Diyarbakır'dan yükselen sesi yazmıştım.
Okurlarım yazdıkları yorumlarda cesaretimden söz etmişler, kutlamışlar. Kimi de ana, avrat düz gitmiş.
Sövgüler de düşüncelerimize, övgüler de... Önemli olan dosdoğruyu bulma çabalarımız.
Elbette cesaretli olacağız. Ve düşünen, yorumlayan insanlar olarak söylemlerimizi korku ve endişenin çelmelerine taktırmayacağız. Doğruları söylemeyi, yazmayı, çığırmayı boynumuzun borcu olarak göreceğiz.
Bugün, Tunceli'den çıkan sesi yazmak istiyorum.
Tunceli Emniyet Müdürü Hayati Yılmaz da bir sosyal kıskacın yarattığı tepkiyle sesleniyor:
"Tunceli'ye Alevi polis atayın!"Diyor.
Çığlıklar peş peşi ardından yankılanıyor. Biri Diyarbakır'dan, diğeri Tunceli'den...
Hem de olayların içindeki mesleki risk taşıyan insanlar tarafından. Bu ülkenin en ağır yükünü sırtlayanların sesinden hem de canhıraş!
Bizim ülkemizde ağır yük taşıyanların sesine kulak verilmez. İnleyenlere daha bir yük kondurulur. Sesi fazla çıkanlar ise; susturulur, sürülür ve yetmezse kıyılır...
Ne var ki Diyarbakır ve Tunceli Emniyet Müdürleri korkulardan silkinip, arınmışlar. Her gün ölümlerle, öldürmelerle yüz yüze gelen personellerinin kaygılarını taşıyorlar. Ölümü, öldürmeyi, pusuyu yakından görüyorlar.
Bence iki polis şefinin çığlıklarında ortak bir nokta var! Açıkça ifade etmiyorlar ama akıl algılamamız
"Bölünüp, parçalanıyoruz!" Diye kayıt ediyor olup biteni.
Bu ülke bölünüyor mu?
Bu ülkede insanlar ötekileştiriliyor mu?
Bu ülkede hızla kardeş kavgasına giden yol haritaları mı çiziliyor?
Yaşadıklarımız, tüm bu gerekçelerimizin somut kanıtı olarak yüreklerimizi bir bıçak gibi ikiye bölüyor!
Diyarbakır Emniyet Müdürünün çığlığı bu yüzden...
Tunceli Emniyet Müdürünün çığlığı da!
Kara vicdanlılar tarafından Alevilik ülkemizde yanlış ön yargıların süzgecinden geçiriliyor, bir inanç biçiminden sıyırılıp sapma olarak lanse edilmeye çalışılıyor.
Alevi olgusu patlamaya hazır bir bomba, her daim başvurulacak bir provokasyon (kışkırtma) yöntemi olarak gösteriliyor.
Ve bütün bunlar; keskinleşen uzlaşmaz çelişkiler olarak yeni kuşakların önüne konuyor. Zıtlar arası fitneliklerle inanç kardeşliğimiz yok edilmeye çalışılıyor.
İşte bu endişelerden kaynaklanacak olumsuzluklar için çığlık atıyor Tunceli Emniyet Müdürü.
Ve onların çığlıklarında; gözleri görmez, kulakları işitmez, basiretleri bağlanmışlar, Nazım Hikmet'in o şiirini fark edip göremiyor, duyamıyor...
DÜNYANIN EN TUHAF MAHLÛKU
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!