Bir Mutsuzluk Öyküsü
Tarihler 1132 yılını gösteriyordu. Argenteuil Manastırının penceresinden dışarı bakıyordu Heloise. Nisan yağmurları, bir süredir baktığı demir parmaklıklı pencereden, usulca kavis çizip aşağı doğru bir mecra takip ederken gözyaşları da ona eşlik etmek istercesine aktıkça akıyordu.
Tarihler 1132 yılını gösteriyordu. Argenteuil Manastırının penceresinden dışarı bakıyordu Heloise. Nisan yağmurları, bir süredir baktığı demir parmaklıklı pencereden, usulca kavis çizip aşağı doğru bir mecra takip ederken gözyaşları da ona eşlik etmek istercesine aktıkça akıyordu.
Tam yedi yıl olmuştu. Onsuz geçen ve neredeyse dakikalarına kadar saydığı koca yedi yıl. Yine böyle bahar yağmurlarının yağdığı bir mevsimde gitmişti. Ve şimdi yoktu hem de hiçbir yerde. Hastanelere gitmiş, hapishanelere sormuş hatta 'Abelard' yazan mezarlara bakmıştı ama yoktu, yoktu…
O olmayınca nereye gider? Kime sığınır? Nasıl yaşardı? Mecburen bir limana sığınır gibi 'Sığınak' adlı manastıra sığınmıştı Heloise. Kendisi nasıl zorunlu olarak rahibe olmuşsa 'Herhalde o dara hip olmuştur.' diye düşünmekteydi.
Evet, yanılmamıştı. Abelard da rahip olmuş ve Saint-Dennis Manastırında inzivaya çekilmişti. Hatta 'Bir Mutsuzluk Öyküsü' diye bir de mektuplar kaleme almıştı. Her satırının Heloise'ye ithaf edildiği mektuplar hem de…
Bu mektuplar tesadüfen de olsa eline geçince çok sevinmişti Heloise. Bu sevinçle yeniden eski günlerini hatırlamıştı. Onunla ilk tanıştıkları zaman henüz 17 yaşında, gençliğinin ilkbaharındaydı. Paris'in sayılı hocalarından Abelard ise 37'sinde, gücünün de ününün de zirvesindeydi.