bir gece vakti; renkler soluklaşmış, yürekler hislenmiş ve zamanı hazin karanlıklar kaplamıştı. Gökyüzünde birkaç hırçın yarasa gezinir, sükûnet bahçesinde sardunyalar açar ve ıssızlığın koynunda unutulmaz hatıralar yaşanıyordu sanki… Aydan süzülen ışıklar bin bir nazla taze yapraklar üzerinde parlıyordu. Gecenin rengini seyrettim bir lahza, sendin karşımda duran ey sakin gece! Sükûnete ermişti vakit gün batınca. Benimse sessizlik kaplamıştı içimi, sükûtun nabzını dinliyordum huzur ve bin bir hazla!

Ve böyle bir gecede ağı bile tatlı bir badedir!

Bizim sokakların sıra sıra söğütleri, akasyaları, kavakları vardı. Akşam yeli estikçe ağaç dallarındaki serçeler hep bir ağızdan cıvıldaşır mahalleyi velveleye verirlerdi. Bir velvele ki; Erek Dağı’nın yamaçlarındaki keven çiçekleri bile onlara ortak olurdu. O eski geceler yaşanmış bir destanı heceler, çaylar, dereler, ovalar ağlıyormuş duydum bazı geceler… Bahçeler kalmadı ki baykuşlar ötsün diye, kanallar kalmadı sular aksın diye, avlular kalmadı yer minderi atıp oturulsun diye ve köşe başlarında çeşmeler kalmadı ki soğuk zernebat suları içilsin diye… Keresteci Mustafa Apak’ın hatıralarla dolu evlerinin balkonu kalmadı ki; bir gece vakti oturulup kayan yıldızlarla dilekler tutulsun diye!

Bizim sokaktan Erek’e doğru giderken sağ tarafta kerpiç yapılı, toprak damlı şirin bir ev, yanında bahçeye açılan iki kanatlı ahşap kapı, arka cephesinde Çalık Sokak’a kadar uzayıp giden bahçesi vardı. Evin pencereleri tahtadan, demir korkulukları ise köşeli demirden, saçak tahtaları dantel gibi işlenmişti ustasının elinden. İki tarafında basamakları olan merdivenlerden tavanı döşemeli, zemini mozaik desenli uzunca gömme balkona çıkılırdı. Burası Tarihi Van eviydi fakat planı epeyce değişiklik gösteriyordu. Balkonuyla, girişteki tahta zeminli salondan aşağıya inen merdivenleri ve aşağıdan avluya açılan bahçe kapısıyla ayrı tarzda yapılmış tipik bir Van eviydi. Balkona açılan cümle kapısı ve üç penceresi vardı. Tırabzanları eskimiş adeta toprak rengini almıştı… Bir tarafında Abdullah Kubilay’ın evi, diğer tarafında Çatıcı Mustafa Yapar evi vardı… 

Bir gece vakti üç-beş arkadaş burada oturup yıldızları sayıyorduk! Kutup Yıldızı’na sırtımızı dayamış, çoban yıldızı sağımızda, Jüpiter bize göz kırparken ay ve yıldızlar ufkumuzdaydı…

Yollar, ağaçlar, kayalar gecenin sırdaşı, şırıltıyla sakin akan kanal suyu yoldaşıdır. Geceyi ihya etmek, aslında gecenin zenginliğiyle ihya olabilmektir. “Cehennemin (dünya kastediliyor) gökyüzü bu kadar güzelse, acaba cennetin gökyüzü nasıldır!” diyordu bir veli… Ganimettir bil ki geceler, yaşa bir daha tekrarı yoktur! Gafillerden olma sakın; teheccüd, dua, istiğfar seni bekliyor bereketli, feyizli ve nurlu gecelerde!

Nerede gündüz gidip gelen kalabalıklar, nerede gökyüzünde gâh alçalıp, gâh yükselen o sevimli kuşlar. Şimdi sokağımızdaki bir kerpiç evin balkonundayım. Kafamı dinliyorum, uzaktan seni ve senin rengini kokluyorum. Otursam diyorum sabaha kadar. Tarifsiz hallere düşen gönlümü yıldızlarla yıkasam… İçimde neler var neler sana anlatacak, ey lacivert gece… Şimdi gönül notalarıma dokunan bir rüzgâr esti, öyle hafif, öyle sessiz ki tarif edilmez! Hüzünlü duygular doldurdu içimi derinden derine. Duyguları paylaşsak seninle dostça ikimiz. Sır tutabilir misin? Ey heceye, saza-söze, şiire sığmayan kızıl renkli gece!

Bizim gecemiz; kuşların şarkısı, cırcır böceklerinin zikri ve dağların görkemiyle maviye boyanırdı! Her nereye baksak gecenin ıssızlığı bize sonsuz mutluluk verirdi. Bizim gecemizde Kurubaş Çayı’nda sazanlar yüzerdi, bizim gecemizde Haraba Mahalle kümeslerinin etrafında tilkiler gezerdi! Bizim gecemizde Memi Tepesi’nde açan gelinciklerin al rengi akan derenin şarkısına karışır giderdi…

Ve güzellikler hep yüreğimizde filizlenirdi…

Baksana Tekin Alpaslan ile Mürsel Alkan selam verip geçtiler. Evlerinin önünde semaveri yakıp oturanlar Şerife teyze ile Sabri amca değil mi? Mevlüde abla ile Recep orada fakat Şaban’ı göremiyorum! Bir ara Zennure teyzenin sesini duyar gibi oldum! Ya Cüneyt, sizin bahçedeki kiraz ağacı duruyor mu? Bak bak; köprünün üstünde bastonuna dayanıp oturan süpürgeci Süleyman amca, yanında duran ise Rabia eze’dir. Birazdan Çiçi gelirse sokağımız şenlenir artık!..

Eskileri hatırladıkça gönlüme bir hal-i iclal gelir hep!

Bu gecenin güzelliklerini bilmem bir bohçaya mı, yoksa bir heybeye mi doldursa idim! Bunlardan taşar duygular sel olurdu. Bu sevdaları, bu demleri koyacak ya bir çuval ya da bir ğaral olaydı! Veyahutta bir gece vakti esen yeller nazlı yârin zülfün tarar olaydı…

Sağlık, mutluluk ve huzurunuz daim olsun…

 
Vansesi Özel Haber

Bakmadan Geçme