Biz ne darbeler gördük
1980 Haziran'ında acılı ama büyük bir haberi Demokrat Gazetesi birinci sayfasına taşımayı başaran tıfıl bir muhabirdim. Ve o haber sonrası Iraklı askerlerin kurşuna dizdiği yaklaşık yirmi dokuz Çukurcalı yoksul inansımızın intikamını devletimize aldırmış, Iraklı askerlerin ülkelerinde yargılanmasına ve öldürülen belengaz köylülerin ailelerine Irak hükümeti tarafından tazminat ödenmesine olanak sağlamıştım. Devri hükümetin başında rahmetli Süleyman Demirel vardı. Bu yaşanmışlığı bir iki yazımda vurgulamıştım, okurlarım anımsayacaktır
1980yılında nişanlıydım… Ve Ağustos ayında düğünüm vardı.
Düğünümüz yapıldı… Uşak'a eşimin memleketine el öpmeye gittiğimiz tarih 11 Eylül'dü… Uzun kara yolculuğu sonrası Uşak'a yorgun argın varmıştık… Bir gün dinlenceden sonra eşimin köyüne gitmeye kararlıydık. Oysa 12 Eylül sabahı uyandığımızda radyoda Hasan Mutlucan o Trakya aksanıyla kahramanlık türküleri söylüyordu. Sabah namazından eve dönen rahmetli kayın pederim:
"Asker idareye el koymuş. Örfi idare var. Sokağa çıkamayacağız. Namaz niyetine ses etmediler ama asker bu emir komuta zinciri altında vazifeli alır götürürler." Demişti.
1980 öncesi sağ ve sol çatışmaların hayli yoğunlaştığı o günlerde zaten arada bir kulağımıza çalınıyordu:
"Askerin eli kulağında… Ha geldi ha gelecek."
O dönem sol yazarların kitapları yasak. Aldı mı bizi bir kaygı. Balayının balı ağzımızda acı ve buruk bir tada dönüşürken yakın komşulardan Van'ı, rahmetli babamı telefonla arayıp kitaplardan söz ettim.
"Mahallede iki gündür banyo sobaları ful yanıyor. Gitti onca gülüm kitapların." Dedi babam.
Askeri darbenin başında Kenan Evren ve arkadaşları var. Uşak'ta çoktan evlerin pencerelerine bayraklar asılmıştı bile. Sokak ve caddelerde vızır vızır dolaşan askeri zırhlı araçlar kuş uçurtmuyordu.
Her akşam TRT den listeler dolusu isimler okunuyor. Ve anarşiye yardım ve yataklık edenlerin gözaltına alındıkları duyuruluyordu.
Bir süre sonra sokağa çıkabildik.
Kahvehanelere, bakkallara Atatürk ve Kenan Evren resimleri asılmıştı. Caddelerde polislerle birlikte askerler tam teçhizatlı olası durumlara karşı yerleştirilmişti.
Van'a yine karayoluyla dönüşümüzde esas gerilim başlamıştı. Her kentin kavşak noktalarında askeri aramalar vardı. Bir komutan ve birkaç silahlı erin otobüs içinde kimlik yoklamaları ve isimleri ellerindeki listelerle karşılaştırmaları korkumuzu artırıyordu. Çünkü darbeler döneminde garip ispiyonlar da olabiliyor, hiçbir olayla ilgisi olmayanların adları verilerek suçs8uz gözaltına alınmalarına neden oluyordu.
Ege ve derken İç Anadolu'yu geçerken otobüsümüz o bölgelerdeki listelerde adımın olmayışı derin nefesler almamı sağlıyordu. Ancak Doğu Anadolu varoşlarında aramalar daha da derinleştirilmişti. Hem kimlik yoklaması hem de bagajlar didik didik ediliyordu.
Kazasız belasız Van'a ulaştığımızda onlarca güzel insanın da gözaltına suçsuz yere alındığını öğrendik.
