Çatlankuş yeşili
Nasılda koşuyorum nefes nefese… Hani küçük bir keseğe takılsa ayağım ya da kayıp gitsem kuş pepesi öbeklerinin birinden yaralanıp berelenmekle kalmayacak, kırılacak bacaklarım. Hadi kırılsa ayağım, kim alıp götürecek beni şimdi olmayan Kırıkçı Ziya emmiye?
Nasılda koşuyorum nefes nefese… Hani küçük bir keseğe takılsa ayağım ya da kayıp gitsem kuş pepesi öbeklerinin birinden yaralanıp berelenmekle kalmayacak, kırılacak bacaklarım. Hadi kırılsa ayağım, kim alıp götürecek beni şimdi olmayan Kırıkçı Ziya emmiye?
Koşuyorum hep koşuyorum...
Geriye doğru kayıp gidiyor telefon, telgraf direkleri. Ve peşime takılıyor önce havlayarak sonra da muzipçe yarışmak için bir fino. Rüzgârımdan tüyleri havalanıyor uzatıp dokunuyorum ıslak burnuna, elim ıslanıyor.
Koşuyorum üstümden bulutlar geçiyor. Hani uzatsam ellerimi ya da zıplasam içinde kaybolup gideceğim.
Koşuyorum eriyor ayaklarımın altında toprak. Sanki kanatlanıyor serin yelde saçlarım, alnımda hissediyorum mavi göğü.
Koşuyorum uzayıp giden tarlalarda. Sol yanımda söğüt ağaçları ve dibinde akıp giden bir ırmak. Eğilsem yarpuzları göreceğim biliyorum. Kim bilir diyorum içimden, Bostancı Kasım amcanın bostanı mı yanı başım... Dalından domates, biber kopardığım.
Koşuyorum freni patlamış bir kamyon gibi. Hani yanı başımda koşan fino da çoktan terk etti kulvarımı, dili dışarıda ve nefes nefeseydi...
Koşuyorum deliler gibi… Toprağı gevremiş tarlalarda sanki ayağım yerden kesilmiş.
Koşuyorum kanat takmış bir ak küheylan gibi. Her yanım çatlankuş yeşili ve hala koşuyorum.
Sonra...
Sonra uyanıyorum yatağımda... Her yanım terden ıslak. Doğruluyorum, başucumdan hiç eksik etmediğim su şişesine uzanıp, kana kana içiyorum.
Kış rüyası diyorum... Uzun kış gecelerinin rüyası... Henüz sabaha çok var. Hani açılmadan uykum bir daha yastığa koysam başımı ve uyusam aynı rüyaya devam edebilir miyim düşüncesini geçiriyorum aklımdan.
Henüz sıcaklığını kaybetmeyen yorganımı çekiyorum başıma. Yorganım yıldızları çok bir gökyüzü, yastığım çatlankuş yeşili tepeler.