Buğulu Hatıralar

Yunus Türkoğlu yazdı...

Hanikoğlu ile Erek Mahallesi’ne giden iki yol ağzında küçük bir ev vardı! Sokağa bakan tarafından kanal suyu akardı. Kerpiçten yapılmış tek katlı, toprak damlıydı.  Çizgi filmlerden çıkmış gibi duran kutu gibi bir evdi. Bu evde Oduncu Mustafa ve ailesi yaşardı. Oduncu Mustafa, Karayolları’nda görev yapardı. Eylül ayı oldu mu mahallemizin en çok aranılan kişisi olurdu! Hafta sonları yeleği ve oduncu gömleği sırtında, kalın kaşe kumaştan pantolonu, Karayollarının tahsis ettiği potinleri ayağında, baltası elinde odun kırmaya giderdi…

Gittiği evin bahçesinde odunlar hazırdır. Önce onları göz ucuyla bir süzer sonrasında beş-on tane alır sol tarafına dizerdi. Küçük bez torbadan çıkardığı siyah bilev taşıyla büyük ve ağır olan baltasını bilerdi! Yeleğini çıkarır, gömleğin kollarını yukarı doğru çevirirdi. Her şey hazırdır kıracağı sert odun ve kütüklerle bütünleşmiştir artık! Baltayı eline alır; “- Ya Allah, Bismillahirrahmanirrahim” der işe koyulurdu!

En sert ve düğümlü ağaçlara bir defa vurdu mu parçalardı! İşine o kadar kendini vermiştir ki o anda dünyayı görmüyordur. Baltayı kütüğe vurup parçaladı mı mutlu oluyordu. Arada baltasını bilemek, biraz nefeslenmek veya bir bardak çay sunulmuşsa onu içmek için duruverirdi. Fakat aklında hep kırılacak odunlar vardır. O, işini dünyanın en önemli görevini yapıyormuşcasına titiz ve özenle yapardı. Odunları en kısa sürede ve en verimli şekilde kırmayı kendine düstur edinmişti.

Baltasını biledikten sonra iri kütüklerden birinin üzerine indirir ve çayını yudumlarken gözü yine onun üzerinde olurdu. Zira baltası onun arkadaşı gibiydi, dahası kıymetliydi hem ağır hem de tehlikeliydi! Ne olur ne olmaz birisi baltasını incelemek isterse diye gözünün önünden ayırmazdı. Bu işi aşk ile şevk ile yapardı. Odun kırma işi bittikten sonra baltasını omzuna atıp ev sahibiyle helalleşme vakti gelmiştir. Biraz önce her boydan  karmakarışık halde duran odun ve kütüklerin, iş bitiminde boy boy kırılmış olarak durması büyük bir mutluluktu!

Oduncu Mustafa, alnının teri ve baltasının hüneriyle helalinden bu günkü rızkını da kazanmıştı. Bundan önceki gecelerde olduğu gibi bu gecede yastığa başını huzurla bırakıp uyuyabilirdi…

Van’da herhangi bir mahalle…

Ezeler, bibiler, yengeler, genç kızlar ile çoluk çocuk doluşur bahçeye ve sonrasında başlar “bir velvele, bir gıjıvilli!” Aman Allahım!

Yok vallah! Efenin başı, bunlara bir semaver çay yetmez! En az üç veya dört semaver çay ancak keser bunların susuzluğunu! Kimi tuzlu balık ile ayran aşı, kimi sengeser, kimi mercimekli bulgur pilavı, kimi de bilmem belki de keledoş veya kurutlu Kürt köftesi yemiş!

Semaverler yanınca; Dumanı öyle tütsün ta ki Kalecik’ten görülsün ve gönüller olsun bir hoş…

Semaverler yanınca; Sevgiler dile gelsin, muhabbetler birse bin olsun, dostluklar çay tadında olsun.

Dumanınla yükseleyim ufka kadar; bir yanda Toprak Kale ile Akköprü’yü, bir yanda Çavuşbaşı ile Sıhke’yi, bir yanda ise İpekyolu ile Terzioğlu’nu seyredeyim vesselam!

 Bir zamanlar düğünlerimiz böyleydi:

Van evlerinin bahçelerinde kazanlar kurulur, çeşitli yemekler yapılır gün boyunca gelenlere bu yemeklerden ikram edilirdi. Özellikle fakir, yetim, kimsesiz ve ağzı dualı yaşlılar muhakkak çağırılırdı. Yoldan geçmekte olan acizlere bile mutlaka yemek yedirilirdi!  Sünnet“ olan bu ziyafet manevi bir hava içinde tezahür ederdi.  Akşamında ise mütevazı bir düğün yapılırdı!

Şimdi böyle: 

Fakir fukaranın davet edilmediği sadece elit kesimin katıldığı lüks mekânlar. Övünme, güç ve gövde gösterisine sahne olan düğünler. İsraf ve debdebe içinde yeme- içme yarışı! Adeta defile ve takı gösterimine dönüşen hal ve hareketler. Salonlarda yüksek sesle çalınan müzik, aile kültürü ve mahremiyetine uymayan karışıklıklar.  

Düğünlerde elbette neşe ve sevinç olacaktır, fakat bize yakışır tarzda olmalıdır! Unutmayınız ki, yediklerimiz ve giydiklerimiz bize değil biz onlara değer katarız. Burada asıl olan insandır!

Büyüklerimizden aldığımız şahsiyet yapımız ve kendi değerlerimizle hareket etmek zorundayız!  Modaların girdabına kapılıp, gitmemek gerekiyor! Bize ait olan hassasiyetlerimiz unutuldukça yerini bize uymayan adet ve davranışlar alır…

Vakti zamanında Van mutfağında bakır kuşhanelerde yemekler pişirilirdi. Bakırlar parlak, kalaylı ve son derece temiz tutulurdu. Bunların teldolaplarda duruşu bile güzeldi. İşlenmiş olanları ise sanat eseri gibiydi. Mutfak ve kilerlerde bakırdan çeşitli tencereler, tabaklar, bakraçlar, sürahi ve güğümler olurdu. Hele, son derece ince işçilikle işlenmiş yemek servisi yapılan veya üzerinde yemek yenen ”baklava dilimi” desenli siniler ise bir başka güzeldi… 

Doğu Türkistan'da zulüm var. "Zalimler için yaşasın cehennem!"

Allah’a emanet olunuz.

 

Bakmadan Geçme