12 Eylül seherinde kentlerin ve kasabaların demokratik kitle örgütlerinin başkanları ve yöneticileri tek tek yakalanarak Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığına bağlı cezaevine götürülmüş. Ve sonra başlayan büyük işkenceler o işkencelere dayanamayarak hayatlarından olan ya da sakat kalan yüzlerce insan.
İçeriye düşenlerden pek farkı yoktu dışarıda olanların… Çünkü onlarda mahallerinden geçen askeri bir aracın durduğunda birilerini alacağı korkusu ya gece yarısı evlerin kapısında gelip duran ayak sesleri amansız bir korkuya ve gerilime dolayısıyla strese yol açıyordu.
"Ya birileri ispiyonlamışsa?" Kaygısı sokaktaki adamın da korkulu rüyası olmuştu.
Emir ve komuta silsilesi darbelerle görevli olan askerde mantık kavramını siler süpürür.
Dur ihtarına uymayan bir insana ya da aracına ateş açma yetkisi vardır. İşte bu olağanüstü hal durumu bireyler arasındaki kuşkuyu hızla güvensizliğe bırakır ve sizi en yakın komşunuzdan bile çekinir hale getirir.
Benim kuşağın tüm kasavetiyle yaşadığı o günler hiç beklenmedik bir anda bu kez güpegündüz ve anormal bir kurgu içinde 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşandı.
Provası yapılmamış bir müsamere gibi cereyan etti.
Ve dolayısıyla akıllara komplo teorileri getirdi.
"Gündüz gözüyle darbe mi olurmuş?"
"Var bu işin içinde bir bit yeniği."
"Yine Amerikancı darbe girişimi mi?"
"Kardeşi kardeşe kırdırtacaklar." Söylenceleri yayıldı kulaktan kulağa.
Şimdi sokaklar rahatsız… Şimdi meydanlara öfkeli kalabalıklar davet ediliyor.
Tüm bunlar toplumsal hayattaki farklı dünya görüşüne sahip insanların bir kibrit kıvılcımında ateşe dönüşeceğinin hesabı yapılmıyor.
Oysa hukuksal ve demokratik temeller üzerinde olan ülkelerde islimi üzerindeki yurttaşların kutuplaşmalarına yol açacak söylemlere yer verilmez. Devletin kendi güvenlik güçleri devreye sokulur. Ve toplumsal hayat hızla normalleşmeye yönlendirilir. Bunun dışında hamaset söylevleri, toplumun hassas değerlerine yönelik propagandaların tuzağına düşülmez. Çünkü duygusal tepkimelerin coşkusu zaman içinde kavgacı, öç almacı, sindirmeci tavra dönüşebilir. Veya bu isyancı durum kalabalıkların hoşuna giderek gelecekte tehlikeli isyanların bahanesi olabilir. Osmanlı dönemindeki Yeniçeri ve diğer isyanlar bu tip kitlesel patlamaların ciddiye alınmaması yüzünden tekrar görmüş, Osmanlı Devletinin sarsıntılı dönemler yaşamasına yol açmıştır.
Ateşi ateşle söndüremezsiniz.
Tüm bu yaşananlar elbette ki ibret vesilesidir. Bu ülkeyi yönetenlerin ve onlara muhalefet edenlerin zor Temmuz'u yaratan etkenleri analiz etmelidir.
Devlet yönetmek ciddi bir görevdir.
Zaaflar devam ettikçe, toplumsal uçurumlar yaratıldıkça yönetme erkinin yeni tehlikelerle karşı karşıya kalması da kaçınılmazdır.
O halde ayrımın kayrımın, ötekileştirmenin ve kamplaştırmanın ötesinde birleştiren ve kaynaştıran bir yapılaşma üzerinde hareket edilmelidir.
15 Temmuz iktidarın ve muhalefetin özeleştiri yapması için çok önemli bir fırsattır.
Bugün milyonlarca insanımızın mutlak düşüncesi:
"Bir daha hata yapmayın!" Üzerinedir.