Kafam
rahatlayınca Yılmaz’ın(Özdil), “Tukaş” başlıklı yazısını okumaya koyuluyorum.
Hani gazetecilere “tasma” diye takılmışlardı ya. Döşemiş diyenlere inat
bir güzel yazısını. Bir emekçinin yitip giden yürekli oğulcuğu ardından
yazılacak en güzel yazıyı yazmış ve Tukaş isimli köpeğini de; anlayana
sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az misali öyküsün içinde ön plana
çıkarmış.
Emin
abi (Çölaşan) daha henüz kovulduğunda nasıl üzülmüştü okurları biliyorsunuz.
Tek günahı yüreğinde ikiyüzlülüğü barındırmamasıydı. Doğru neyse onu yazmaktı.
Gönderdiler... Sandılar ki Emin Çölaşan gidince yeri boş kalacak, susmaz kalemi
lal olacak. Tam tersi oldu. Bekir Coşkun çağladı bu kez coşarak Emin Çölaşan’ın
gazetesinde. Üstelik kovulup moralce yıkacaklarını sandıkları Emin Çölaşan
küllerinde doğdu ve Sözcü gibi dev bir halk gazetesi yaratarak çok satan
gazeteler arasında ilk dördü zorlamaya başardı.
Bekir
Coşkun rüzgârı üşüttü rakip yürekleri. O yazılarında hapşırırken,
eleştirdikleri zatürree oldu. Bugün kadınların en çok okuduğu ve izlediği yazar
kim sorusu sorulsa yanıt hazırdır; Bekir Coşkun!
Ancak
kumkuma çarkı gacır gucur ötmeye başladı. Bu kez istenen kelle Bekir Coşkun’un
kellesiydi. Ona yazma, biraz alttan al, mülayim ol diyenlere kulak asmadı bile.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovsalar da, erken öten horozun ümüğünü sıskalarda
O, Onuncu Köy köşesinden bangır bangır ötmeye devam etti.
Onu da
kovdular... Ne var ki yüreğini hakkın ve gerçeğin yoluna yoldaş edenler de
vardı basın dünyasında. Cumhuriyet Gazetesi rahmetli İlhan Selçuk’un köşesine
davet etti. Büyük bir onuru öpüp başına koydu Bekir Coşkun. Şimdi Cumhuriyet’in
hiç kirlenmeyen sayfalarında akıyor gür bir çağlayan gibi. Ya yerine gelen? Adı
gibi yılmaz bir yürek Yılmaz Özdil... Düştü sanılan bayrağı kaptı, şimdi daha
yücelere doğru taşımaya devam ediyor, aratmıyor yazıların ince hiciv içerikli
ustası Bekir Coşkun’u, en naif konuları bile çok çarpıcı bir yazım diliyle
kaleme alarak.
Susturulacak
başkaları da vardı. Medya dediğimiz değişken ve kaygan bir zeminde hiç
düşmeden, yanılmadan, başkalarının boyasına bulanmadan yol alan Uğur Dündar!
Kim
olursa olsun, hatta kendi düşüncesinin tam zıttı olanları bile davet ettiğinde
mikrofon başına, kamera karşısına adaletten asla ödün vermedi. İstedi ki
düşünceler savaşsın, doğru ortaya çıksın! Ve Uğur’a da yol gösterdi kraldan çok
kralcılar. Ne başını eğdi, ne gölgeler indirdi güleç yüzüne. O da tıpkı Emin
Çölaşan, Bekir Coşkun gibi dik durdu. Düşmanından bile saygı duyan bu yürekli
evlatta gerçeği, yalnız gerçeği söyleyenlerin safında buluşmayı seçti.
Onlar
bir gider, bin gelenlerdendi... Tıpkı hemşerim Ruhi Su’nun o bin anlamlı
türküsünde olduğu gibi:
Zahid bizi tan
eyleme
Sayılmayız parmağ ile
Erenlerin çoktur yolu
Hak ismin okur dilimiz
Sakın efsane söyleme
Hazrete varır yolumuz
Tükenmeyiz kırmağ ile
Taşramızdan sormağ ile
Kimse bilmez ahvalimiz
Cümlesine dedik beli
Gören bizi sanar deli
Usludan yeğdir delimiz