BİRİ VARDI Kİ…
Kentlerimizin, şehirlerimizin, kasabalarımızın, köylerimizin ve mahallelerimizin temiz, saf, biraz uçuk, biraz kaçık, biraz deli, hafiften veli ve gönlü güzel adamları vardır.
Gönüllerine yerleştirdikleri insanlar, kendilerinin seçtiği kahvehaneler, çay ocakları, lokantalar, esnaf arkadaşları, muhitleri, cadde, sokak ve mekanları vardır.
Çocukluğumun ve gençliğimin Van’ındaki üç güzel insanın, üç özel konuşması ve anlaşmasını anlatacağım. Hani korkusuz dediğimiz, dağlara taşlara sığmadığını zannettiklerimizin çoğunun, bir böcekten veya fatmacıktan korktuğunu psikoloji bilimi çok güzel açıklar. Deliler ile ölülerin korkma şansı yoktur zannederiz. Ölüleri bilmem, delilerin korktuklarına çok şahit olmuşuz ve olanlarımız çoktur.
Vanda; Dımso, Deli Metin ve Sakallı Seledin vardı. “Dımso vermezler” dendiği ve sıcak başına vurduğu zaman ortalığı yıkar dağıtırdı. Onu kolluk kuvvetleri dahil durduracak tek insan vardı. Oda piyasaya yeni çıkmıştı. Deli Metin “Vılennnn Dımsoooooooo” dediği an, tıp ve sessizlik. Sürekli gerilim yaşayan rahmetli Deli Metin ise meydanda aradığını bulamaz ve Cumhuriyet Caddesine çıkarak, bağırır, sloganlar atar ve yoldan geçenlere sataşırdı. Oda; İğne, kolluk kuvvetlerinin copları veya kelepçeleri ile durdurulabilirdi.
Biri vardı Kİ, olan biteni sesiz ve sakin izler, rahmetli Metin’in dayak yemesine ve tımarhaneye götürülmesine çok üzülürdü. Bulunduğu yerden, Tekel binasından yüzlerce metre yavaş yavaş yürüyerek, olay yerine gelir ve Metin’in kulağına eğilerek, “…….?????!!!!!::::” (hiç kimse neler konuştuğunu öğrenemedi) söylediği anda, Deli Metin akıllanır ve hiç bir şey yokmuş gibi yoluna devam ederdi. Allah; Dımsoya, Metin’e ve garip insan Seledin’e rahmet eylesin.
Her mahalle, semt, kasaba, şehir, kent ve ülkede korkusuzlar ve çok güçlüler vardır. Unuttuğumuz bir gerçek “korkusuzluk yalandır.” Memleketlerde saldıran Dımsolar var ise, durduran Deli Metinler, bağıran ve korkutan Deli Metinler var ise, kibar ve asil Seledinler vardır ve de hep olacaktır.
Bu memlekette, Neyzen Tevfikler vardı, sözü gediğinden alır, paltosunun kolundan giydirirdi mebusu meclisan da…
“İyi bak kabına, olmasın delik, boşuna taşırsın, gider gündelik…” ile başlar, anlamayanlara;
“Hayat, çatlak bardaktaki suya benzer; içsen de tükenir içmesen de… Bu yüzden hayattan tat almaya bak; çünkü yaşasan da bitecek yaşamasan da.”
Bir de, Hayyam’lar gelmiş ve
“Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!” Dediğinde, dudak büküp Hayyam’ın yüzüne bakan arkadaşına;
“Niceleri geldi, neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.”
Biri altı yüz yıl, biri yüz elli yıl, diğerleri yüz yıl önce geldiler, biraz yaşayıp gittiler. Kimi hoş seda bırakmış yüreklerimize, kimileri ne sözler söylemiş geçmişimize ve günümüze. Birileri de; fermanlar yazdırmış hükümdarlara hak ve adalet için, fermanlar yaktırmış hünkarlara Allah rızası ve kulları için.
Ne zindandan korkmuşlar, ne kırbaçtan. Biraz aştan korkmuşlar, biraz da baştan. Ne aşı çok olanlara kalmış, ne başta çok kalanlara bu dünya.
Hepsi de gitmişler. Kime kalacak Kİ. Korkmaz dediklerimize mi? Korkak olan bize mi?
Huzurlu, sağlıklı, mutlu olmak ve sevmek diliyorum.
Bahri Müdür Amca Yıldızbaş